Paylaş
Neden?
Korkuyor mu?
Erdoğan’la 2004 yılına kadar birçok televizyon programı yapmış biri olarak şunu söyleyebilirim:
Erdoğan “sıkıştırıcı” sorular karşısında harikalar yaratan bir siyasetçi.
Öfkelendiğinde daha atak oluyor.
Sıkıştırma maksatlı sorular karşısında daha etkili bir performans sergiliyor.
Yani?
Korkmasına gerek yok.
O halde neden çıkmıyor kendi seçmediği gazetelerin karşısına?
Neden “Sayın Başbakanım, harikasınız ve de müthişsiniz” ya da “O kadar şahanesiz ki artık bizim AB’ye girmemize gerek yok, AB bize girsin” diyecek türde gazetecilerin karşısına çıkmayı tercih ediyor?
Şundan dolayı:
Başbakan bir süredir kendisini “Her türlü sorunun sorulabileceği bir siyasi lider” olarak değil de, “Bazı sorulara asla ve kata muhatap olmaması gereken bir dünya lideri” olarak görüyor.
Başbakan’ın kendi seçtiği gazetelerin karşısına çıkarken içinden geçirdiği cümle şöyle bir şey:
“Biz öyle her türlü soruya maruz kalacak kadar sıradan siyasetçi miyiz yahu?”
Yapılır mı bu Orhan Baba’ya
SANATÇILAR için Orhan Gencebay’ın herhangi bir şarkısını söylemek bir onurdur. Tarkan, Orhan Baba’nın şarkısını seslendirerek Orhan Baba’yı onurlandırmış olmaz, kendisini onurlandırmış olur.
Ajda da öyle...
Sibel de öyle...
Hatta Sezen de öyle...
“Orhan Baba’ya saygı” albümünde yer alan bazı sanatçıların, bu albüm hatırına düzenlenen geceye “Lütfettik, şarkısını söyledik; bir de gecesine mi gideceğiz” tutumu takınmaları, her şeyden önce ayıptır.
Hele işin içine “Albümden para kazandı, bir de geceden mi para kazanacak?” laflarını sokmak ayıptan da ötedir.
Orhan Gencebay gecesine katılmayan Tarkan’a, Ajda’ya, Sibel’e, Ebru’ya sesleniyorum:
Eğer olayı “lütuf” gibi algılıyor idiyseniz, en baştan “Ben yokum” demeliydiniz.
Hem Orhan Gencebay gibi büyük bir sanatçının albümünde yer almanın saygınlığından yararlanmak, hem de “Lütfettik şarkısını söyledik, daha fazla bir şey istemesin bizden” tavrı koymak olmaz.
Unutmayın:
Orhan Baba’nın şarkıları sizlerle bir anlam kazanmadı.
Siz onun şarkılarıyla bir anlam daha kazandınız.
Yaşasın! Davutoğlu nihayet ‘ateşkes’ dedi
AHMET Davutoğlu çıktı ve şöyle dedi: “Dünya kamuoyu önünde Suriye’de çatışan tüm taraflara çağrıda bulunuyorum: Hiç değilse bayram süresince ateşkes ilan edin.”
Ne çıkıyor bu çağrıdan?
Şu çıkıyor:
Demek ki Suriye’de meselenin çözümü için ille de tarafların savaşması gerekmiyormuş.
Hatta savaşmasalar daha iyi olurmuş.
Hatta kesintisiz ateşkes ilan etseler çok daha iyi olurmuş.
Davutoğlu “taraflara ateşkes çağrısı” yaparak...
Aslında şu mesajları da vermiş oldu:
Savaşsız çözüm mümkündür...
İçsavaşın devam etmesi iyi bir şey değildir.
Suriye krizinin çözümü, taraflardan birine silah ve savaşçı yardımı yapmaktan geçmiyor.
Ateşkes durumu, bayram edilmesi gereken bir durumdur.
İçsavaş çıkarmak ile Esad’ın zulmüne son vermek arasında tam ve kesin bir bağ yoktur.
Kürt sorunu: Bir kısırdöngünün pençesinde
Önce şöyle oluyor:
Açılım.
Açılımın sona ermesi...
İdris Naim çizgisi...
Öldürerek bitireceğiz kararlılığı...
Bir süre böyle gidiyor.
Sonra “öldürerek bitirilemeyeceği” anlaşılıyor.
Ve yeni süreç şöyle ilerliyor:
Başbakan Erdoğan’dan “İmralı’yla da görüşürüz” diye bir açıklama...
Herkeslerde acayip bir heyecan fırtınası...
Ortalıkta “Açılım yeniden başlıyor” fiskosu...
Minicik bir açıklamadan sayfalar dolusu yazı çıkarma...
Ve en sonunda yeniden İdris Naim çizgisi...
Bu kısır döngü sürerken... Şehit cenazeleri yürek dağlıyor, terörist naaşlarından zafer çıkarılıyor, hapishanelerde ölüm oruçları kırkıncı güne giriyor.
Yerli dizi klişeleri
Dizilerinin azıcık aykırı gözükmesini isteyen diziciler, hemen bir Ahmet Kaya şarkısı patlatırlar dizinin orta yerinde...
Her sezon finali mutlaka bir düğün töreniyle taçlanır.
Yoğun bakımda yatan hastaya mutlaka camekândan bakılır.
Türk dizilerinin asla vazgeçemediği iki mekân: Hastane ve hapishane...
Dizilerde hamile kalmak çocuk oyuncağıdır.
Dizilerin olmazsa olmazı: Uzun bakışmaların fonuna dayarlar feryat figan fırtınalı bir müzik.
Dizilerdeki oyunculuk gösterisi: Ağlayanların hep böğürerek ve haykırarak ağlaması...
Sesi birazcık iyi olan oyunculardan biri dizide mutlaka bir şarkı patlatır ve o şarkı sanal âlemde mutlaka “tık” rekoru kırar.
Her dizide mutlaka dert ortağı bir halk filozofu olur... Kimi balıkçı, kimi şarapçı, kimi bakkal...
Dizilerde hayat: Bütün aileler yüksek tavanlı, ahşap merdivenli ve cumbalı evlerde otururlar.
Dönem dizilerinde dönemin dilini yakalamak maksadıyla, “lakin” ve “zira” sözcüklerine bolca abanılır.
Dizilerde bütün şirketler ‘holding’tir.
Kısırdöngü hep şöyle ilerlemeli: Fakir kız/Zengin erkek... Zengin kız/Fakir erkek...
Hiçbir Türk dizisinde “Ses sesin üstüne binemez” diye özetlenebilecek ilkel sinema kuralı gereği iki kişi aynı anda konuşamaz.
Ziya Gökalp’in şiiri ile Ömer Hayyam’ın şiiri
İKİSİ de adam yargılatır.
İkisinin de şairlerine ait olmadığına dair sayısız rivayet vardır.
İkisinin de edebi değeri zayıf, verdiği mesajlar yadırgatıcıdır.
İkisi de dönemine göre tehlikelidir.
İkisi de suça konu olur.
İkisi de kendi çaplarında meşhur olmuştur.
Paylaş