Oralardaydım

31 Mayıs izlenimleri.

Haberin Devamı

İki gazeteci, bir televizyoncu, bir de avukat... Çıktık seyreyledik İstanbul’u... Gördüklerimiz şunlardı: Adım atmalarına dahi izin verilmeyen şaşkın ve çaresiz turistler... Gözaltında adını bile bağıramayan uzun saçlı genç adamlar... İşgal altındaki Bağdat’ta bile rastlanmayacak denli yoğun kontrol noktaları... Ancak araya adam koyarak aşılabilen polis barikatları... Evlerin pencerelerinden yükselen tencere-tava sesleri... Bize çok nostaljik gelen “Oradan gitmeyin, müdahale var” uyarıları... Yasal mermileriyle üzerimize doğru yaklaşmakta olan komiserler ve komiser yardımcıları... 12 Eylül dahil hayatımızın hiçbir döneminde görmediğimiz sayıda sivil/resmi polis... İşte İstanbul’da bir cevelanın kısa notları... İşte semt semt gördüklerimiz, işittiklerimiz ve de yaşadıklarımız...

Haberin Devamı

TEŞVİKİYE: Mahallenin kahvesinde oturuyorduk... Haber ayağımıza geldi... Olup bitenler, geçen sene olup bitenlerin aynısıydı: “Çarşı”nın gelişi, Teşvikiye Meydanı’nda küçük çaplı bir nümayiş, TOMA’ların piyasaya çıkışı, “biber gazı üstü az tazyikli su” olayına geçiş, kaçışmanın başlaması, gözlerin yaşarması, ortalığın savaş alanına dönmesi, Atiye Sokak’ın keyfinin kaçması, bizim kahvenin masalarının içeri taşınması... Kısacası “Teşvikiye 2013” ile “Teşvikiye 2014” arasında pek bir fark yoktu.

*

HARBİYE: “Hadi Taksim’e gidelim, bakalım orada neler oluyor” dedik... Demez olaydık! Teşvikiye’den Harbiye’ye kadarki süper kısa mesafede en az 10 ayrı polis kontrol noktası vardı... Gelenler geri çevriliyordu... Kontrol noktasının ilkinde bir “komiser”, bize geçiş izni verdi... Sonraki her kontrol noktasını, “Komiser Bey’den izinliyiz” diyerek aşmayı başardık... Yoldan çevrilen Japon turist kafilelerinin şaşkınlığını ise anlatamayacağım: Filmi çevrilir, romanı yazılır.

*

TAKSİM: “Komiser Bey”in izniyle Divan Oteli’nin önüne kadar ulaştık. Divan Oteli’nin önünde manzara-i umumiye şöyleydi: “Her yer polis/Her yer polis”. Metrekareye 33 polis sığıyordu. “Taksim Yayalaştırma Projesi” vardı ya... İşte o proje gitmiş, yerine “Taksim Polisleştirme Projesi” gelmişti.

*

GEZİ PARKI: Gezi Parkı’nın etrafı polis tarafından öyle bir kuşatılmıştı ki erkek ya da dişi tek bir sineğin bile içeri girmesi mümkün değildi. Bir tabu mekânıydı orası... Gözünü yanlışlıkla Gezi’ye çevirdiğin anda bile polisler derhal teyakkuza geçiyordu. O derece yani...

*

OTELLER BÖLGESİ: Beş adet “beş yıldızlı” otelin tam kesişme noktasındayız. İşte biz tam böylesine stratejik bir noktadayken “yukarıdan” bir yerlerden bir emir geldi polise... “Hiç kimsenin hiçbir yerden hiçbir biçimde geçmesine izin yok” emri... Polis emri katı biçimde uygulamaya başladı... Ama nasıl tavizsiz bir uygulama! “Yassak hemşerim” denildi, başka da bir şey denmedi... Üç adım atsa oteldeki eşi ve çocuklarına kavuşacak olan Kuveytli turist, otoriteye karşı direnişe geçerken oteline gidemeyen Fransız çift süper razı olmuş bir havada otoriteye karşı en küçük bir itiraz bile sergilemedi. Ve gözümüzün önünde şanlı Fransız Devrimi tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolurken zihinlerimizde olası bir Kuveyt Devrimi’nin ışıkları parlamaya başladı. “Kuveyt’e selam/Yola devam” dedik.

*

BEŞİKTAŞ: İçimizden biri “Hadi Beşiktaş’a gidelim” deyince... “Ver elini Beşiktaş” dedik. Çarşı içindeki “Kartal Heykeli”nin bulunduğu yere doğru yaklaştığımızda sloganlar yükselmeye başladı. Göstericiler yerlerini almıştı, polisler de... Bekleyiş uzun sürmedi... 15 dakika sonra gözaltılar başladı... Gözümüzün önünden götürüldü göstericiler... Kurbanlık koyunlar gibi... Ne çevreden “İsmini bağır arkadaşım ismini” diye seslenen vardı, ne de gözaltına alınan “insanlık onuru işkenceyi yenecek” falan diye slogan atıyordu.

