Paylaş
Velhasıl değersizleştirmek için ne denmesi gerekiyorsa bin fazlasını söylediler. Çelişkiye düşmeyi zerre kadar takmadan...
SUÇLULAŞTIRMA: Çarşı’dan terör örgütü çıkarmalar, Talcid’den suç malzemesi üretmeler, piyanoyu gözaltına almalar, “İşte 50 kişilik provokatör listesi” diye hedef göstermeler falan... Her türlü protestoyu suç, her türden protestocuyu suçlu konumuna düşürmek için ne gerekiyorsa yaptılar.
ŞEYTANLAŞTIRMA: Protestolara katılan herkesi topyekûn bir torbaya doldurup şeytanlaştırdılar: “Bunlar camide içki içti”, “Bunlar başörtülü kadınlara saldırdı”, “Bunlar yakıp yıktı”... Peki “bunlar” arasında yer alıp da camide içki içmeyenler, başörtülüyü kardeş bilenler, yakıp yıkmayanlar? “Bunları” gündemlerine almadılar.
AŞAĞILAMA: Gezi Parkı’nın sidik koktuğuna dair bir tezviratı sorgusuz sualsiz kabul edip dünyaya megafonla duyurmaktan tutun da, “Polis Gezi’de yaptığı araştırmada kullanılmış prezervatif buldu” türü yalan haberlere abanmaya kadar varan bin türlü aşağılamaya imza attılar.
PİYONLAŞTIRMA: Hiç kimse kendi başına karar alıp bir şey yapamazmış gibi sokaklara çıkan herkesi ama herkesi dış mihrakların, küresel desiselerin, faiz lobilerinin, Amerikan parmağının piyonu ilan ettiler... Ya “kandırılmış masum genç” dediler ya da “desiseci hain”...
ÜSTÜNE GİTME: Uzlaşmak yerine üste çıkmayı, işbirliği yerine güç gösterisini, anlamak yerine mahkûm etmeyi, dinlemek yerine hedef haline getirmeyi, idare etmek yerine yenmeyi, demokratikleşmek yerine TOMA’lara yüklenmeyi, teskin etmek yerine tahrik etmeyi, yönetmek yerine üstüne gitmeyi tercih ettiler.
CEPHELEŞTİRME: Eylemlerden, tepkilerden, gösterilerden büyük bir toplumsal kucaklaşma projesi çıkarmak için hamleler yapmak yerine memleketin bir tarafının öbür tarafından kıyasıya nefret etmesini sağlayacak bir cepheleştirme projesi çıkarmak için hamle üstüne hamle yaptılar.
KORKUTMA: Biraz da “Yeter artık, beni korkutmaktan vazgeç” diye sokağa çıkan ve korku duvarını aşan insanların önüne yeni, yepyeni korku duvarlarıyla çıktılar... Tehditler, cadı avları, “Hesap soracağız” sesleriyle büyüyen duvarlar... Eskisinden daha büyük, daha aşılmaz, daha ürkütücü yepyeni duvarlar.
Nasıl olacak bu barış?
“SEÇİM barajı düşürülsün” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “Bizim böyle bir düşüncemiz yok”.
“Anadilde eğitim” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “Bizim böyle bir çalışmamız yok”.
“PKK’lıların yüzde 80’i çekildi” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “Ne yüzde 80’i... Çekilenler yüzde 15”.
“İkinci aşamaya geçilsin” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “Ne ikinci aşaması! Daha birinci aşama tamamlanmadı ki”.
“Anayasal reformlar için derhal çalışmaya başlansın” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “Önce bir çekilsinler sonra bakarız”.
“Yeni karakol inşası sürece zarar verir” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “O karakollar sınırın içerisi için değil sınır için”.
“KCK tutukluları ne olacak” deniliyor... Karşılık hemen veriliyor: “Yorum yok”.
İyimser olmak istiyorum, umutlu olmak istiyorum, sürecin başarıya ulaşmasını yürekten diliyorum ama...
Bu iletişim kopukluğuyla, bu aşırı pazarlıkçı anlayışla, bu karşılıklı güvensizlikle, bu bambaşka noktalarda bulunma durumuyla...
Bu iş nasıl olacak bilemiyorum.
