Paylaş
Kendilerini medyanın kodlarını çözmeye adamış abilerimiz, hemen analizi patlatmaya başladılar:
“Bunlar vuruşacak...”
Güya Milliyet’teki yeniden yapılanma, Aydın Doğan’ın “vuruşma azmi”nin bir göstergesiymiş...
Çünkü...
Milliyet, görece sert bir ekibe teslim edilmiş...
Fehmi Koru’su da böyle diyor, Yiğit Bulut’u da...
* * *
Sanırım sorun şurada:
Bu arkadaşlar, “gazete” ile “okur memnuniyeti” arasındaki ilişkiyi, yani bu kadim dengeyi hepten unutmuş, hepten hesap kitaptan çıkarmış durumdalar...
Akılları fikirleri iktidarda...
Buralarda bir yerlerde bir değişiklik mi oluyor?
Hemen gözlerini kısıp tepeye bakıyorlar ve şöyle mırıldanıyorlar: “Acaba Tayyip Abi bu durumdan memnun olur mu?”.
Sorunun cevabı “Hayır” ise...
Basıyorlar hükmü:
“Bunlar vuruşacaklar...”
Diyelim ki Milliyet’in başına, gözü Tayyip Bey’den başkasını görmez ve müşteri memnuniyetini falan takmaz kapıkulu bir gazeteci getirildi...
Bu durumda da “Milliyet batar” demek yerine...
“Barışacaklar... Beyaz bayrak uzattılar...” falan diye analiz patlatırlar...
Ne çıkıyor bu analizlerden?
Şu çıkıyor:
Okur memnuniyetini falan bir tarafa bırakıp, gazeteyi bir kapıkuluna teslim edersen barışmış olursun...
Yok eğer okur memnuniyetini gözetip gazeteyi daha çok tiraj aldıracağını düşündüğün bir ekibe teslim edersen vuruşma azmini sergilemiş olursun...
Kafa bu... Mantık bu...
* * *
Hadi bütün bunları bir tarafa bırakalım...
Ortada henüz esaslı bir “vuruşma kararı” falan olmadığı halde...
Üç-beş köşe yazarının “gözünün üstünde kaşın var” demesine içerlenilerek...
Gazete sahibinin üzerine rakamla yazmasını bile beceremeyeceğimiz türden muazzam vergi cezalarının salındığı bir memlekette...
Vuruşsan ne olur, vuruşmasan ne olur?
Bir köşe yazarı zaaflarını yazıyor
* Küçük bir kız çocuğunu taciz ettiği gerekçesiyle Hüseyin Üzmez’e onca lafı ettiğim halde, 30 yıl önce 13 yaşındaki bir kız çocuğuna fenalıklar yapan Roman Polanski’ye, sevdiğim ve tekrar tekrar seyrettiğim bütün filmlerin yönetmeni olmasından dolayı “Allah belasını versin”
diyemiyorum...
* Bugün buralarda kafama göre takılıp gitmenin havasını atarken, kendi kendime sorduğum
“Eğer eskaza yandaş medyada yer almış olsaydın ne yapardın aslanım” sorusuna, “Basardık istifayı be baba” diye yanıt verdiğim halde kuşkuyu da elden bırakamıyorum...
* Şöhretler dünyasına hayli kapalı olduğum yazarlık hayatımın ilk günlerinde zerre kadar denge gözetmeden yazarken... Şöhretler dünyasına biraz kapı araladığım bugünlerde farkında olmadan bile denge gözetiyorum...
* Bazen magazin eklerinden aldığım “hayatın ve insanlığın dinamikleri” konulu müthiş dersler, ana gazetelerden aldığım dersleri solluyor... O yüzden magazin eklerine, bazen ana gazetelerden daha fazla vakit ayırıyorum...
* “Düşman sayımın artması/dost sayımın azalması” durumundan zerre kadar ürküntü duymadığım edasını takınsam da... Şeytan bazı zamanlar “Bu gittiğin yol, yol değil... Kendine mukayyet ol...” falan diye vesveseye yol açıyor...
Paylaş