Paylaş
- Ben de bir zamanlar Sivas konusu açılınca derhal Başbağlar’ı devreye sokardım.
- Ben de bir zamanlar Aziz Nesin’in “Şeytan Ayetleri” kitabını yayınlamaya kalkışmasını “ağır tahrik” olarak yorumlardım.
- Ben de bir zamanlar “Ama otel içinde kurşunla öldürenler varmış” efsanesine bel bağlardım.
- Ben de bir zamanlar Sivas’tan söz ederken “tahrik, provokasyon, kışkırtma” gibi sözcükleri ardı ardına sıralardım.
Neden böyle yapardım?
Çünkü o zamanlar benim için önemli olan içinde bulunduğum mahallenin temize çıkması idi.
Mahalleyi temize çıkarırken vicdanımı kirlettiğimin farkına bile varamazdım.
Derken bir gün...
Bir şey oldu, tuhaf bir şey.
Kendimi o otelde can verenlerden birinin yakınının yerine koydum.
Kendime sordum:
“Bu olay senin yakınlarından birinin başına gelseydi ne yapardın? Yine böyle mazeretler üretir miydin?”
Yine kendime sordum:
“Bırak yakınlarından birinin başına gelmesini... Senin mahallenin sakinlerinin başına böyle bir olay gelseydi yine böyle kayıtsız, yine böyle vicdansız, yine böyle acımasız, yine böyle vurdumduymaz olur muydun?”
Düşündüm bir an...
Sonunda kendime şunu söyledim: “Eğer bu olay senin yakınlarının ya da senin mahallenin başına gelseydi, Sivas’ta yakınlarını kaybedenlerin gösterdikleri
tepkiden çok daha şiddetli bir tepki gösterirdin.”
Yüreğimin ışıması işte bu aşamadan sonra devreye girdi.
* * *
Bu aşamadan sonra bir daha asla...
- “Sivas olayları” demedim, “Sivas katliamı” dedim.
- Başbağlar’ı devreye sokmadım.
- Tahrikten falan söz etmedim.
- Şehir efsanelerine yüz vermedim.
- Acıyı yüreğimin derinliklerinde hissettim.
- “Yak ulan yak” diyen anlayışla arama kalın bir duvar ördüm.
- Sivas Katliamı’nı temel meselelerimden biri olarak gördüm.
* * *
Bu deneyimden çıkan sonuç şudur: Sivas konusunda yüreklerin ışıması için...
Ne mahalle değiştirmeye, ne ideolojik tutum değiştirmeye gerek var.
Çok basit bir empati temrini bile, insani bir tavır sergilemek için yetip de artar.
Ahmet Şık sert konuşmuş
BAZILARI diyor ki:
“Ahmet Şık çok sert konuştu. Keşke böyle konuşmasaydı. Biraz alttan alsaydı. Yakışmadı. Olmadı.”
Ben de diyorum ki:
Ahmet Şık’ın sert konuşmasında şaşacak bir şey yok.
Eğer bir insan hem kendisine komplo kurulduğuna yürekten inanır, hem de yumuşak konuşursa asıl buna şaşılır.
Ne yani?
375 gün yok yere hapiste yatırıldığını düşünen bir adam, hapisten çıktığı gün kendisini hapse atanlara teşekkür mü edecek? Çiçek mi atacak?
Bir komploya kurban gittiğini düşünen biri, kendisine komplo kurduklarını düşündüğü kişiler için “Allah razı olsun muhteremlerden” mi diyecek?
Kalanlar için
AHMET ile Nedim çıktılar.
Çıktıkları gün de açıklama yaptılar.
“Aklımız içeride kalanlarda” dediler.
“Biz salıverildiysek diğerleri neden salıverilmedi?” diye sordular.
Haklılar...
Eğer Ahmet ile Nedim için “suçun vasfının değişme ihtimali” belirmişse, diğerleri için de bu ihtimalin belirmesi gerekmez mi?
Eğer Ahmet ve Nedim için bir komplo söz konusu ise, diğerleri için de bir komplo söz konusu olamaz mı?
- Mesela Ahmet Şık’ın hapisten çıktığı gün “kendisinden hiç hazzetmiyorum ama neden içeride” diye sorduğu Yalçın Küçük...
- Mesela aynı dava kapsamında tutuklu olan Soner Yalçın ve arkadaşları...
- Mesela “İddianameye göre İklim Ayfer Kaleli’nin işlediği öne sürülen suçlar ve onun için talep edilen ceza benden fazla. O tutuksuz, ben tutukluyum. Neden? Bir yıldır bu sorunun cevabını arıyorum” diyen Müyesser Yıldız.
- Mesela Kürt sorununda işler kızıştığında ilk içeri atılan isim olan Ragıp Zarakolu...
- Mesela KCK adlı örgüte üye olmak suçlamasıyla tutuklanan Büşra Ersanlı...