*

OKMEYDANI: Uğur Kurt’un öldürüldüğü diyarda acayip şeyler olduğuna dair bilgiler gelince... “Biz hep böyle cici semtlerdeki olayları mı gözlemleyeceğiz, hadi kalkın Okmeydanı’na gidelim” dedim... Atladık bir taksiye... Çok havalı bir şekilde “Bizi Okmeydanı’na götürür müsün kardeş” dedik... Taksicimizde “Oralar tekin değildir şimdi” havası... Fakat yine de sürdü arabayı Teşvikiye üzerinden Okmeydanı’na doğru... Olay mahalline ulaştık. TOMA’lar, akrepler falan... Savaş düzeni almış polisler... Karanlık sokaklardan gelen çatışma sesleri... Bir miktar uzaktan izledik olanı biteni... Burası Beşiktaş’a falan benzemiyordu, sert bir yerdi... Çok sert.

*

NURTEPE: İlk başlarda nazlanan taksicimize bir cesaret gelmesin mi? Havaya girip “Burası ne ki? Siz asıl Nurtepe’yi görün” demesin mi? Biz de dolduruşa gelip “Hadi bizi Nurtepe’ye götür birader” demeyelim mi? Böylece başladı bizim Nurtepe maceramız... Nurtepe’ye ulaştığımızda hepimiz şöyle dedik: “Vay arkadaş, burası Okmeydanı’ndan bile daha sert”... Bir tankere el koyup karayolunu tankerle kesenler, yüzlerini sarıp polisle çatışanlar, TOMA’larla göğüs göğse çarpışmaya girenler... Uzaktan izledik biraz... Olayları izleyenler arasında yer alan bir “amca” şöyle dedi: “Sabahtan beri çatışıyorlar, siz yorgun anlarına denk geldiniz, iki taraf da çok yoruldu”. Gecenin bir yarısı Nurtepe’yi terk ederken taksicimiz “Gördünüz mü Nurtepe gerçeğini” dedi... “Gördük, gördük” dedik ve taksicimizi cesaretinden dolayı gecenin korkusuzu seçtik. O da mütehassis oldu.

Haberin Devamı



Kaç işçi ölünce gündem olur

MADEN sektöründe rakam belirlenmiş durumda:
Konunun gündeme gelebilmesi için ancak 301 işçinin ölmesi gerekiyor.

*

İnşaat sektöründe
alarm zilleri çalmakta:
Üçüncü Köprü inşaatında kaza: Üç işçi öldü.

Yüksek Hızlı Tren inşaatında çökme: Altı işçi yaralandı.

Ağaoğlu’nun inşaatında kaza: Bir işçi öldü.

Kartal’da inşaat iskelesi çöktü: Üç işçi öldü.

*

Bakalım kaç işçi toplu şekilde öldüğünde inşaat sektöründeki ölümler gündem olabilecek?


Gökten aday inmeyecek

“MERAL Akşener” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Yok, onu Bahçeli istemez... O yüzden olmaz o.

*

“Yılmaz Büyükerşen” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Tamam, Eskişehir’de başarılı ama Türkiye çapında başarılı olması mümkün değil, ahali ona oy vermez.

*

“İlhan Kesici” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Yahu daha kazandığı tek bir seçim bile yok, nasıl kazanacak Cumhurbaşkanlığı’nı.

*

“İlker Başbuğ”
deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Ne yani? Askeri vesayetin geriletildiği bir dönemde halk bir generali mi seçecek?

*

“Metin Feyzioğlu” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Adam daha aday olmadan yıprandı, bir de aday olsa nasıl yıpranır kim bilir.

*

“Mansur Yavaş” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Ankara’da Melih Gökçek’i bile yenememiş... Tayyip Erdoğan’ı mı yenecek?

*

“Ali Bardakoğlu”
deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Cumhurbaşkanı seçilecek birader şeyhülislam değil... Hem kim tanır Ali Bardakoğlu’nu?

*

“Kemal Derviş” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
O bizim ahaliye fazla Batılı kaçar.

*

“Emine Ülker Tarhan” deniliyor.
İtiraz hemen geliyor:
Çok ulusalcı, fazla laik, fazla asık suratlı... O olmaz.

*

Ey muhalefet!
Gökten bir aday gelmeyecek.
Bir “süpermen”, bir “terminatör”, bir “son hava bükücü”, bir “mehdi”, bir “kurtarıcı”, bir “samuray”, bir “ulubatlı”, bir “kahraman” falan aramayın.
Eldeki isimler bunlar.
Üzümün çöpü, armudun sapı falan demeden...
Belirleyin şu isimlerden birini.

Yazarın Tüm Yazıları