Paylaş
Maksadı az çok belliydi:
“Kutup ayısı” ile “talihsiz bedevi” arasındaki herkesçe malum ilişkiye gönderme yapmak.
Kemal Kılıçdaroğlu durur mu?
O da “Ne demek istediğini biliyor ve eli artırıyorum” edasıyla şu karşılığı verdi:
“Asıl sensin talihsiz bedevi... Çölde geziyorsun, kutup ayılarına asıl sen dikkat et.”
Kısacası...
Kemal Kılıçdaroğlu, “daha ağırını” söyleyerek cevap vermeyi tercih etti.
*
Kemal Kılıçdaroğlu, böyle yapmak yerine “talihsiz bedevi” lafını eden Erdoğan’ı utandıracak türde şeyler söyleyebilirdi. O zaman hiç kimse “Şunlara bakın, amma da ayıp ediyorlar, siyasetin seviyesi nerelere düştü” falan demezdi.
Ayıplanan sadece Başbakan Erdoğan olurdu.
Ancak Kemal Kılıçdaroğlu, böyle yapmak yerine Başbakan Erdoğan’a aynı seviyeden cevap vermeyi tercih etti.
Sonuç?
Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan’ın hizalandığı yerde hizalanmış oldu. Toplumsal kanaat ise şöyle belirdi:
“Yok aslında birbirlerinden farkı.”
*
Bu durumda bize de ortaya çıkan “seviye”ye bakıp, “Hani biz marjinaldik” diye sormak dışında yapacak bir şey kalmadı.
Benim en iyi ilk beş James Bond filmim
- BİR: Sadece Madagaskar bölümü bile tek başına filmi kurtarmaya yetecekken işi Venedik’te binaları çökertmeye kadar vardırabilmesi ve eşsiz poker sahnelerine sahip olması nedeniyle “CASİNO ROYALE”.
- İKİ: İstanbul’un başrolde olması, soğuk savaş döneminin gerilimlerini şahane şekilde yansıtması ve heyecanını hiç tüketmemesi nedeniyle “RUSYA’DAN SEVGİLERİMLE”.
- ÜÇ: Felsefe yapmaması, duygusallığa zerre kadar prim vermemesi, Tina Turner’in harika ötesi şarkısı ve tüm oğlan çocuklarını tatmin edecek boyutta aksiyona yer vermesi nedeniyle “GOLDENEYE”.
- DÖRT: Kötü adamı Christopher Walken’ın, kötü kadını ise Grace Jones’un en androjen haliyle canlandırması ve Eiffel Kulesi’ndeki heyecan dorukta sahnesi nedeniyle “ÖLÜME BİR BAKIŞ”.
- BEŞ: Sonradan alıp başını gidecek olan Benicio Del Toro’nun çömez hallerini gözümüzün önüne sermesi, aksiyonda mantık tanımaması ve iki filmlik Bond olan Timothy Dalton’un ilginç yorumu nedeniyle “ÖLDÜRME YETKİSİ”.
Amerikan seçimleri: Karşılaştırmalı notlar
- En iyisini bizim mahallenin bakkalı Halit söyledi: “Obama kazanmış, ne diyelim, ülkemiz ve milletimiz için hayırlı uğurlu olsun.”
- ABD başkanları en fazla iki dönem seçilebiliyorlar. Bu nedenle Obama “çıraklık” ve “kalfalık” dönemlerinin ardından “ustalık” dönemine maalesef geçemeyecek.
- Obama, zaferden sonra yaptığı “balkon konuşması”nda şöyle dedi: “İster gay ol ister heteroseksüel, ister fakir ol ister zengin, ister genç ol ister yaşlı. ABD için hiç fark etmez.” Acaba Elif Şafak ve Gülben Ergen’den sonra Obama da “Mevlana’dan alıntı yapmazsa ölecekler” kervanına mı katılıyor?
- Bizdeki yazı yandaşlar, Obama’nın zaferi karşısında kendilerinden geçtiler... Demek ki neymiş? Burada yandaş olan Arizona çöllerinde de yandaş olurmuş.
- Hiç şaşmaz: Ülkelerin orta kısımları “tutucu/muhafazakâr” takılır iken kıyılar nispeten daha liberal yaşam tarzına meylederler. ABD seçimleri bu gerçeğin altını bir kez daha çizdi.
- Romney sessiz... Romney kabullenmiş... Romney razı... Romney kalender... Adamın aklına “Kömür makarna dağıtarak kazandılar” demek bile gelmiyor.
- “Ohio’yu alan seçimi kazanır” cümlesinin bizdeki karşılığı nasıldır acaba? Mesela “İstanbul’u alan seçimi kazanır” cümlesi kurtarır mı?
- ABD’nin Ali Ağaoğlu’su Donald Trump, her ne kadar çaktırmasa da sonuçtan fena halde üzülmüştür gibi geliyor bana...
