Paylaş
İmam-Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği’nin düzenlediği “İmam Hatipliler Kurultayı”nda yaptığınız konuşmada demişsiniz ki:
“İmam hatip mezunu olmayı hayatım boyunca büyük bir gurur vesilesi olarak yüreğimde taşıdım. Bize ‘cenaze yıkayıcısı’ dediler, bize ‘taşralı’ dediler, ‘köylü’ dediler, ‘zenci’ dediler; bize ‘Siz doktor olamazsınız, mühendis olamazsınız, kaymakam, vali, siyasetçi olamazsınız’ dediler. Allah’ın izniyle millete güvendik ve milletin teveccühüne mazhar olduk.”
* * *
Sayın Başbakan...
Ben de bir imam hatipliyim.
Ama ben, sizden farklı olarak imam hatipli olmayı hayatım boyunca büyük bir gurur vesilesi haline getirmedim.
Böylesi bir gururu yüreğimde hiç taşımadım.
Yanlış anlaşılmasın: Ne imam hatipli olmaktan utandım, ne de imam hatipliliğimi sakladım...
Ama imam hatiplere “kutsal mektep” muamelesi de yapmadım.
Çünkü bana göre, hiçbir mektep kutsal değildir.
Mekteplere boylarından büyük misyonlar yüklenmesine itirazım var benim. Eğer bunu yaparsak, o mekteplere giden minicik çocukların çelimsiz omuzlarına da ağır yükler yüklemiş oluruz.
Belki bazı çocuklar o ağır yükü kaldırabilir.
Ama ya kaldıramayanlar?
Onlara yazık olmaz mı?
Hem sonuçta imam hatip dediğimiz okullar, Türkiye’nin “din eğitimi” sorununa kökten çözümler getirmeyen sağ iktidarların, hem devleti ürkütmemek hem de dindar ahaliyi tavlamak için buldukları bir arkadan dolanma yöntemi değil midir?
Bunun nesiyle iftihar edelim ki?
* * *
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim Sayın Başbakan...
Bir mektebe boyundan büyük misyonlar yüklemek ne kadar lüzumsuz bir çaba ise...
Bir mektebi, sırf içinde okutulan dersler nedeniyle aşağılamak, ayırımcılığa tabi tutmak, ötekileştirmek de o kadar ahlaksızca bir tutumdur. Haklısınız, imam hatiplere bu yapılmıştır.
Ama bu haksızlığın yapılmış olması, benim imam hatiplilikten ekstra bir iftihar vesilesi çıkarmamı gerektirmez.
Hasan Cemal’in Allah’ın belası geçmişi
HASAN Cemal, “Urfa’da Oxford vardı da gitmedik mi?” serzenişine benzer bir serzenişte bulunmuş dünkü yazısında.
Mülkiye’de okurken Hasan Cemal’e...
Kürtleri öğretmemişler, Alevileri öğretmemişler, İstiklal Mahkemeleri’nin derinliklerini öğretmemişler, otoriter laiklik anlayışının baskılarını öğretmemişler, Dersim’i öğretmemişler.
“Karanlıkta tutulduk” diye yakınıyor Hasan Cemal...
Ve buradan bir “Allah’ın belası geçmiş” edebiyatı çıkarıyor.
* * *
İlahi Hasan Cemal...
Sanki Mülkiye’den değil anaokulundan söz ediyorsun.
Her üniversite öğrencisi meşrebine göre bir alternatif kaynağa yönelir, bu senin aklına gelmedi mi?
Hadi diyelim ki kaynak bulamadın.
Bir Kürt’le sohbet etmek de mi aklına gelmedi? Bir Aleviyle, bir Nurcu ile iki dakikalık temas da mı kuramadın?
Sen hep her devrin hakim paradigmasını olduğu gibi kabul edip, ardından da “Bunu bana öğretmediler” diye yakınacak mısın?
Yoksa bu aslında genel bir sorun değil de münhasıran senin geçmişine musallat olmuş bir aksilik mi?
