ÜNLÜ şair Sezai Karakoç’un "Mona Roza"sının sırrını ifşa ettik ya...
Bazı "Sezai Karakoç taraftarı", hem benim için, hem de bu konuda yayın yapan "Karakutu.com" sitesi için, "Bunlar Orhan taraftarlarıdır" diye tezvirat yapıyormuş.
Güya biz "Orhancı" imişiz...
Güya Kültür Bakanlığı "Büyük Ödülü"nün Orhan Pamuk yerine Sezai Karakoç’a gitmesine bozulmuşuz.
Ve güya bu nedenle Sezai Bey’in 56 yıllık sırrını ifşa ederek ona darbe vurmaya kalkmışız.
Hay bin kunduz! Tılsımım koru beni! Tanrım aklıma mukayyet ol!
Arkadaşlar!
Biz "Orhancı" dendiğinde sadece "Orhan Baba"yı, ona rakip olarak da "Ferdi Abi"yi biliriz, başka da bir rekabet tanımayız.
Yani "Orhancı" falan değiliz.
İcabında Orhan Pamuk’un da geçmiş aşklarının peşine koşarız.
Nitekim...
Bakın, koşuyoruz da:
***
Olay şudur:
Nobel’li yazarımız Orhan Pamuk, gençliğinde Nişantaşı-Cihangir-Harbiye hattında, sonu hafif bir elemle biten bir aşk yaşamış.
Hikáyenin, sevişme kısımları dahil, tüm tafsilatını Orhan Pamuk’un gerçekten şahane kitabı "İstanbul: Hatıralar ve Şehir"de bulabilirsiniz.
Ancak özeti şu:
Ne olacağına bir türlü karar veremeyen dalgın ve melankolik genç Orhan, "Dame de Sion’lu bir kız"a vurulur.
O zamanlar ressamlığa merak saran Orhan, Cihangir’de bir evde kızın resimlerini yapmaya başlar.
Ancak ilişki, "ressam" ve "modeli" ilişkisini aşar ve ikili arasında bir aşk başlar.
Her şey güzel giderken, olay birden "Yeşilçam melodisi" kıvamına varır.
Kızın zengin babası, Orhan Pamuk’un ileride Nobel alıp bu kadar meşhur olacağından habersiz bir şekilde kızına kükrer:
"Sarhoş ve fakir bir ressamın çıplak modeli mi olmak istiyorsun?"
Olayı ciddiye alan baba, zavallı kızı Dame de Sion’dan alıp İsviçre’de zengin çocuklarının okuduğu bir okula gönderir.
Ve aşk, birkaç mektuplaşmanın ardından küllenerek biter.
***
Orhan Pamuk kitabında, beklendiği gibi ilk aşkının adını açıklamıyor.
Ancak bazı tüyolar veriyor.
Buna göre, "genç kız"ın özellikleri şunlar:
BİR: Adı Farsça "Karagül" anlamına geliyor.
İKİ: 1970’li yılların başında Dame de Sion’da öğrenim gördü.
ÜÇ: Saçları kestane rengi, gözleri kahve.
DÖRT: Kendisinden küçük dört erkek kardeşi var.
BEŞ: Babası çok zengin bir işadamı.
ALTI: Öğrenimini İsviçre’de tamamladı.
Ey bize "Orhancı" diyenler!
İşte bu tanımlamalardan yola çıkarak müthiş bir dedektiflik çalışması başlatmış durumdayız.
Hiç merak etmeyin:
Orhan Pamuk’un kitabında "Karagülüm" diye andığı o kadını çok yakında bulup ifşa ederek, "Orhancı"ya çıkarmaya çalıştığınız zavallı adımızı temize çıkaracağız.
Biraz mert ol Süheyl Batum
TAMAM, "iyi bir hukukçu" değilsin, bunu anladık.
İftira atmaktan kaçınmadığını gördüğümüz için "iyi bir insan" olduğun konusunda da kuşkularımız var.
Ama bari biraz mert olaydın!
Önce benim için, adımı vermeden "İktidar tarafından bir yerlere getirilmiş geçici kişi" diye yazıyorsun.
Sonra "Hop! Dur bakalım Süheyl Efendi! Madem hukuk profesörüsün, şu iddianı bir kanıtla! İktidarın beni, benim iktidarı desteklediğime dair kanıt sun!" dediğimde de...
"Ben senin adını vermedim ki... Neden üzerine alınıyorsun ki" diye o kahrolası demagojiye tenezzül ediyorsun.
Aferin! Bravo!
Benim bu işten anladığım şudur:
Demek ki bir insan "köylü kurnazlığı"nı içselleştirmişse, rektör de olsa, profesör de olsa fayda etmiyormuş!