* * *
Ahmet ile Nedim’in tahliye edilmesi, içeride kalanların unutulmalarına değil, daha fazla hatırlanmalarına yol açmalı.
Ancak o zaman Ahmet ile Nedim’in tahliyesi gerçekten önemli bir işlev görmüş olur.
Gecikmiş Baykal izlenimleri
İKİ yıl aradan sonra Tarafsız Bölge için geçen hafta buluştuk Baykal’la...
Yazacaktım, bir türlü sıra gelmedi. Kısmet bugüneymiş.
* * *
- En merak ettiğim konu şuydu: “Acaba ‘Kemal Kılıçdaroğlu gitsin, yerine ben geçeyim’ diye bir derdi var mı?”. Espri yaptım, sorular sordum, sağdan daldım, soldan yokladım... Kararım şu: Kaderine razı olmuş durumda.
- Aşırı gerçekçi buldum kendisini. Mesela partinin kendisine ancak enkaz haline gelmesi durumunda teslim edilebileceğini düşünüyor. Bunu kendisi söylemedi ama benim edindiğim izlenim bu...
- “Enkaz haline gelmiş bir partiyi teslim alsam ne olur, almasam ne olur” havasında... Bu da doygunluğuna işaret ediyor.
- Olaylara dışarıdan bakmak yaramış kendisine: Âkil adam olmuş. Kısmen rahatlamış da... Eskisi gibi kasmıyor.
- Hizip çalışması içinde falan değil. Ankara’da büro açmak, kendisine yakın duran isimlerden bir ekip oluşturmak, halkayı genişletmek amaçlı sosyalleşme işlerine girişmek gibi hevesleri yok.
- Kemal Kılıçdaroğlu’na da, muhaliflere de koşulsuz destek vermiyor. Taraf olmak istemiyor. Daha doğrusu iki grup arasında “barıştırıcı / kaynaştırıcı” bir rol oynamak istiyor.
- Dizlerindeki bir sorun nedeniyle uzun sabah yürüyüşlerine ara vermek zorunda kalmış ama buna rağmen formunu koruyor.
- Eve kapanmış durumda... Vaktinin büyük kısmını evinde geçiriyormuş. Gündüzleri kitap, gazete okuyor, akşamları ise televizyon seyrediyor. Favori dizisi “Yalan Dünya”.
Sevdiğim hekimlerin dokuz temel özelliği
BİR: Önce iyi haberi, sonra kötü haberi verirler.
İKİ: Karşısındaki kim olursa olsun “siz” diye hitap ederler.
ÜÇ: Soğukkanlılık ile şefkat arasında bir yerde dururlar.
DÖRT: Olur olmaz her yerde “maaşım az” diye yakınmazlar.
BEŞ: Konuşurken gözünün içine bakarlar.
ALTI: Telaşlandırmazlar, rahatlık verirler.
YEDİ: Teşhis koyamadıkları durumlar için “strestendir” demezler.
SEKİZ: Meslektaş dedikodularına asla yüz vermezler.
DOKUZ: Dinlemeyi bilirler.
Erbakancılara açık çağrı
SEVGİLİ Erbakancılar!
Erbakan Hoca’nın efsanevi bir kişiliği vardı.
Bu nedenle “Erbakan ve para” ilişkisi sorgulanmaz, söylentilere aldırış edilmezdi.
Ancak Hoca hakkın rahmetine kavuşunca işin rengi değişti.
Hareketin en önemli ismi Oğuzhan Asiltürk, çıkıp dedi ki:
“Erbakan Hoca, davaya ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti. Onlar da paraları iç ettiler.”
Ortalık karıştı tabii...
Sizler bu olayı örtmeye çalıştınız, tarafları yatıştırmaya çalıştınız.
Fakat tam ortalık yatıştı denilirken bu sefer de Erbakan’ın kızı Zeynep Erbakan’ın kardeşleri hakkında suç duyurusu yaptığı ortaya çıktı.
Diyor ki Zeynep Erbakan:
“Kardeşlerim babamdan kalan malları kaçırdılar.”
Yani?
Siz olayın üstünü örtmeye çalışırken Erbakan’ın çocukları açmaya çalışıyorlar.
* * *
Sevgili Erbakancılar!
Madem siz örtmeye çalıştıkça onlar açıyor, o halde bu kepazeliğe bir son vermek için yapacak tek şey var:
Oğul Fatih ile damat Mehmet Altınöz’ün cihat paralarının üstüne konduklarına dair iddiayla hesaplaşmak ve Zeynep Erbakan’ın suç duyurusunda altını çizdiği iddiaların üstüne gitmek.
Bunu ancak siz yapabilirsiniz.
Hem inandığınız davanın itibarı için, hem de Hoca’nın ruhunun daha fazla muazzep olmaması için...
Paylaş