Tayyip Erdoğan Çankaya’yı hak edecek bir politik çizgi izleyemedi.
Çünkü:
BİR: Merkezileşmedi.
İKİ: Hakkındaki kuşkuları dağıtamadı.
ÜÇ: Yaşam tarzları hususunda titizlenenlerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlayamadı.
DÖRT: Gizli bir planı olmadığı konusunda herkesi ikna edemedi.
Böyle olunca da "Çankaya laiktir, laik kalacak" tarzında bir sloganın doğmasına ve popülerleşmesine neden oldu.
Yani...
Erdoğan, "Toplumun tüm renklerini kucaklayacak bir cumhurbaşkanı" performansı sergileyecekmiş gibi görünmüyor.
* * *
Peki ya Sezer?
Sezer, "Toplumun tüm renklerini kucaklayan bir cumhurbaşkanı" olmayı başardı mı?
Yok, hayır!
Onun türban nedeniyle geliştirdiği "eşsiz davet" yönteminden söz edecek değilim.
Daha genel bir şey söylemek istediğim şu:
Bu toplumda yaşayan ve birbirinden farklı yaşam tarzlarına sahip olan kitleler, Sezer için rahatlıkla "İşte benim Cumhurbaşkanım" diyebiliyor mu?
Özellikle son zamanlarda...
CHP’nin bile gerisine düşen politik çizgisiyle...
Protokol adabını zorlayan tutumlarıyla...
Katı mı katı laiklik yorumlarıyla...
Karşımızdaki tarafsız bir cumhurbaşkanı mıdır?
Yoksa...
"ART televizyonu yorumcusu" ile "Kanal Türk televizyonu programcısı" arasında bir yerlerde gezinen "kesin inançlı" bir ideolog mu?
* * *
Yani demem o ki:
Eğer Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına, "Toplumun tüm kesimlerini temsil edecek bir performans sergilemedi" diye karşı çıkıyorsak...
Çankaya yolunda barikatlar kurmayı falan planlıyorsak...
Sezer için, "Gelmiş geçmiş en mükemmel cumhurbaşkanı" diyemeyiz.
Çünkü...
Sezer’e "Muhteşem Cumhurbaşkanı" sıfatını uygun görürsek...
Talep ettiğimizin "Tarafsız bir cumhurbaşkanı" değil de, "Bizim gibi düşünen ve yaşayan bir cumhurbaşkanı" olduğu ortaya çıkar.
O zaman da başkalarının "kendisi gibi düşünen ve yaşayan bir cumhurbaşkanı" için çırpınma hakkı doğar.
Perihan sen de git başımdan
PERİHAN Mağden herkeslerin "Aman benim de bir köşem olsun" diye yırtındığı, hatta Anadolu’da bazı genç kızların köşe yazarı olmak için evden kaçtığı bir dönemde "Ben köşemi bırakıp giderim efeler gibi hey" diyen bir yiğit midir?
Eğer...
Gözü hálá Ferrari’sinde olmasaydı...
Rahatlıkla bu değerlendirmeyi yapabilirdik.
Ve kendisine "Heveslerinden arınmış, aşmış taşmış muhteşem insan" deyip selam durabilirdik.
Ama ne yazık ki son derece ölçülüp biçilmiş cool’luk, bir türlü dikiş tutmuyor; her vesileyle sırıtıyor.
Çünkü Perihan, sözde inzivaya çekildiği günden beri her fırsatta...
Bir yandan alemin namlı isimlerine "Popona bilmem ne tıka" falan diye laf sokuyor, bir yandan da aradaki dostluk hukukunu ihlal ederek "Ahmet Hakan analizleri" attırıyor.
Hem de "b.k" sözcüğünü kullanarak, yani epey kaba bir dille yapıyor bunu.
Mesela...
Verdiği son röportajda:
"Ahmet Hakan ünlüler kulübü tarafından ağırlanıyor. Koşa koşa onun davetine, bunun konserine gidiyor. Heveskar yani. Tövbekar değil" diyor.
Ardından da "Ama ben öyle yapmadım. Kimsenin davetine, konserine gittim diye onlara çakmaktan vazgeçmedim" diye havasını atıyor.
Hadi benim artık ıcığı cıcığı çıkartılmış tövbekarlığımı ya da heveskarlığımı bir tarafa bırakalım.
Acaba Perihan, gerçekten de onun davetine, bunun konserine atlasa da duruşunu değiştirmeyen "sıfır heves" bir insan mıdır?
Eğer, "El hak öyledir" deniliyorsa, o zaman soralım:
Ankara’da 29 Ekim resepsiyonlarına falan gidip, engin hoşgörülerinden emin olduğu generallerle sert ama tatlı muhabbetlere girişen ben miydim?
Ahsen Unakıtan telefon edip "Aman Perihan Hanım! Unakıtan Ailesi olarak size yüreğimizi açıyoruz" dediğinde "İşte hakiki insan! Ahsen Unatıkan" diyen ben miydim?
Bir uçak yolculuğunda karşılaştığı "Aman da aman! Sizin yazılarınıza bayılıyorum" diyen Ayşe Kulin ile anında "kanka" olan ben miydim?
En iyisi Perihan’a, o bayıldığı Ajda şarkılarından birinden aldığımız ayakla seslenmek:
Boşuna zorlama Perihan! Sen o pazarlamaya çalıştığın cool kadın değilsin.