Paylaş
Benim İstanbul’un havaalanları üzerine yürütülen tartışmada söyleyeceğim tek cümle budur.
*
Bunun ötesinde yürütülen tartışmaya bir anlam veremiyorum.
*
İstanbul’a yapılan yeni havaalanı...
- İstanbul’un ihtiyacını fazlasıyla karşılıyor mu? Karşılıyor.
- Yapıldıktan kısa bir süre sonra kâra geçti mi? Geçti.
- Dünyanın en önemli havaalanlarından biri olarak görülüyor mu? Görülüyor.
- Devlet bu havaalanından para kazanıyor mu? Kazanıyor.
*
Mesele nedir?
Anlamış değilim.
*
Atatürk Havalimanı’na gelince...
Artık iyice şehrin içinde kalan, kent trafiğini fazlasıyla zorlayan, İstanbul’a yetmeyen bu havaalanına neden “Asla dokunulmayacak kutsal bir mekân” muamelesi yapılıyor?
Anlamış değilim.
*
Üstelik yerine...
Beton dikilmeyecek.
Rezidans yapılmayacak.
TOKİ’ye verilmeyecek.
Otel yapılmayacak.
İnşaat yapılmayacak.
*
Peki ne yapılacak?
Koskocaman bir park yapılacak.
Ağaçlandırılacak.
İstanbul’un nefes alacağı harika bir park alanı çıkacak ortaya.
Devasa bir parka kavuşacağız yani.
*
Eğer Atatürk Havalimanı’na “kutsal mekân” muamelesi yapılmasının temel nedeni “Atatürk” isminden kaynaklanıyorsa...
Bu devasa parka “Atatürk Parkı” ya da “Atatürk Millet Bahçesi” adı verilir ve sorun biter.
*
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bu tartışmayla ilgili olarak dün yaptığı paylaşımı okudum.
Şöyle diyor:
*
“Atatürk’e, doğaya, kente düşman olanlara bir çift sözümüz var.”
*
Paylaşımdan öğrendiğimiz kadarıyla...
Canan Hanım ve partililer, bugün saat 11.00’de Atatürk Havalimanı’na gideceklermiş...
Ve Atatürk’e, doğaya, kente düşman olanlara bir çift söz söyleyeceklermiş.
*
Çok büyük bir alanı, ağaçlarla donatıp devasa bir parka dönüştürmek...
Nasıl oluyor da doğaya ve kente düşmanlık yapmak oluyor?
Canan Hanım şunu bir açıklasa da öğrensek.
*
Atatürk’e düşmanlık yapmak meselesine gelince...
“Atatürk” ismine bir alerji duyulması beni de çok rahatsız eder, ediyor.
*
Ama tek bir tesellim var:
Bu olay, Canan Kaftancıoğlu’nun Atatürk konusunda bir duyarlılık, bir hassasiyet kazanmasına vesile olmuş oldu.
Ki bu da öyle pek hafife alınacak bir şey değil.
AVOKADO
BİR ara her şeyin içine mantar koyarlardı.
Onu bıraktılar.
Bu sefer her şeyin içine mısır koymaya başladılar.
Sonra nane popüler oldu biraz.
Kuşkonmaz da bir süre saltanat sürmüştür.
*
Son zamanlarda ise avokado fırtınası esiyor İstanbul kafelerinde.
Her şeyin yanına, her şeyin üstüne iki dilim avokado.
*
Gerçi seviyorum keratayı ama bu kadarı bana bile fazla.
TOKSİK
BİR ara “kozmik” sözcüğünü çok beğenirdim.
*
“Ben şimdi kozmik bir ortamdayım. Seni sonra arayacağım” falan derdim.
Karşımdaki etkilenirdi.
*
Şimdi kendime yeni bir kelime buldum:
*
“Toksik.”
*
“Çok toksik bir insansın”, “Bıktım senin toksik hallerinden”, “Senin ilişkilerin çok toksik be dostum”, “Toksik etkiler altındayım” falan türü cümleler kuruyorum.
Acayip klas kaçıyor.
BİR MİZAHÇI MİZAH DUYGUSUNU HANGİ DURUMLARDA KAYBEDER
- Kendisini fazla ciddiye almaya başlayınca...
*
- Çevresini, yaptığı işleri sorgusuz sualsiz beğenecek kişilerden oluşturunca...
*
- Eleştirinin tatsız kokusundan buram buram uzaklaştıkça...
*
- Yaptığı tüm işlerin şahane olduğuna, kuşkuya hiç yer vermeden bakıyorsa...
*
- Kendisiyle içtenlikli bir biçimde alay etmeyi bıraktıysa...
*
- Defansa geçtiyse, sürekli kendini savunuyorsa...
*
- Yaptığı işlerin beğenilmemesini kişisel almaya başlamışsa...
*
- “Hiç gülmedim abi” diyenlerin, kendisine düşman olduklarına inandıkça...
*
- “Espri kalitesi” diye bir kaygıyı sıfırladıysa...
Paylaş