Tuğrul Türkeş’in tutarsızlığına dair

TÜRK milliyetçilerinin efsanevi lideri Alparslan Türkeş, Ermenistan’la ilk teması sağlayan siyaset adamı değil miydi?

Öyleydi...

Oğlu Tuğrul Türkeş de bu temasta yer almamış mıydı?

Almıştı...

Peki günümüzün MHP Milletvekili Tuğrul Türkeş, nasıl oluyor da, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan gezisine şiddetle itiraz ediyor?

Şöyle oluyor:

Tuğrul Türkeş, öncelikle babası ile Abdullah Gül arasındaki "statü farkı"na dikkat çekiyor...

Diyor ki:

"Babam muhalefet lideriydi... Oysa Abdullah Gül Cumhurbaşkanı... Muhalefet lideri düzeyinde Ermenistan’la ilişki kurulabilir... Ama Cumhurbaşkanlığı düzeyinde kurulamaz..."

Katılırsınız ya da katılmazsınız ama bu yaklaşımda bir tutarsızlığın söz konusu olmadığını kabul etmek durumundasınız...

Ancak...

Tuğrul Türkeş’in aynı açıklamada geçen bir başka cümlesi için aynı şeyi söylemek mümkün değil...

Şöyle diyor:

"Babamın Ermenistan’la kurduğu temasların hepsinden devletin haberi vardı... Devletin bilgisi dahilinde yapılan görüşmelerdi onlar."

İşte bu yaklaşımda bir "tutarsızlık" var...

Ne yani?

Abdullah Gül, "devletin başı" değil midir?

"Devletin başı" olan bir kişinin, devletin haberi olmayan görüşmeler yapması mümkün müdür?

Ya da şöyle soralım:

Abdullah Gül’ün reisliğini tanımayan bir devlet mi var?

Pamukoğlu Paşa’nın üç mühim kusuru

YEKTA Bey kurdu, olmadı... Mümtaz Hoca kurdu, olmadı... Yaşar Nuri kurdu, olmadı... Yaşar Okuyan kurdu, olmadı... İki Yaşar birleşti, yine olmadı... Tuncay Özkan yeşilleniyor, olmayacak... Latif Abi hareketli, olmayacak...

Peki Osman Pamukoğlu başarabilir mi?

"PKK’ya kök söktüren kahraman Paşa" imajı, siyasette Osman Paşa’yı bir yerlere getirebilir mi?

Bilmiyorum, bilemiyorum...

Ama bildiğim bir şey var: Pamukoğlu, daha ilk adımda üç kusur işledi...

Yeni parti kuran Paşa’ya, başarı dileklerimle birlikte bu üç kusuru sunuyorum:

ŞAİRANELİK KUSURU Osman Paşa, maalesef retorik meraklısı... Lügat paralıyor... Edebiyat yapıyor... Parti manifestosunda "Hatıralar da dal ister... Kuşlar gibi konacak" ya da "Her insan hayatının mimarıdır" şeklinde, "Kurtlar Vadisi" repliklerini andıran cümlelere yer veriyor... Bu işin uzmanı değilim ama sanırım siyasette dolaylı anlatım ve retorik, epey demode olmuş durumda...

SON CÜMLE KUSURU Manifestoda "Dinin bir vicdan işi olmaktan çıkarılıp siyasetin bir aracı haline getirilmesi"nden vurgulu biçimde yakınılıyor... Bunda bir sorun yok... Peki aynı manifestonun, "Allah daima doğruların ve hak arayanların yanındadır" diye bitmesine ne demeli? "Vicdan işi" olan din, bu cümleyle siyasetin aracı haline dönüştürülmüyor mu?

İKİ KESİM KUSURU Herkesin "Laik-İslamcı" diye nitelendirdiği ayrımı Pamukoğlu Paşa, "selamünaleyküm diyenler" ile "merhaba diyenler" şeklinde yapmış... Manifestodaki cümle aynen şöyle: "Birbirlerine rastladıklarında ’selamünaleyküm’ diyen de, ’merhaba’ diyen de bu toprağın ve bu kültürün çocuklarıdır". İyi, güzel de kıymetli paşam, birbirlerine rastladıklarında "hello" ya da "ne yaptın hoca" diyenler ne olacak? Onlar da bu toprağın çocukları değil mi?

Bu da benim ’En kötü Türk filmleri’ listem

DÖNEM: 80’ler... Ben yeni yetmeyim... Entel meraklarım var... Bu nedenle o dönem Türk sinemasında ortaya çıkan "Bunalım filmleri" modasına kendimi kaptırmış durumdayım... Seyrediyorum... Bunalıyorum... Seyrediyorum... Bunalıyorum...

Demek ki intikamımı almak, ancak 2008 senesinde mümkün olacakmış...

Ne demişler? "İntikam soğuk yenen yemektir."

İşte listem:

GECE DANSI TUTSAKLARI "Sinema hayatın aynasıdır" derler ya... Bu filmi izleyince ben, sinemanın hayatla en ufak bir ilgisinin bulunmadığına iman etmiştim... "Sinirlenince ölesiye dans eden kadın" olayına ilk kez bu filmde rastlamıştım...

SARI TEBESSÜM Birincilik kesinlikle bu filmindir. Varsıl entellerin bitmek tükenmek bilmeyen cinselliği keşfediş serüveninin, ciddi görünüşlü ama hayli komik bir filmidir. Şahika Tekand ablamızın hatırına bile katlanamıştım.

BÜYÜK YALNIZLIK Ferhan Abi ile Sezen Abla’nın hayatlarının en büyük günahı... Ya da şöyle söyleyeyim: Ferhan Abi ile Sezen Abla’nın iki saat bir yalıda rol kesme çabasının seyircinin midesinde yol açtığı kramplar...

SU DA YANAR Bir yönetmenin film çekme azaplarının anlatıldığı azap verici bir film... Assos’ta çekilen filmde naylon torbalara bürünmüş tuhaf yaratıklar dağ başında ayin yapıyordu... Sanırım gerisini söylememe gerek yoktur...
Yazarın Tüm Yazıları