Yüz dinlendirmesi
SON zamanlarda varlıklarıyla bir diziyi uçuracakları sanılan oyuncuların, bu işi başaramadıkları görülmeye başlandı.
Bir zamanlar içinde yer aldıkları diziler herkesler tarafından ayılıp bayılarak izlenen bu oyuncular, yaşadıkları hayal kırıklıklarına son vermek için şu çareyi
bulmuşlar:
Yüz dinlendirmesi...
Bir sezon ya da iki sezon uzaklaşacaklarmış dizi âleminden...
Sonda yeniden eski güzel günlerde olduğu gibi patlayacaklarmış.
Şimdiden söylüyorum:
Bu strateji tutmaz.
Çünkü sorun yüz eskimesi değil, sorun tamamen paraya endeksli seçimler yapmakta.
Nurgül Yeşilçay ya da Hazal Kaya...
İstedikleri kadar yüzlerini dinlendirsinler...
“Bölüm başı alınan ücreti” ikinci plana bırakıp iyi bir hikâyede yer almayı birinci planda tutmadıkları sürece yaşayacakları hep hayal kırıklığı olacaktır.
Müjdat Gezen aradı
“MUHALİF komiklerin sefaleti” başlıklı bir yazım nedeniyle Müjdat Gezen aradı.
“Sana sitem ediyorum” dedi.
Ardından da şunları söyledi:
- Gergin bir insan değilim. Nereden çıkardın gergin olduğumu? Benim kadar rahat adam yoktur.
- AK Parti’ye oy verenlere “aptal” dediğim iddiasıyla açılan davaların tümünden beraat ettim.
- Twitter’da yokum. Benim adıma yazılan cümleyi ben yazmadım.
- Dizi yapmıyorum, demeç vermiyorum, film çekmiyorum, tiyatroda yokum. İsmimin neden gündeme getirildiğini anlamıyorum.
- Anlamıyor değilim aslında anlıyorum. Bunların hepsi 1881’in intikamı için...
- Atatürkçü ya da Kemalist değilim. Benim yaklaşımım ideolojik değil. Benim yaklaşımım sevgiyle ilgili... Atatürk’ü seviyorum.
Meme olayı
BALIKESİR’de düzenlenen “Meme kanserinde yeni yaklaşımlar” isimli panele konuşmacı olarak katılan bir doktor şöyle demiş:
“Memeye özünde baktığımızda avucumuzun içini dolduracak kadar yağ kütlesidir. Memenin üzerinden deriyi kaldırdığınızda geriye kalanın direkt olarak kuyruk yağı olduğunu düşünebilirsiniz. Erkeklerin delirdiği meme, bildiğin kuyruk yağıdır.”
*
Ne diyelim?
En iyisi şöyle diyelim:
“Ona bakarsan doktor, hepimiz çamurdan yaratılmışız. Bütün organlarımızın temelinde son tahlilde toprak var.”
Yeni öğrendim
- BUGATTI marka bir otomobil fiyatına elden düşme dört helikopter alınabiliyormuş. (Ağaoğlu! Duy bunu...)
- İzmir’e sonradan yerleşenler, nereden gelirlerse gelsinler, kentle kültürel uyum içine girebiliyorlarmış.
- Denizli ve Uşak civarında bağcılık almış yürümüş.
- Abant Gölü’nün güzelliği 1930’lu yıllarda keşfedilmiş. Ondan önce kuş uçmaz kervan geçmez bir yermiş. (Refik Halid/“İki Cisimli Kadın” romanından)
- Özcan Deniz’in filminde başroldeki kadın, “bebek” taklidi yapıyormuş (Bu yüzden filme gitmeye cesaret edemiyorum).
Serra Yılmaz meselesi
“BAŞÖRTÜLÜ görünce korkuyorum” dedi.
Ayıplanınca da geri adım attı.
“Ben öyle demedim. Başörtülüleri kastetmedim, çarşaflıları kastettim” falan dedi.
*
Serra Yılmaz’ın ayıplanınca geri adım atması önemlidir.
Demek ki ayıp ettiğinin o da farkında.
Bu açıdan kendisini kutluyorum.
*
Ancak şöyle bir durum var:
“Başörtüsü” ya da “çarşaf”... Hiç fark etmez.
İkisi de tercihtir...
İkisi de saygıyı hak eder.
Bu açıdan “tercihlere saygı” bağlamında Serra Yılmaz için ne yazdıysam, hepsi geçerliliğini koruyor.
*
İlke şudur:
Serra Yılmaz, başörtüsü konusunda istediği gibi konuşma özgürlüğüne sahiptir.
Buna karşılık...
Bizlerin de Serra Yılmaz’ı ayıplama özgürlüğümüz vardır.
Yeter ki araya “suç”, “ceza”, “savcı”, “yargı”, “mahkeme” falan girmesin.
Paylaş