Kıl çadır, yer minderi, nargile, gözleme vs.

ÇOK sevgili Kadir Abi...

Evvela mahsus selamımı gönderir, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim.

Kadir Abi... Bu sana ikinci mektubum... Biliyorum, ‘ilk mektup’ nedeniyle kırgınsın bana...

‘Yazı’yla namuslu ilişki kurmaya ahdeden birine, bu tür kırgınlıkların şaşırtıcı gelmeyeceğini bilmeni isterim.

Yazıya kıymet vermesem, ‘Kadir Abi küskün çiçektir, aman arayı açmayalım’ filan derim.

Ama işte görüyorsun: Öyle yapamıyorum...

‘Birinci mektup’un sancısı sürerken, tutup ‘ikinci mektup’u yazıyorum.

Sen bana bakma Kadir Abi, ben iflah olmam.

***

Gelelim bu mektubu yazma nedenime...

29 Mayıs’a birkaç gün kala, yani ‘Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin bundan seneler önce atına atlayıp ‘Ya ben bu İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni’ diye haykırdığı günün yıldönümünde, bir öğle vakti, Taksim’den geçerken gözüm meydanın en görünür yerindeki o ‘kıl çadır’a takıldı.

Kırmızılı yörük minderlerinin süslediği o ‘kıl çadır’, İstanbul’un fethi şerefine meydanın en ortalık yerine yerleştirilmişti.

Amaç herhalde, başta turistler olmak üzere meydandan geçen kalabalığa, ‘Osmanlı medeniyeti’nin ne muhteşem bir medeniyet olduğunu göstermekti.

Ve fakat Sevgili Kadir Abi...

Söyler misin ‘Osmanlı’ bu mudur?

Osmanlı kıl çadır mıdır? Renkli macun mudur?

Ya da peynirli gözleme midir?

Nargile ve yer minderi midir?

***

Sevgili Kadir Abi...

‘Fikir bana ait değil’ filan diyebilirsin. Ama unutma ki ‘Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa bir koyunu / Tutar da adl-i ilahi sorar Ömer’den onu’...

Öyleyse bu tuhaflığın hesabını senden sorabiliriz.

Anadolu’dan İstanbul’a göç ettikten sonra uyum sorunları yaşayanların kurdukları ‘hemşeri dernekleri’ndekilerin aklına gelebilecek sembollerle ‘fetih’ kutlaması yapmak da neyin nesidir?

Yaşın genç olsa, sana ‘Yürü hálá ne diye oyunda oynaştasın / Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın’ diye seslenmek isterdim.

Ama neylersin ki durum ortada.

Belki de en iyisi danışmanlardan ‘Osmanlı medeniyetinin sembolleri’ konulu küçük bir ders almaktır.

Ülkücüden Ninja olur mu?

SAKIN içinde ‘ülkücü mafya’ filan geçiyor diye dolmuşa binmeyin.

Ben sizin için kendimi feda ettim ve ‘Kurtlar İmparatorluğu’ adlı parodiyi seyrettim.

Çıkan sonuç şudur:

Filmdeki ‘ülkücüler’ ile gerçek ‘ülkücüler’ arasında uzak yakın hiçbir benzerlik yok.

Filmde anlatılan ‘Bozkurtlar’ adlı ‘ülkücü’ grubun özelliklerini sıralayalım da ne demek istediğimiz anlaşılsın:

1- Grubun silahlı kanadı görüntü olarak PKK militanlarına benziyor.

2- Özel yetiştirilmiş ülkücü suikastçılar, şaşırtıcı bir biçimde ‘Ninja’ özelliği taşıyor.

3- Ülkücü grubun lideri olan şahıs, Devlet Bahçeli ya da Mehmet Gül’den ziyade Hasan Sabbah’ı andıran bir tarikat şeyhi gibi...

4- Ülkücü grup, bir vuruşta dört adamı yere seren kadın militana sahip...

Ve bunlara benzer bir yığın saçmalık.

Kısacası ‘İçinde ülkücüler varmış kardeş, gidip görelim’ diyenler, filmin her karesinde ‘İyi ama bunlar bizim bildiğimiz ülkücüler değil’ diye isyan edecekler.

Peki ‘Gerçekliğe uymayan bölümleri’ görmezden gelip filmi salt bir aksiyon filmi olarak değerlendirirsek ne demek gerekir?

Sözü uzatmaya gerek yok, şöyle bir şey dense yeridir:

Fransızlar bu işi bilmiyor abi, kurban olayım Hollywood’un aksiyon filmlerine...
Yazarın Tüm Yazıları