Paylaş
Arkadaş, “bomba haber”i veriyor:
“Duydun mu? Çocuk tacizinden içeri düşen Vakit yazarı Hüseyin Üzmez tahliye edilmiş.”
Her şeyi olağan karşılamaya alışan bünyemde sıfır tepki...
Ama arkadaş durmuyor ve espriyi patlatıyor:
“Yargı, bizim ‘gazetecilere özgürlük’ talebimizi anladı ama galiba yanlış anladı”.
* * *
Vakit Gazetesi’ni açıyorum.
Abdurrahman Dilipak yazısına başlık atmış:
“Uçkur Davası”
CHP odaklı cinsel taciz iddialarını öyle ballandırmış ki...
Resmen tadını çıkarıyor.
En küçük bir kuşkusu yok...
En ufak bir ayıp olur derdi yok...
Oysa aynı Abdurrahman Dilipak, küçük bir kız çocuğunu taciz eden Hüseyin Üzmez konusunda nasıl da şefkatli, nasıl da merhametli, nasıl da anlayışlı ve nasıl da kuşkucu yaklaşıyordu.
Allah selamet versin, ne diyelim.
* * *
Deniz Baykal, İklim Bayraktar adlı bir kadın gazeteciyi taciz etmiş...
Haberler, yorumlar, röportajlar gırla gidiyor.
Benim bünyem ise maalesef bir türlü detaylara odaklanamıyor.
Çünkü cevaplanmaya muhtaç şöyle bir sorum var benim:
İyi de ağalar, beyler...
Ancak bir taciz davasının konusu olabilecek bu iddianın, Türkiye’yi çetelerden arındıracak olan devasa “Ergenekon davası” ile ne alakası var Allah aşkına?
* * *
Son günlerde şu cümleler dillere pelesenk oldu:
“Biz kimseyi haber yaptı diye içeri atmayız. Biz kimseye kitap yazdı diye bir şey demeyiz. İçeri düşenler, gazetecilik faaliyetinden içeri düşmediler.”
Bu cümlelere şu nedenle kıl oluyorum:
Yeryüzünün en baskıcı, en diktatör, en ceberut, en zalim rejimlerinde bile, gazeteciler içeri atıldığında “Bu adam gazetecilik faaliyetinden dolayı içeri atılmıştır” denmez.
Öyle ya da böyle...
İnandırıcı ya da değil...
Mutlaka bir hukuki kılıf, bir yasal çerçeve, bir meşru bahane bulunur.
Yani...
“Gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılanmıyorlar” diyenler, durumu açıklığa kavuşturduklarını sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar.
* * *
Diyelim ki bir gazeteci, bugün olup bitenlere karşı bir duruş sergiliyor.
Hükümet yanlısı gazetelerin köşelerinden hemen bir seğirtme:
“Hop! Dur bakalım. Sen 28 Şubat’ta niye isyan etmedin?”
Güzel bir soru...
Ama böyle bir sorunun sorulmasının şu türden bir sakıncası var:
Bu soruyu soranlar, “28 Şubat” ile “bugün” arasında isyan etme açısından bir fark görmediklerini de ima etmiş oluyorlar.
O zaman adama “Sen 28 Şubat’ta isyan etmiştin, bugün niye etmiyorsun” diye sormazlar mı?
* * *
Geçen akşam Tarafsız Bölge’de Nuray Mert şöyle dedi:
“Nasıl ki Ergenekon’u abartmak bir tür sulandırma ise bugünün koşullarını ‘12 Eylül’den de beter’ diye abartmak da bir tür sulandırmadır.”
Doğru...
Abartmak sulandırmaktır.
O zaman gelin, “bugünün koşullarını” da abartmayalım.
“Otoriter eğilim giderek artıyor” saptamasını yapmak başka bir şeydir, “Bugün 12 Eylül’den de beter... Faşizm geldi...” diye abartmak başka bir şey.
Fadime ile İklim arasındaki farklar
- Fadİme 28 Şubat’ın “Neler dönmüş neler” dedirtme unsuruydu... İklim ise yeni dönemin “Neler dönmüş neler” dedirtme unsuru.
