Paylaş
Ey hükümet yetkilileri!
Kimsenin size algı operasyonu çekmesine gerek yok.
Algı operasyonunu siz kendi kendinize çekiyorsunuz.
Algıyı kızıştıran sizsiniz.
*
Ayırmışsınız kendi kaderinizi, vatandaşın kaderinden.
“Aman hükümetimize bir şey olacak, aman başımıza bir hal gelecek, aman bu işler büyüyecek” endişesiyle hata üstüne hata yapıyorsunuz.
Tezleriniz, kıyaslamalarınız, edanız, tavrınız, üslubunuz, yaklaşımınız... Bir felaket!
*
Ey devletliler!
Ey hükümet yetkilileri!
Hiçbir kusur kabul etmiyorsunuz.
Hiçbir yanlışı üzerinize almıyorsunuz.
Yaptığınız açıklamalar, bu boyutta büyük bir faciaya uygun düşecek açıklamalar değil.
Açıklamalarınızda “insan” yok, “vicdan” yok, “mahcubiyet” yok, “mantık” yok, “tutarlılık” yok.
Bir tek şey var: “Biz bu işten nasıl daha az zarar görürüz” endişesi.
Bu endişeniz ölümler karşısındaki üzüntünüzün bile önüne geçmiş durumda.
En azından böyle hissediliyor, böyle hissettiriyorsunuz.
*
Bıktık Uzakdoğu’dan örnek vermeye ama daha dün gemi battı diye Güney Kore’de başbakan istifa etti.
Hadi siz o kadar büyük davranmayın.
Bir küçük özür, bir minik mahcubiyet bile yeter.
*
Bırakın şu “biz her durumda kuyruğu dik tutarız” tavrını.
Bırakın laf yarıştırmayı, polemik yapmayı, kusur kabul etmeyen tutumu...
Siz laf yarıştırdıkça, siz polemiklere daldıkça, siz kusur kabul etmedikçe...
Galeyan halinin ortaya çıktığını unutmayın.
*
Ey devletliler!
Ey hükümet yetkilileri!
En iyi algı operasyonu vicdani ve insani şeyler söylemektir.
Vicdani ve insani bir duruş sergileyin.
Vicdani ve insani duruş sergileyene...
Yeryüzünün bütün çakalları algı operasyonu çekse bile sökmez.
Taner Yıldız bile
ENERJİ Bakanı Taner Yıldız’ın gayret ve çaba içinde olduğu açık...
Tutumu da gayet yerinde:
Kendisini protesto edenlere saygıyla yaklaşıyor, “Neden istifa etmiyorsunuz” diyen kişiye nazikçe cevap veriyor, medenice diyalog kuruyor, öfkesini kontrol ediyor, tahammül gösteriyor.
*
Fakat işte o bile “300 işçi kardeşimizi kaybetmiş olarak burayı kapatırız” şeklinde “sanki borsada işlem kapatıyormuş” tarzı ifadelere yer verebiliyor.
Basın toplantısına değil savcılığa gitmeliler
CUMHURİYET tarihinin rekor sayıda ölümlü maden ocağı kazasında şu ana kadar bir tanecik bile gözaltı yok.
Şirketin müdürünü, yetkilisini bir kenara çeken yok.
İki kişinin öldüğü kazalarda bile ifadesi alınırken maden sahibine “Gel birader” diyen yok.
*
Maden ocağının bağlı olduğu şirketin sahibi ve yöneticilerinin yapması gereken şey basın toplantısı değildir.
Savcılığa gidip ifade vermektir.
Ama bunun için önce savcıların “Gelin bakalım buraya” demesi gerekmektedir.
Basın toplantısından benim anladığım
MADEN şirketinin basın toplantısını izledim.
Benim çıkardığım sonuç şudur:
*
Basın toplantısındaki kargaşaya, kaosa, düzensizliğe, organizasyonsuzluğa, aynı anda her kafadan çıkan sese, yetkililerin birbirlerini tutmayan beyanlarına falan bakınca...
Bu anlayışın ve yaklaşımın yönettiği maden ocağındaki felaketin nedenini daha iyi anlıyorsunuz.
Allah maden işçilerimizi yeni belalardan ve yeni felaketlerden korusun.
Tekmeyi savunmak, tekmeciyi korumak
“TEKMECİ danışman” fotoğrafını görünce...
“Artık bu kadarı da fazla” demiştim.
Sonra da “İnşallah bunu da savunmaya kalkmazlar” diye içimden geçirmiştim.
Fakat heyhat!
Korktuğum başıma geldi.
*
Bir yandan Yalçın Akdoğan, bir yandan Hüseyin Çelik bin dereden su getirir gibi savundular “tekmeci danışman”ı.
Hepimizi ikna etmeye çalıştıkları şey şu:
“Danışman” saldırıya uğradı, yedi gün rapor alacak kadar dövüldü ve kendini savundu.
*
Fotoğrafta gördüğümüz ise şu:
O danışman, üç polisin yere yıktığı göstericiye öyle bir vuruyordu ki...
Sanki topun gelişine vole atan bir futbolcu gibiydi.
Yani o denli gürbüzdü “Danışman Bey”.
*
Yalçın Akdoğan’lara, Hüseyin Çelik’lere bir çift sözüm var:
Sırf “aman danışmanımızı yedirmeyelim” hevesiyle ve “sütte leke var bizde yok” algısını yaratmak maksadıyla...
Bu denli bariz bir olayı yalanlayarak...
Sadece ve sadece size inananların ve güvenenlerin sayısını azaltıyorsunuz.
Haberiniz olsun.
PR’cının da fırçasına maruz kalan bir basın
DÖNEM, gazeteci fırçalama dönemi.
Başbakan fırçalar, bakan fırçalar, milletvekili fırçalar, genel müdür fırçalar, vali fırçalar, kaymakam fırçalar.
Bir PR’cılar kalmıştı.
Çok şükür dünkü “maden şirketi sahibinin basın toplantısı”nda o da gerçekleşti.
Şirket adına basın toplantısı organize eden “PR’cı hanımefendi”, bir güzel azarladı gazetecileri.
*
Ama bizim meslektaşlarda da kabahat var.
İçlerinde biri de çıkıp “Siz kim oluyorsunuz hanımefendi, hangi sıfatla bu toplantıyı yönetiyorsunuz ve hangi sıfatla bize böyle çıkışıyorsunuz” falan diyemedi.
Şiirini de al git
BİRİNCİSİNDE tamam.
İkincisinde tamam.
Üçüncüsünde tamam.
Ama artık yeter.
*
Biz milletçe her acıda, her ıstırapta, her matemde, her faciada “Aha! İşte şimdi sıra geldi Yılmaz Erdoğan şiirine” mi diyeceğiz?
Mecbur muyuz alttan figan müzikleri eşliğinde, dokunaklı karelerin üzerine boca edilmiş tumturaklı sözlerle bezeli Yılmaz Erdoğan şiirlerine maruz kalmaya?
Her facia, “önce acılar yaşanacak/sonra Yılmaz Erdoğan şiiri gelecek” rutinine mi bağlanacak?
Sabotaj var
“SABOTAJ” imasında bulunanlar var.
Açıktan söylemiyorlar ama.
Sadece fısıltıyla “Bir karanlık el bu işi yaptı” falan diyorlar, o kadar.
*
Evet, bu olayda bir sabotaj var.
Bu sabotajın unsurlarını sayıyorum:
Tedbirsizlik, ihmal, işçinin canını hiçe sayma, güvenlik için gereken yatırımı yapmama, cehalet, kâr hırsı, para hırsı...
Paylaş