Paylaş
Ardından da şunu söyledi:
“Gerektiğinde özeleştiri yapmaktan çekinmem. Bu konuda da özeleştiri yapacağım”.
* * *
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, önce benim başıma gelen olayla ilgili olarak konuştu.
Söyledikleri şunlar:
“Durumunuzu inceledim. Hakkınızda vaktiyle bir yakalama kararı verilmiş. Siz gidip ifade vermişsiniz. Dolayısıyla hakkınızda mahkeme tarafından verilen yakalama kararı düşmüş. Bu durumda mahkemenin yakalama kararını geri alması gerekirdi”.
Ortada bir ihmal olduğunu söyleyen Sadullah Ergin, Bakırköy Cumhuriyet Savcısı’nın konuyla ilgili bir soruşturma başlattığı bilgisini verdi.
Ergin, “Bu ihmalin kimden kaynaklandığının tespit edilmesi gerekiyor. Mahkeme, yakalama emrini gerekli mercilere ulaştırmadı mı? Yoksa kolluk kuvvetleri mi bu ihmale neden oldu? Bunu tespit edeceğiz ve gereğini yapacağız” dedi.
* * *
Adalet Bakanı Ergin’in ikinci olarak ortaya koyduğu yaklaşım, bence birinciden daha önemli...
Çünkü birinci konu sadece beni ilgilendiriyor ama ikinci konu bütün vatandaşlarımızı ilgilendiriyor.
Bakan Ergin, “Polisin sabaha karşı otel basma uygulaması yanlıştır. Bu tür uygulamalar, ancak terör örgütüne yönelik baskınlarda ya da güvenlik güçlerinin can güvenliğinin tehdit altında olduğu durumlarda söz konusu olabilir. Bu uygulamanın mutlaka gözden geçirilmesi gerekiyor” dedi.
Bir yurt gezisi için Ankara dışında olduğunu belirten Adalet Bakanı Ergin, Ankara’ya döner dönmez konuya el atacağını söyledi. Konuyla ilgili olarak Adalet Bakanlığı ayağına düşen görevi sonuna kadar yerine getireceklerini vurgulayan Ergin, “Bu konuda İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile de birlikte yeniden değerlendirme yapıp bir çözüm yolu bulacağız” dedi.
* * *
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e duyarlılığı için teşekkür ederim. Eğer benim gözaltına alınmam, “gece yarısı ya da sabaha karşı polisin otel basması” vakalarına bir son verilmesine vesile olacaksa...
Ben bir değil, bin kez gözaltına alınmaya razıyım.
Yeter ki bu ilkellik son bulsun.
‘Jöleli’ bana korkak demiş
NÂZIM Usta’dan aldığım ayakla diyorum ki:
“Ne gözaltına alınmaktan korkmak ayıp, ne de düşünmek Silivri’yi...”
Daha önce de yazdım, yine yazıyorum:
Gözaltına alınınca:
Korktum, Silivri’yi düşündüm ve içimden mahpushane çeşmesi aktı.
Korkmak ayıp değil ki!
Ayıp olan korkuya teslim olmaktır. Ayıp olan korku yüzünden tornistan etmektir.
* * *
Mesela dün Habertürk’te benim korkularımla sözde alay eden “Jöleli”yi ele alalım...
Ne diyor lisan-ı hal ile “Jöleli”?
Şunu diyor:
“Ahmet Hakan da korkmuş, ben de korkmuştum... Demek ki ikimiz de korkağız... Yaşasın korkaklık kardeşliği...”
Hop! İşte orada dur bakalım “Jöleli”.
Tamam, korkak olmaya ikimiz de korkağız ama aramızda bir korkaklık akrabalığı kurulamaz.
Senin durumun şöyle:
Korkmadan önce...
“Bu iktidar her şeyimizi yabancılara peşkeş çekiyor” diye feveran edip ulusalcılığın şampiyonluğuna soyunmuş bir adamdın. Hatta bir ara MHP Genel Başkanı falan olacaktın.
Ama korktuktan sonra...
