Aylar sonra nihayet adam gibi bir ‘Türk filmi’ izleyebildik.
İçinde Kibariye, Akmerkez, Televole’nin gündelik hayattaki yeri, işkembe çorbası, üniversite kazanmaya yüklenen anlam, ‘dallama’ sözcüğü, Atlas Pasajı, sınıf çatışması, Beşiktaş Çarşısı vs. geçen sapına kadar yerli bir film bu.
Ama hemen genç hemcinslerimizi uyaralım:
Diyelim ki ‘Hadi sinemaya gidelim’i bir ‘yakınlaşma olanağı’ olarak gören erkeklerdensiniz.
Sakın ‘yakınlaşma umudu’ taşıdığınız kızları bu filme götürmeyin.
Çünkü bu filmi izleyen kız, filmin özel mesajını kavrarsa vay halinize!
Sinemadan erkek denilen cinsin ne menem bir şey olduğuna dair mesajı almış olarak çıkan kız, size bir pisliğe bakar gibi bakıp şöyle diyebilir:
Ben kız arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorum!
Yani karşımızda bir ‘gençlik filmi’nden ziyade acayip radikal bir ‘kız filmi’ var.
***
Bir sorun daha var:
Perihan Mağden’in ‘İki Genç Kızın Romanı’ adlı sarsıcı kitabının etkisinde kalanlar, bu filmi seyrederken kaçınılmaz olarak bir gerilim yaşayacaklardır.
Bir mukayese halinin getirdiği bir gerilim bu.
Ya da ‘Acaba kitaba ihanet ediliyor mu?’ tedirginliğinin...
Sakın ‘Aman birader, sen daha buralarda mısın, aş bunları, ‘roman’ ile ‘romandan yola çıkılarak yapılan film’in ne kadar farklı şeyler olduğunu hálá öğrenemedin mi?’ filan diyerek ‘öğreten adam’ pozları takınmayın.
Çünkü, ‘teori, pratiği aşıyor’ ve insan ister istemez bir mukayese içine giriyor.
Böyle olunca da filmi seyrettikten sonra kurulan cümleler şunlar oluyor:
Romanı okuyan ‘böğrüne bıçak saplanmış’ gibi hissedip, en az iki gün kendine gelemezken, filmi seyreden ‘yumruk yemiş gibi’ hissediyor ve birkaç saatte toparlanabiliyor.
Roman daha sert ve derindi. Film ise romana göre yumuşak kalmış.
Romanın bir ‘mesele’si vardı, bu meseleye ortak olabiliyordunuz. Filmde ise ‘Mesele nedir?’ sorusunun yanıtını bulamıyorsunuz.
Romanda yer alan çok sarsıcı ‘ceset bulma öyküleri’, alabildiğine sinematografik olmasına karşın filmde yok. Hatta filmde cinayet bile yok ve en büyük eksiklik duygusuna bu neden oluyor.
Romanın sonunda ‘tutunamayanların kaçınılmaz sonu’nu görüyordunuz. Filmin sonunda ise ‘Bizim kız artist olmuş’ tarzında sersem bir klişeyle karşılaşıyorsunuz.
***
Şimdi de Atilla Dorsay gibi yapalım ve biraz ‘ortadan’ gidelim.
Ve tabii ‘roman’ı bir tarafa bırakıp salt ‘film’le ilgilenelim.
Söyleyeceklerimiz şunlardır:
Kutluğ Ataman sarsıcı, değişik, etkileyici ve dönemin ruhunu kavramış bir film ortaya çıkarmış.
Karanlık evlerden birden İstanbul’un aydınlık ama acımasız meydanlarına sert bir şekilde çıkışları sevdim.
Gerçi ben ‘10 puan’ı Behiye karakterini canlandıran Feride Çetin’e verdim ama itiraf etmeliyim ki Leman karakterini canlandıran Hülya Avşar da, Handan karakterini canlandıran Vildan Atasever de çok iyiydi.
Ayrıca evde sürekli açık televizyondan ‘kim kiminle’ tarzı haberlerin yayınlandığı ‘Televole’ programlarının sesinin gelmesine bayıldım ki müthiş bir gerçeklik duygusu uyandırıyordu.
Ve bir de filmdeki Akmerkez aşağılamasından hoşlandım.