Paylaş
*
İnsanlık tarihinin en eski parlamento binasından içeri girdiğimde galiba gotik mimarinin kasveti nedeniyle biraz gergindim.
*
Tarihi binanın büyük salonlarını geçip geniş koridorlarında ilerlerken...
Sağımda ve solumda İngiltere tarihinde başbakanlık yapan ne kadar şahıs varsa tümünün heykelleriyle karşılaştım.
- İşte bu Binali Yıldırım’a benziyor!
- Aha bu da aynı Ahmet Davutoğlu!
Falan diye havayı kendi açımdan biraz yumuşatmaya kalktıysam da...
Gerginliğim zerre kadar geçmedi.
*
İçimde bir sıkıntı vardı.
Ve ben böyle hissettiğimde bela, mutlaka gelir ve beni bulurdu.
*
Parlamento binasındaki uzun yürüyüşün ardından konuşma yapacağım salona ulaştım.
Beş yüzyıllık yapının en tarih kokan salonlarından biriydi burası.
Salonda bana ayrılan yere oturdum.
Öncelikle dinleyici olarak gelenleri şöyle bir süzdüm:
Kalabalıktılar.
Ve benim aksime son derece rahat, enerjik ve dinamik gözüküyorlardı.
*
Kısa ve acısız bir nutukla başladım.
- Tayyip Erdoğan şöyle...
- Muhalefet böyle...
- Medya desen zaten hiç sormayın...
Falan diyen bir nutuk...
*
Sonra sorular gelmeye başladı:
- Ne olacak memleketin hali?
- Başkanlık sistemi için ne diyorsun?
Falan türü zararsız sorular.
*
Kısacası toplantımız...
Gayet sıkıcı, gayet tekdüze, gayet sürprizsiz, gayet uslu, gayet seviyeli, gayet düzeyli bir şekilde ilerliyordu ki...
En arka sıralardan bir adam parmak kaldırıp söz isteyince...
Ortalık bir anda karıştı.
*
Adam PKK sempatizanıydı.
Yasadışı gösterilerde korsan bildiri okuyanlara özgü sertlik, sekterlik ve ödünsüzlük içindeydi.
Söylediklerine bakarsanız...
- Tayyip Erdoğan ile ben, el ele verip Kürtlere savaş açıyordum.
- Tahir Elçi’yi ben öldürmüştüm.
- Her şeyin sorumlusu bendim.
*
Adam, bu akıl almaz tezleri, dünyanın en normal tezleriymiş gibi gayet rahat bir şekilde haykırdı.
Ardından da salondaki yandaşlarıyla birlikte içinde Tayyip Erdoğan ile benim adımın yan yana geçtiği sloganlar atarak salonu terk etti.
*
Olgun pozlar takınarak...
“Protesto haklarını kullandılar” falan türü sözler mırıldandım.
Eh ne de olsa “demokrasinin beşiği” denilen bir yerdeydik.
*
Salona hareket gelmişti.
Dikkatler toplanmış, uyuklamalar geçmiş, yeknesaklık yerle yeksan olmuştu.
*
Derken efendim ikinci bir “ekşın” gelmesin mi?
*
“Fevzi” isimli Türkiye’deki iktidar muhaliflerinin en yüz karası bir tip, benim aleyhinde yazdığım bir yazıyı gerekçe göstererek...
Sözlü saldırıda bulundu.
- Yok benim bir yazımla kendisi hapse tıkılmış...
- Yok o küfürlü mesajları kendisi yazmamış da telefonunu çalanlar yazmış...
- Yok ben Sedat Peker’i evimde ağırlamışım.
Falan filan...
*
Tam kendisine cevap verecektim ki...
Sövüp sayarak toplantıyı terk etti.
Ben de tam giderken...
Hak ettiği ne kadar kelime varsa hepsini sıraladım.
Çünkü bu Fevzi, herhangi bir anlayışlı yaklaşımın konusu olamayacak denli nadan bir adamdı.
*
İkinci saldırıyı da atlattıktan sonra...
Salona doğru döndüm ve gülümseyerek şöyle dedim:
“Üçüncüsü olursa giderim”.
*
Neyse ki üçüncüsü olmadı.
Ama sanırım tarihi parlamento, beş yüzyıllık tarihinde gördüğü sayısız gürültülü toplantılardan birine daha ev sahipliği yapmanın haklı gururunu yaşıyordu.
*
Toplantı bitti...
Durumum feciydi.
Özellikle toplantıyı izleyen başka milletlerden dinleyiciler açısından çok tuhaf ve çok kafa karıştırıcı bir imaja sahip olmuştum:
- Erdoğan’a otoriter diyordum...
- Erdoğan’la birlik olup Kürtlere savaş açıyordum.
- Rahmetli Tahir Elçi’nin ölümüne sebep oluyordum.
- Sedat Peker’i evimde ağırlıyordum.
- Bir yazımla masum Fevzi’yi hapse tıktırıyordum.
Falan...
Kim bilir arkamdan neler düşünmüşlerdir ve neler demişlerdir.
*
Kendimi bin bir umutla ta Amerikalara Muhammed Ali’nin cenazesine giden ama umduğunu bulamayan bir “reis” gibi hissederek...
Salondan ayrılıyordum ki...
Muzip bir dinleyici yanıma yaklaştı...
Ve Roman Açılımı sırasında Kibariye Hanım’ın Tayyip Erdoğan’a söylediği o tarihi sözü bana uyarlayarak...
Şöyle dedi:
“Olay adamsın azizim... Olay adamsın vesselam”.
Paylaş