Nedir benim filmlerle alıp veremediğim
- Kendimi “Senaryo zayıf, bazı sahneler inandırıcı değil ama yine de emeği geçenlere teşekkürler” şeklinde yavşakça cümleler yazarken yakalamak istemiyorum.
- Eğer bir filme “küresel başyapıt” muamelesi çekiliyorsa, ben o filmi başka küresel başyapıtlarla mukayese ederim. Ama eğer “Bu film sadece biz Türkler için bir başyapıttır” denilirse, mesele kalmaz.
- Se7en’ı hayranlıkla seyretmiş birinin Av Mevsimi’ne fit olmasını rahmetli Ecevit’in deyişiyle içime sindiremiyorum.
- Mahsun söz konusu olduğunda ağzıma geleni söylüyorsam, Yavuz Turgul söz konusu olduğunda da ağzıma geleni söylemeliyim.
- Bir yönetmenin yaptığı yeni film, o yönetmenin geçmişte yaptığı iyi filmler hatırına övülmez. Tam tersi... Bir yönetmenin yaptığı yeni film, o yönetmenin geçmişte yaptığı iyi filmler hatırına yerin dibine batırılır.
- Hiçbir oyuncu tabu değildir. Şener Şen de tabu değildir. Her filminde döktüren Şener Şen, bir filminde de dökülebilir. Bu söylendiğinde “Sen Şener gibi bir ustaya nasıl böyle dersin” denmez.
- Bir film, perdeye çıktığı andan itibaren lisan-ı hal ile “Beni eleştir / beni değerlendir / beni beğen” diye haykırır. Sinemanın inceliklerinden çakmayan bir köşe yazarının filmle ilgili yazıp çizdikleri, o haykırışa verilmiş mütevazı bir karşılıktır. Yani bir filmi eleştirmek için ille de “sinema ordinaryüsü” ya da “film allamesi” olmak gerekmez.
- Bir filmi göklere çıkaran bir köşe yazarına “Sen de sinemadan hiç çakmıyorsun birader” demek nasıl kimsenin aklına gelmiyorsa, bir film hakkında “Olmamış, hiç olmamış” diyen köşe yazarına “Çok biliyorsan sen de çek bir film” demek de akla gelmemelidir.
- Eğer iddia edildiği gibi “Av Mevsimi” gerçekten bir “zirve” ise, benim gibi sinemadan çakmaz bir köşe yazarının yazıp çizdikleri o zirveden bir şey koparmaz. Ama bana “Verilen emeğe saygı göster” falan denilirse, ortada bir “sahte zirve” meselesi olduğu açığa çıkar.
Cüppeli’nin yanındayız
HAFİFTEN riyakârdır Cüppeli...
Bir yandan “Dünya malına meyil vermem” havası basar...
Bir yandan da villalara karşı merak geliştirir, 5 yıldızlı konfor arayışına girer, jet skiye gönül indirir, iki eşinin yanına bir eş daha getirmeye çalışır.
İslami yorumları da tehlikelidir.
İslam’ı dar kafalı bir şekilde yorumlar, İran’ı düşman ilan eder, Şiilerin kesilmesi gerektiğini falan söyler.
Ama “Cüppeli” böyle bir adamdır diye...
Gizli kameralarla çekilmiş seks görüntülerinin pazara çıkarılmasına alkış mı tutacağız?
Tabii ki hayır!
İşte bu nedenle...
Başta Habertürk olmak üzere Türk televizyon ve gazetelerini, “Cüppeli’nin seks kasetleri”ne itibar etmeyerek, kasetlerin şantajcıların ellerinde patlamasını sağlamaları nedeniyle kutluyorum.
Türkiye demokrasisi için bazı yeni tanımlar
- Biber gazı demokrasisi...
- İstanbul’a gelen protestocuların yolunu Kurtköy’de kesme demokrasisi...
- Canım ciğerim diyerek copla girişme demokrasisi...
- Gözaltı demokrasisi...
- Issız yerde de, işlek yerde de sert müdahale demokrasisi...
- Yerde sürüme demokrasisi...
- O kadar da değil demokrasisi...
Paylaş