- Fadime’nin küçük balığı Müslüm Gündüz, büyük balığı Ali Kalkancı idi... İklim’in büyük balığı Deniz Baykal, küçük balığı Muharrem İnce...
- Fadime İslami kesime göre “eğitilmiş bir ajan” idi... İklim ise CHP’lilere göre “eğitilmiş bir ajan”.
- Fadime gözyaşlarına boğularak anlatırdı... İklim ise “böğürerek ağlamak” istediğini söylüyor.
- Fadime’nin “inanılmaz bir inancı” vardı... İklim’in ise “inanılmaz soruları” ve “inanılmaz röportajları” var...
- Fadime olayını bir taraf köpürtmüştü... İklim olayını ise öbür taraf köpürtüyor.
- Fadime olayında “imam nikâhı” savunması vardı. İklim olayında ise “iltifatı aşan sözler” suçlaması var.
- Fadime “tarikatların cinsellikle imtihanı” idi... İklim ise “sosyal demokrasinin cinsellikle imtihanı” gibi...
- Fadime irtica tehlikesinin deliliydi... İklim ise Ergenekon tehlikesinin delili yapılmaya çalışılıyor.
Joost Abimizden süper bir benzetme
BİR zamanlar Türkiye’nin AB macerasında mühim roller oynayan Hollandalı parlamenter Joost Lagendijk Abimiz, bir süredir Zaman Gazetesi’nde köşe yazıyor.
Umarım yazmaya devam eder.
Çünkü Joost Abimiz, son günlerde Ergenekon konusunda savcılardan bile daha “ödünsüz” bir çizgi izleyen Zaman Gazetesi’nde “bol kuşkulu, bol acabalı” yazılar yazıyor.
Ama ben en çok dünkü yazısındaki benzetmeye vuruldum.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarının Ergenekon Davası’na duyulan güvene ağır bir darbe vurduğunu yazan Joost Lagendijk’in süper benzetmesi aynen şöyle:
“Bu adeta Saadet Partisi yönetim kurulunun içkili araba kullanmaktan tutuklanması gibi bir şey... Teoride doğru olabilir ama kimse buna inanmaz.”
Alışveriş merkezlerine dair bir geyik denemesi
- GALLERİA: Galleria demek Turgut Bey demektir, Semra Hanım demektir. O küçük ve sevimsiz buz pateni pisti demektir. (Şimdi kalkmış.) 80’lerin sonu demektir.
- ASTORİA: Fazla lirik. İçinde gezerken “Önde zeytin ağaçları/Arkasında yar” şiirini söyletir.
- KANYON: Kasıntı biraz... Biraz da müstekbir... Azıcık da şiirsellik var... Ama şu kesin: Havalı... İki anlamda da havalı...
- METROCİTY: Onda hep bir ikinci plana atılmışlık hissi, bir keder buğusu, hep bir haksızlığa uğramışlık edası yok mu?
- NİŞANTAŞI CİTY’S: İstanbul’un en acemi, en heyecansız, en enerji çalan, en basık, en gerekçesiz havalı alışveriş merkezi burası galiba.
- AKMERKEZ: Eskiden fırtına gibi eserdi. Adı bazı kadınlara lakap olmuştu. Ama yaşlandı artık. Cidden çok yaşlandı.
- PROFİLO: Bir şefkat hissi uyandırıyor insanda... Çok babacan... Kasmıyor, ezmiyor, eşlik ediyor.
- CAPİTOL: Caka satmayan bir mustazaf gibi... Derinliklerine dalınca İslami sol havayı hemen yakalarsınız.
- CEVAHİR: Koskocamanlığına rağmen ezikliğini saklayamıyor. Biraz da yandaş galiba...
- İSTİNYEPARK: Birleşik ya da birleşik olmayan petrol zengini Arap emirliklerindekine benziyor fena halde... Küstah ve görgüsüz...
Tarihimize damga vuran eşsiz sözler
- Çakıcı aradığında vücut kimyam bozuluyordu. (Korkmaz Yiğit)
- Adamı mermi manyağı yaparım. (Karagümrüklü Ergin biraderlerden Nuri Ergin)
- Rüşvetin belgesi mi olur p....k. (Selim Edes’ten Engin Civan’a söylenmiş bir söz)
Paylaş