“Tayyip Erdoğan gibisi bin yılda bir gelir” deyip temenna çekmeye başladın, el etek öptün. Hatta bu konuda o kadar ileri gittin ki, artık kimse “yalaka” demiyor, “Jöleli” deyip işi bitiriyor.
İşte buraya yazıyorum:
Sen yine korkacaksın ve bu kez de ilk fırsatta Tayyip Erdoğan’ı satacaksın.
* * *
Bana gelince...
Ben korksam da, ödüm patlasa da, soğuk terler döksem de, titresem de...
Asla “Jöleleme” yapmam.
Hem korkarım, hem de dik giderim.
Hem korkarım, hem de Silivri’yi göze alırım.
Yani demem o ki “Jöleli”...
Benim korktuğumu görüp, “Yaşasın! İşte benim gibi bir korkak daha!” diye kendine yandaş devşirdiğini sanma.
Unutma! Senin gibi bir korkağı henüz analar doğuramadı.
Kemal Bey’e dair kişisel izlenimler
EPEYDİR bir araya gelmemiştik Kemal Kılıçdaroğlu ile...
“Tarafsız Bölge” için buluştuğumuzda aşırı izlenimci bir yaklaşımla süzdüm kendisini.
Şöyle bir baktım:
“Acaba profesyonelleşti mi?” diye... “Acaba genel başkanlık koltuğu tatlı gelmeye başladı mı?” diye... “Acaba o da artık eleştiri sevmezler kervanına dahil oldu mu?” diye... “Acaba onda da en doğrusu ben bilirim havası doğdu mu?” diye...
Hayır, hayır!
Kemal Bey ilk günkü Kemal Bey gibiydi...
Yine nazik, yine mütevazı, yine belli ölçüde tedirgin, yine gerektiği kadar mesafeli, yine en olmayacak eleştiriler karşısında bile sakin, yine amatör, yine abartılı bir tahammül içinde, yine sinirleri alınmış gibiydi.
* * *
Sürprizli bir isim olmaya da devam ediyordu Kemal Kılıçdaroğlu...
Tarafsız Bölge’de bir soru üzerine “İktidara gelince savunma harcamalarını kısıp kaynak yaratacağım” dedi.
Yine bir soru üzerine “27 Nisan e-muhtırasına partimiz itiraz etmeliydi, yanlış yapıldı” dedi.
“Türk usulü siyaset” anlayışının pek de aşina olmadığı türden sürprizlerdi bunlar.
Severim bu türden ezber bozmaları.
* * *
Ama Kemal Bey’in kişiliğinden kaynaklanan güzel hasletlerinin kurtaramadığı durumlar da var:
Mesela fazla dağınık Kemal Bey... Sistemli değil... Bir ekip ruhu yakalayamamış gibi... Dış politikada zayıf... Esaslı ve radikal çıkışlarını satamıyor... “İktidara hazır” görüntüsü veremiyor... “Amatör ruh” iyi ama onunki sıklıkla acemiliğe kayabiliyor... İstismar edilmeye fazla uygun açıklar veriyor... Bunları halledecek mekanizmaları kuramamış gibi...
* * *
Benim bundan çıkardığım sonuç şu:
Nezaket, amatör ruh, tahammüllü olma, tevazu, sükûnet, mesafe... Farklı bir lider portresini tamamlayan çok önemli özellikler bunlar.
Peki yeter mi? Tabii ki yetmez.
Kemal Bey’in açık verdiği alanları hızla doldurması şart...
Ankara uyumsuzluğu
RADYO Televizyon Gazetecileri Derneği’nin ödül töreni için salona girdiğimde gözlerime inanamadım:
Köy düğünü gibi upuzun bir masa dizilmiş ve politikacılar o masaya sıralanmış.
Ankara gazetecisi arkadaşlara şaşkınlıkla sordum: “Ne iş?”
“Sorma” dediler, “Ankara’da protokol önemlidir. ‘Ben niye burada oturuyorum, o niye orada oturuyor’ meselesi çıkar.
Mesele çıkmasın diye bu tür bir uygulamaya gidildi... Uzun masa, bütün sorunları çözüyor”.
Bu cevabı aldığım anda bir kez daha anladım:
Bu Ankara, hiç bana göre bir yer değil.
Paylaş