Soru ve cevaplarla Çankaya hesapları

SORU: Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı’na aday olur mu?

CEVAP: Meslek büyüğümüz Hasan Cemal’in fevkalade isabetle vurguladığı gibi, bu sorunun yanıtını Tayyip Erdoğan da bilmiyor. Günü geldiğinde şartlara bakacak, istişare edecek, istihareye yatacak ve bir karar verecek.

SORU: Erdoğan’ın kararı sizce hangi yönde olur?

CEVAP:
Sanırım Erdoğan, bu konuda iki farklı "iç ses"in etkisi altında. "İç ses" bazen şöyle diyor: "Cumhurbaşkanı olma şansını yakalamışsın, hangi siyaset adamı böyle bir fırsatı elinin tersiyle iter ki. Bu tarihe geçme fırsatıdır. Tabii ki aday olacaksın". Bazen de şöyle diyor: "Özal Cumhurbaşkanı oldu da ne oldu? Çankaya’da canı sıkıldı. Demirel de öyle. Bu ülkede önemli olan başbakanlık. Yaşın genç, bir dönem daha başbakanlık yap, sonra kısmetse ver elini Çankaya dersin."

SORU: İyi ama bu "iç ses", herkesin üzerinde durduğu ’derin devlet duyarlılığı’ gibi mevzuları hiç mi seslendirmiyor?

CEVAP:
"İç ses", doğası gereği acı gerçeklerden pek söz etmez... Bu yüzden Erdoğan olaya daha çok "kişisel kariyer planı" açısından yaklaşıyor... Ama bu durum onun "derin devlet duyarlılığı" meselesini hepten ihmal ettiği anlamına gelmez. Galiba şöyle bir yol tutturacak: Öncelikle kariyer planı açısından olaya yaklaşacak. Eğer "Ver elini Çankaya" kararını verip buna ikna olursa, bu kez direncin boyutunu anlamaya çalışacak. Yani iki aşamalı bir süreç söz konusu olacak.

SORU: Diyelim ki Erdoğan kariyeri açısından Çankaya’ya çıkmayı uygun buldu... Bu durumda "direnç" meselesini nasıl halledecek?

CEVAP:
Bence Erdoğan ortaya çıkacak direncin boyutlarını henüz tam olarak kestiremiyor. Kendisini Çankaya’ya çıkarmak istemeyen güçlerin neleri göze alabileceklerini tam olarak bilemiyor. Muhtemelen bu aşamada sloganı "Dene ve gör" olacak. Deneyecek ve gerekirse geri adım atacak.

SORU: Tayyip Erdoğan olmazsa kim olur?

CEVAP:
Erdoğan olmazsa kesinlikle Erdoğan’ın belirleyeceği bir isim Çankaya’ya çıkacaktır. Öncelik "Eşi türbanlı, karizmatik olmayan, idare-i maslahatçı ve yaşı ilerlemiş" AKP’li bir milletvekilindedir. Eğer "eşin türbanı" çok fazla sorun edilirse, Erdoğan bu kez aynı özelliklere sahip eşi türbansız bir AKP milletvekilini seçecektir. Yani Meclis dışından AKP’li olmayan bir isme Erdoğan’ın evet demesi imkansızdır.

SORU: Bülent Arınç ne yapmak istiyor? Yoksa onun da gözü Çankaya’da mı?

CEVAP
: Kesinlikle hayır! Yapmak istediği şudur: Herkesin bir biçimde değiştiği ortamda, "Arınç mı? O dava şuurunu kaybetmemiş muhterem bir zattır. O camiamızın vicdanıdır" dedirtmek. Yani Arınç tirübüne oynuyor ama Çankaya’yı gözüne kestirdiği için değil. Amacı, sağdan soldan "Helal olsun adama" nidalarının yükselmesini sağlamaktır. Takdir edersiniz ki herkesin zaafı farklı oluyor.

SORU: Ya Abdüllatif Şener? Onun "merkezdekiler" tarafından hoşnutlukla karşılanan mesajları Çankaya hedefiyle ilintili olabilir mi?

CEVAP:
Üzgünüm, yine "kesinlikle hayır" diyeceğim. Şener için şöyle diyebiliriz: İslami camianın sözcülerinin geçmişte yaptıkları yanlışlardan, üslupsuzluklardan, köylülüklerden en fazla şikayetçi olan isimdir. Samimiyetle değişmiştir. Yozlaşmadan uzlaşmanın ve meseleleri cepheleşmeden çözmenin tadına varmıştır. Kendi safındakilerin hatalarını dile getirmenin ne denli keyif verici olduğunu keşfetmiştir ve işin keyfini sürmektedir. Üstelik başta Erdoğan olmak üzere partinin ileri gelenlerinin bu duruma fena halde sinir olduklarını bildiği halde.

Deniz arkadaş özeleştirisini verdi

GECENİN hayli ilerlemiş bir vaktinde "Her kanalda üç saniye durma prensibi"ne dayalı "hızlı zap" olayına girişmiştim ki.

Star’a gelince durdum.

"Gece Haberleri"ne konuk olan Deniz Akkaya özeleştirisini veriyordu...

Yüzünde "Hepsi geride kaldı" ifadesi, sesinde "insanları seveceksin" tınısı, tavrında "Olur böyle şeyler" vurgusu.

İki üniversite bitirmiş Deniz Hanım, diplomasız "Magazinci arkadaşlar"a karşı müthiş sevecendi: Hepsine acayip saygı duyuyordu. Hem kolay mıydı sabahlara kadar bar kapılarında beklemek?

Peki ya polisler? Tabii ki polislere de saygı duyuyordu. Karakolda kendisine çay ikram etmişlerdi... Hepsi fena halde nazikti.

Kısacası: Magazinci arkadaşlar pek şeker, polis beyler de pek ciciydi.

Bu hayli sevecen "hümanist manifesto", insanlığa karşı umudumu yükseltmeliydi değil mi? Ne gezer! Bende bir tatmin olmamışlık hissi, bir eksiklik duygusu filan.

Kendi kendime şöyle dedim:

"Tez vakit şu Sapanca’daki kampa uğrasam hiç fena olmayacak galiba."
Yazarın Tüm Yazıları