Paylaş
BİR Paris, atadan/dededen müthiş zengin olması nedeniyle ömür boyu "küresel yaramazlık" yapabilir. Bizim Helin ise, ablası koltuk çıkmadığı sürece yorgan kemirmeye mahkumdur.
İKİ Paris, "Mahpushanelere güneş doğmuyor" türküsünü çığırmayı göze alacak denli çılgın mı çılgın bir kadındır. Bizim zavallı Helin’in çılgınlığının sınırını ise "Aman annem duymasın" feryadı çizer.
ÜÇ Paris ortaya çıkan "ayıp videolar" olayına rağmen, her daim "Bir elimde ayna var / Şair beni kıskanır" şarkısını söyleyecek denli vurdumduymaz ve kayıtsızdır. Bizim Helin ise "tuvalet macerası" ile ilgili iddiaları mahkeme kapılarına taşıyacak denli sınırlı sorumlu bir ihtiyat kumkumasıdır.
DÖRT Paris de iticidir, Helin de... Ancak Paris, iticilik olayından kendisine öyle ya da böyle bir çekicilik çıkarmasını başarmıştır. Helin ise henüz böyle bir başarıya imza atamamıştır.
BEŞ Paris küresel bir aktördür. Japonya’da da vardır, Nepal’de de... Helin ise "yerel bir ünlünün yerel yakını"dır. Edirne’den sonra anlamsızlaşır.
ALTI Paris için en çok "çok ama çok zengin bir kızın bilinçsiz ayarsızlıkları" yorumunu yapabiliriz. Helin için ise "Bir ünlü yakınının bilinçli kontrolsüzlüğü" deyip geçebiliriz.
Başbakan’ın çevresinin talimatıyla yazı yazmak
ABDULLAH Gül’ün aslında göründüğü kadar mülayim, Tayyip Erdoğan’ın da aslında göründüğü kadar sert olmadığı konusunda kendimce birkaç analiz attırdım ya...
Dedikodu çarkları hemen çalışmaya başlamış...
Diyorlarmış ki:
"Ahmet Hakan’a bu yazıları Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresi yazdırıyor. Erdoğan’ın çevresindekiler, Abdullah Gül’ü ekarte etmeye kararlılar... Ahmet Hakan eliyle Gül’ü yıpratıyorlar."
Peki "Erdoğan’ın yakın çevresi" diyerek kimi kastediyorlar?
Kimi olacak canım, Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki’yi...
Zaten epey süredir alttan alta "Ahmet Hakan’ın bazı yazılarını Akif Beki yazdırıyor" tarzında bir dedikodunun da alıp başını gittiğinin farkındayım.
O halde "yazarlık namusu" adına...
Bu şehir efsanesini, dedikoducuların ellerinde patlatmanın vakti gelmiş demektir.
* * *
Akif Beki ile eskiden aynı kurumda çalıştık.
Bundan kaynaklanan bir samimiyetimiz vardır.
Birbirimize ön adlarımızla hitap ederiz...
Ve Tophane’deki nargile kafelerde oturup bir iki mavra çevirmişliğimiz de vakidir.
Gerçi...
Seçim öncesi yazdığım bazı yazılar nedeniyle, maalesef "kraldan çok kralcı" hale gelen "eski" dostum, bana küserek, selamı sabahı kesmişse de...
İşini bu kadar ciddiye almasına kıl olsam da...
Göreve ilk başladığı günlerdeki "olumlu imaj"ından çok şey yitirmiş olsa da...
Severim kendisini...
Ama sevgim de bir yere kadardır.
Hele "yazının namusu" söz konusu ise...
Bırakın Akif Beki’yi... Babamı bile takmam...
Benim hayatımdaki tek sahici ilişki, "yazı" ile aramdaki ilişkidir.
Ve bu ilişkiyi ne Tayyip Erdoğan bozabilir, ne Abdullah Gül, ne Bülent Arınç...
Hiç kimsenin hatırı, "yazı" ile aramdaki düzeyli beraberliğe gölge düşüremez.
"Yazı"yı aldatmam yani...
Bunu onursuzluk, soysuzluk sayarım.
Bir kere aldatırsam, bir daha yüzüm kızarmadan yazının başına oturmam mümkün olmaz...
Kaldı ki ben "kafasına göre takılmak" adına...
"Terk etme sanatı"nın en şahane örneklerinden birini sergilemiş bir adamım...
Kim benim kafama göre takılma lüksüme zincir vuracakmış, şaşarım.
Osman Abimiz politika yapıyor
ESKİDEN "İbrahim benim canımdır / Onun anası benim anamdır" derdi.
Zaten Seda onun bacısıydı, Sibel elinde büyümüştü, Derya ezeli ve ebedi yengesiydi, Ajda’ya sonsuz hayrandı...
Yani "ünlüler alemi"nde herkes onun dostu, herkes bir tanesiydi.
Bu tür "Utanç verici yalama / yıkama" olayları, magazin aleminde milli spor haline geldiğinden...
Osman Abimizin herkesin ağzına bir parmak bal çalması, bırakın yadırganmayı, "Şu Osman Abi ne şirin bir adam yahu" tezahüratına neden oluyordu.
Neyse...
Şirinlik muskası Osman Abimiz, nasıl becerdi ise önce Tayyip Erdoğan’ın gözüne, sonra da Meclis’e girdi...
Böylece biz "Politikadaki Osman Abi" ile "Magazindeki Osman Abi" arasında fark olacak mı diye beklemeye başladık.
Ama fazla beklemek zorunda kalmadık...
Daha ilk günden "Fark olmayacak" yanıtını alıverdik.
Şöyle ki:
Osman Abimiz, alabildiğine formel, bireysel takılmaya elverişsiz ve numara çekmeye kapalı bir yemin töreninde, avam mı avam bir hareket yaptı ve kendi elini öpüp, kendi başının üstüne koydu. Hem de üç defa...
Ben olaya bir anlam verememiş ve "Çok manasız bir şirinlik gösterisi" deyip geçmiştim.
Meğer yanılmışım.
Meğer olay o kadar da manasız değilmiş.
Magazin aleminde olduğu gibi politika aleminde de herkese "Yahu şu Osman ne şirin çocuk" dedirtmek isteyen Osman Abimiz, "Ben aslında yemin töreninde sembolik olarak Devlet Bahçeli’nin elini öpüp başıma koymuştum" açıklamasını patlatarak politikada şirin olmak adına ilk atılımını gerçekleştiriverdi.
Şimdi artık kendisinden...
Ahmet Türk’ün, Deniz Baykal’ın, Ufuk Uras’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Zeki Sezer’in ellerinden de sembolik olarak öpmesini bekliyoruz.
Herhalde Tayyip Erdoğan / Bülent Arınç / Abdullah Gül üçlüsünün ellerinden her fırsatta öpüyordur diye düşünüyorum.
Paylaş