Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, "reklam kokan hareketler" kapsamında yeni bir girişim başlatıyormuş.
Gazi Paşa’nın Köşk’teki meşhur "sofra"sından etkilenen Abdullah Gül, "Artık benim de sofram açılsın / Bir çiçek açsın bin fikir yarışsın" diyerek...
"Benim ne eksiğim var" içgüdüsüyle...
Köşk’te bir "Abdullah Gül sofrası" kurmaya karar vermiş.
Tabii ki bu sofra, konukların "Buyurun dostlar buyurun" denilerek davet edildiği türden bir "Halil İbrahim Sofrası" değil de, vakti ve kapsamı belli bir ilim/irfan sofrası olacakmış!
İlk sofranın onur konukları, ünlü edebiyatçı Talat Halman ile ünlü tarihçi Halil İnalcık olarak belirlenmiş.
Evet...
Abdullah Gül’ümüzün, "Gördünüz mü? Ben nasıl bir Atatürkçüyüm" tebessümüyle takdim edeceği, Gazi Paşa’dan mülhem sofra uygulamasıyla ilk bilgiler böyle.
Ne diyelim?
Vatana, millete hayırlı olsun.
Ancak...
Takdir edersiniz ki...
Bu durumda bize de kaçınılmaz olarak "iki sofra arasındaki farklar" meselesine el atmak düşüyor.
İşte "Atatürk’ün sofrası" ile "Abdullah Gül’ün sofrası" arasındaki farklar:
BİR: Atatürk’ün sofrası akşam açılırdı. Abdullah Gül’ün sofrası ise öğle vakti açılacakmış.
İKİ: Atatürk’ün sofrasında "içki yasağı" yoktu. Abdullah Gül’ün sofrasında ise "leblebi"ye ağırlık verilerek Atatürk’e gönderme yapılabilir.
ÜÇ: Atatürk’ün sofrasında her akşam toplananlara "mutat zevat" denirdi. Gül’ün sofrasının da bir "mutat zevatı" olma ihtimali yüksektir.
DÖRT: Abdullah Gül’ün sofrasında Falih Rıfkı’yı Fehmi Koru’nun, Kılıç Ali’yi Perihan Mağden’in, Nuri Conker’i Salih Memecan’ın canlandırması yüksek bir olasılık olarak belirmektedir.
BEŞ: Atatürk’ün sofrasında memleket hakkında mühim kararlar alınır ve uygulanırdı. Abdullah Gül’ün sofrasında da mühim kararlar alınacaktır, ancak bu kararların uygulama şansı maalesef pek yoktur. Çünkü hükümetin başında Gül’den daha güçlü bir adam vardır.
ALTI: Atatürk’ün sofrasında hakiki ve hasbi sohbetler edilirdi. Medya çağının Abdullah Gül sofrasında ise muhtemelen "idare-i maslahat" damgasını vuracaktır.
YEDİ: Bir musikişinas olan Atatürk, sofrasında bazen sanatçıları da ağırlar, onlardan şarkılar dinlerdi. Abdullah Gül’ümüz ise Gazi Paşa’ya imrenip sofraya Sezen Aksu’yu falan çağırır mı acaba? Bu durumda "Öğle yemeğinde Sezen Aksu çekilir mi?" sorusu gündeme gelmez mi?
Daha önceleri nerelerdeydiniz
İSTESE piyasanın meşhur olmak için çırpınan isimlerini donunda sallayabileceğini açıklayan Murathan Mungan’ın da aralarında bulunduğu bir grup yazar ve çizerimiz, geçtiğimiz gün, Ankara’ya kadar zahmet edip Meclis’te DTP’liler ile buluşmuşlar.
Refah Partisi ya da Fazilet Partisi’nin grup toplantılarına katılıp destek mesajı vermediniz?
Neden?
Taraf Gazetesi neden olmadı
Beklenti düzeyi biraz yüksek tutuldu. Bu durumda da o uğursuz, "Bu muymuş günlerdir havası basılan gazete?" sorusu gündeme geliverdi.
İkinci ve üçüncü sayfanın "Ajanslardan alınıp takla attırılmış dış haberler" için ayrılması, nasıl derler, gazeteye biraz sıkıcı bir giriş yapılmasına yol açıyor. Bu durumda da "Bu gazete hani eğlenceli olacaktı?" sorusu gündeme geliveriyor.
Ahmet Altan çok iyi bir yazar. Her gün severek, ilgiyle okuyoruz. Ancak bir tahkimat da şart. Çünkü hiç kimse bir "Ahmet Altan makalesi" okumak için günde bir milyoncuğuna kıymak istemez.
"İkinci Cumhuriyetçilerin sesi" olacağı söylenen gazeteden biraz daha tavır ve tutum beklemek hakkımız değil midir? Neden "Birinci Cumhuriyetçiler", bu gazete karşısında bir korkuya kapılmasınlar ki?
Tamam... Alev Er, hakikaten iyi başlık atıyor. Ama unutulmamalı ki, son tahlilde bu bir denk getirme ve kıvamı tutturma meselesidir. Dolayısıyla bu alan fazla zorlanmasa daha iyi olmaz mı?
Neşe Düzel, Radikal’de haftada bir müthiş röportajlar yapardı. Ancak Taraf’ta haftanın birkaç gününe yayılan Neşe Düzel röportajları, hem kayboluyor, hem de beklenen etkiyi yapamıyor.