Risotto destanı

RISOTTO çok mühim bir yemektir.

Hem "keşkek" tabir edilen Anadolu yemeği ile büyümüşlerimizin damak tadına cuk oturmaktadır...

Hem de bir "Sonradan görmeler cenneti" olan memleketimizde hafiften statü sembolü haline gelmiştir.

Mesela...

Özcan Deniz kardeşimiz, "Ben artık eski Özcan değilim" demek yerine "Ben artık kebap yerine risottoyu tercih ediyorum" diyerek yaşadığı evrimi çok daha etkili ve çok daha anlaşılır bir şekilde ortaya koyabilmiştir.

Risottonun buna benzer sayısız yararı vardır.

Ancak gelin görün ki bu çok "faideli" İtalyan yemeği, son günlerde bürokratik bir krizin odağına oturmuş durumda...

"Bir vali risotto yüzünden merkeze çekildi" diyelim de krizin boyutunu anlayın...

* * *

Efendim olay şu:

Geçici İçişleri Bakanımız Osman Güneş Beyefendi, Muğla Valisi Temel Koçaklar’ın konuğu olarak Bodrum’da bir toplantıya katılmış.

Bakan Bey’e yemekte risotto ikram edilmiş.

Yemeği çok beğenen Bakan, aşçıdan tarif almak istemiş.

Bunun üzerine aşçı huzura gelmiş ve başlamış tarife...

Her şey çok iyi giderken...

"Şuursuz" aşçı, risottonun pişirilmesinde şarabın sos olarak kullanıldığını söylemesin mi?

Bakan Bey, bunun üzerine, "Vay! Benim gibi alkolün damlasını boğazından geçirmemiş bir adama risotto aracılığıyla alkol zerk etmek ha!" diyerek esip gürlemiş...

Sonra da büyük övgüler eşliğinde sofrada ağırladığı risottonun kalan kısmını fırlatıp ortalık yere atmış...

Ankara’ya döner dönmez de...

Bu işin arkasındaki ismi, yani Muğla Valisi Temel Koçaklar’ı bir "risotto kararnamesi" ile merkeze çekivermiş...

Zavallı risotto! Zavallı Vali!

* * *

Bu olaydan anlıyoruz ki...

Seçim prosedürü nedeniyle "bağımsız" ve "bağlantısız" olarak kısa dönem İçişleri Bakanlığımızı yürüten Osman Güneş Beyefendi, dini bütün bir zattır.

"Hiç yoktan günaha girdik, iyi mi?" duygusuyla hem bir Vali’ye haksızlık yapmış, hem de kendisini yiyip bitirmiştir.

Bu duruma gönlümüz tabii ki razı olamaz...

"Geçici" de olsa ülkemizin iç güvenliğini emanet ettiğimiz Bakan’ın, bir parça sükunete kavuşmasını sağlamak, milli görevimizdir.

Ben görevimi yerine getiriyor ve Bakan Bey’i rahatlatmak amacıyla bir Yaşar Nuri Öztürk anısını çıkınımdan çıkarıyorum:

* * *

Eskiden, bayağı eskiden...

Yaşar Nuri Hocamız’ın, henüz halkımızı yükseltmek maksadıyla siyaset meydanına çıkmadığı ve "Dinci-Kemalist-Ulusalcı" söylem içine girmediği günlerde...

Yani...

Laik ve başı açık kadınların "Ay bu ne hoş bir hoca! Şekerim tam da bize göre vallahi" diyerek Hoca’yı baş tacı ettikleri dönemlerde...

Hocamız ile Tarabya’da bir balık lokantasına gittik.

Siparişlerimizi verdik...

Ben sadece "kalamar" istedim...

Hoca ise "Donatın masayı" havasındaydı...

Neyse...

Sipariş faslı bittikten sonra biz koyu bir sohbete daldık.

Derken garson, alnında tereddütten yapma kırışıklar içinde yanımıza yaklaştı...

Hoca, anlattığı önemli meselenin yarıda kesilmesinden dolayı biraz kızgın bir şekilde garsona bakıp, sadece gözleriyle "Ne var?" diye sordu.

Garson, biraz kekeleyerek, "Hocam, biz kalamarları birada terbiye ederek kızartıyoruz. Bir sorun olmasın?" diyebildi...

Merakla gözlerimi Hoca’ya çevirdim.

Hoca, her zamanki ders verici üslubuyla başladı garsona çıkışmaya:

"Kardeşim alkollü içkiler, yemeklerin pişirilmesinde sos olarak kullanılır. Müslüman Araplar da Mekke’de bu uygulamayı yapmıştır. Hadi, getir bakalım kalamarları!"

Böylece hocadan icazeti kapmanın verdiği gönül rahatlığıyla gelen kalamarları mideye indiriverdik.

* * *

Şarapla pişirilmiş risotto yüzünden vali kellesi alan Bakan Bey gibi müşkülpesent bir zatı, Yaşar Nuri Öztürk gibi kuralları bir parça gevşek yorumlayan bir ilahiyat hocası keser mi? Bilmiyorum...

Ama bildiğim bir şey var:

Kesse iyi olur, çünkü daha burasının laik bir ülke olduğu bahsine gelmedik.

Bir tutarsızlık örneği: Latife Hanım da örterdi

EŞİNİZ başını örtüyor mu?

Evet...

Bunu bir tür "kişisel tercih hakkı" olarak mı görüyorsunuz?

Evet...

Peki o zaman ne diye durumunuzu meşrulaştırmak için "Latife Hanım da örtülüydü" ya da "Zübeyde Hanım da çarşaf giyerdi" deme gereğini duyuyorsunuz?

Görmüyor musunuz?

Siz meseleyi böyle açıkladıkça... Latife Hanım’ın başı açık fotoğraflarını şak diye koyuveriyorlar önünüze...

Bir yandan "Türban bireysel haktır" diyorsunuz...

Bir yandan da "geçmişten bir örnek getirmek" zorunda hissediyorsunuz kendinizi...

Ne yani?

Geçmişte bir örnek yoksa, bireysel hakkınız ve kişisel tercihiniz üzerinde titizlenmeyecek misiniz?
Yazarın Tüm Yazıları