YARGITAY, "Ergenekon Davası" ile "Danıştay Saldırısı Davası"nın birleştirilmesine karar verdi...
Bu karar, Danıştay’ı basıp yargıç kurşunlayan Alparslan Arslan adlı alçağın, sanıldığı gibi "Türban yüzünden kafası bozulan dinci terörist" olmadığına işaret ediyor...
Bu karar, laiklik ve cumhuriyet konusunda duyarlı kitlenin, oyuna getirildiğine işaret ediyor...
Bu karar, Danıştay saldırısının gerçekleştiği günlerde, hükümete büyük haksızlıklar yapıldığına işaret ediyor...
Tabii ki son sözü yine yargı söyleyecek...
Ama kabul edelim ki bu "birleştirme kararı", söylenecek "son söz"e dair çok güçlü bir işaret veriyor...
* * *
Hadi gelin Danıştay saldırısında hayatını kaybeden yargıç Mustafa Özbilgin’in cenaze töreninde neler yaşanmıştı, şöyle bir anımsayalım:
Abdullah Gül yuhalanmıştı... Gül’ün yüzüne karşı "Katil hükümet dışarı" diye slogan atılmıştı...
Ellerinde bayrak taşıyan bazı kadınlar, Cemil Çiçek’in üzerine yürümüş, Cemil Çiçek korumaları tarafından camiden kaçırılmıştı...
"Katil Başbakan" sloganları yeri göğü çınlatmıştı...
Cenaze töreninde "Azmettiren Bülent Arınç" yazılı pankartlar taşınmıştı...
Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya pet şişe fırlatılmıştı... Aksu, fiili saldırılardan Kocatepe Camii’nin abdesthanesine sığınarak kurtulmuştu...
Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer alkışlanmıştı...
Sezer için "Türkiye Seninle Gurur Duyuyor" sloganı atılmıştı...
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile kuvvet komutanları, "Ordu millet el ele" sloganlarıyla karşılanmışlardı...
O günlerin heyecanı içinde...
Bazı köşe yazarları da "katil hükümet" hükmünü vermekten kaçınmamıştı...
CHP’sinden ANAP’ına muhalefetteki partiler de, "saldırgan" ile "hükümet" arasında siyasi akrabalık olduğu iddiasını tartışmasız bir gerçekmiş gibi dile getirmişlerdi...
* * *
Madem durum budur...
Madem "Ergenekon" ile "Danıştay Saldırısı" arasında bir ilişki olduğuna dair yargıdan kuvvetli bir işaret gelmiştir...
O halde hiç gocunmadan...
Şöyle yürekten bir özür dilemenin vakti gelmiş demektir...
Değil mi ki...
Bazı aydınlarımız ta "devri Osmani"de yapıp edilenler konusunda bile özür dilemekten gocunmamaktadırlar...
Şunun şurasında üzerinden sadece iki yıl geçmiş bir hata için neden özür dilenmesin ki?
Canan Arıtman’a ne denilmemeli
CUMHURBAŞKANI Gül’ün annesinin Ermeni kökenli olduğunu iddia eden CHP Milletvekili Canan Arıtman’a...
"Hadi oradan... Nazi bozuntusu... Kafatasçı..." falan denilebilir...
"Terbiyesizlik yapma" da denilebilir... "Ayıp etme" de denilebilir...
Hatta "Yuh" bile denilebilir...
Ancak...
Kesinlikle denmemesi gereken tek bir şey vardır...
O da şudur:
"Abdullah Gül’ün annesinin şeceresi bellidir... Gül’ün annesi Adeviye Hanım, 7 göbekten öz be öz Türk kızı Türk’tür, hamdolsun."
Canan Arıtman’a işte bu türden bir cevap verilemez...
Köken araştırmasına girişen bir zavallıya, "şecere" mi çıkarılmıştır?
Arıtman gibilerin hak ettikleri türden yanıt, ancak şu türden bir yanıt olabilir:
"Benim annem Ermeni kökenli olabilir, Türk kökenli olabilir, Kürt kökenli olabilir... Hepsini şerefle kabul ederim... Bunun araştırılmasını ise şerefsizlik kabul ederim..."
Peki bazı kanaat önderlerinin Uğur Dündar’ı harcama çabalarına ne demeli?
Açık söyleyeyim:
Uğur Dündar kadar deneyimli ve yetkin sayılmam ama sanırım "tartışma yönetmek" konusunda bir çift laf etmeye ya da basit bir hüküm kurmaya hakkım vardır...
İşte o hakka sığınarak diyorum ki:
Yeryüzünün en adil "tartışma yöneticisi" bile, tartışma sırasında, taraflardan birinin sürekli çıngar çıkarmasına, mızıkçılık yapmasına, yöntem sorgulamasına girişmesine, tartışma yöneticisine işini öğretmeye kalkmasına fena halde bozulur...
Mesela ben böylesi durumlarda kesin olarak tarafsızlığımı yitiririm...
Ancak...
Uğur Dündar, malum "yüzleşme"de, o kadar tahammüllüydü ki...
Nezaketten milim sapmadı... Tarafsızlığını asla yitirmedi... En çıldırtıcı anlarda bile çıldırmadı... Kendisini tuttu... Hakkaniyete riayet etti...
Açık söyleyeyim: Ben bu kadar tahammüllü olamazdım...