Hükümete tam destek
HÜKÜMET, darbeye dayanak olarak gösterilen TSK İç Hizmet Kanunu’nun
35. maddesini değiştiriyor.
Buna göre...
Asker artık “Benim, Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevim var kardeşim” diyemeyecek.
Darbeye yasal kılıf bulamayacak.
Ama’sız falan sonsuz destekliyorum.
Şahane bir girişim.
Geç bile kalındı.
Sabiha kurtarır mı?
HÜKÜMET yeni Alevi açılımını canlandırmak için atağa kalkmış.
Atılacak ilk adım da belirlenmiş:
Dersim katliamında görev alan pilotlardan Sabiha Gökçen’in adını taşıyan havaalanının isminin değiştirilmesi... (Dünkü Yeni Şafak’ta yer alan haber).
Buradan hükümete sesleniyorum:
Eğer üçüncü köprüye verdiğiniz Yavuz Sultan Selim adını zerre kadar mesele etmez, ona dokunmaz, onu değiştirmeyi aklınızdan bile geçirmezseniz...
İsterseniz Sabiha Gökçen’in adını, izini ve tozunu bu memleketin bütün taşlarından ve topraklarından bir daha belirememecesine silin...
Yine de kurtarmayacaktır.
‘Ayaklar baş oldu’ için yazılmış iki yazı
BİR: Eser Karakaş yazmış... Star gazetesinde... Şöyle diyor: “Ayaklar baş oldu ifadesini, yanılmıyorsam 50’li senelerin sonunda anneannemden duydum. Malum o tarihlerde eski İstanbullular, yani CHP’liler baş, eski İstanbulluların yeni ama zoraki hemşerilileri, yani Demokrat Partililer ayak...” Yazının tamamını lütfen okuyun.
İKİ: Oya Baydar yazmış... “T24” adlı haber sitesinde... Şöyle diyor: “Ben bu sözü 1950’lerin ortalarında Demokrat Parti iktidarı döneminde annemden, çevremizdeki subay ailelerinden, kibirli insanların ağızlarından sık sık duyardım...” Yazının tamamını “T24” sitesinin yazarlar bölümüne tıklayıp bulun ve okuyun lütfen...
Bari mezarında rahat bırakın Ethem’i
GÖSTERİ yaptığı sırada polis kurşunuyla öldü Ethem...
Cenazeye giden annesinin önü polis barikatıyla kesildi.
Ölümüne sebep olan polis memuru, daha cenazenin 7’si çıkmadan serbest bırakıldı.
Bunlar yetmezmiş gibi kendini savunamayacak durumda olan bu gencin ölü bedeni üzerinde tepindikçe tepiniyorlar:
Simsiyah görüntüleri önümüze koyup “Burada Türk bayrağını yakan şahıs Ethem’di” diyorlar.
Hakkâri’de bir karakol inşaatında çalışırken askeri silahlarla verdiği pozu ortaya çıkarıp “Ethem bir teröristti, burası da DHKP-C kampı” diyorlar.
Toplumun adalet duygusunu yeterince zedeledikleri yetmezmiş gibi...
Şimdi de toplumun vicdanını paspas yapıp eziyorlar.
Edep yahu... El insaf yahu... Birazcık insanlık yahu...
Gezi, sürece karşı mıydı?
HÜKÜMET yanlısı kalemler, “Gezi olayları Barış Süreci’ni baltalamak için başlatıldı” diyorlar.
Bu iddiayı duyunca benim aklıma...
Sırrı Süreyya Önder’in dozerlerin önünde dikilişi geliyor.
Gezi’nin bir bölümünde çadır açıp halay çeken BDP’liler geliyor.
Öcalan’ın “Gezi’yi selamlıyorum” açıklaması geliyor.
TOMA’nın sıktığı tazyikli suyun karşısında elinde Atatürklü Türk bayrağı olan bir kadın ile elinde BDP’nin bayrağı olan bir adamın direnişini yansıtan o meşhur fotoğraf karesi geliyor.
BDP eşbaşkanlarının Gezi süreci boyunca partilerinin grup toplantılarında yaptıkları ve Gezi’ye tam destek veren konuşmaları geliyor.
Gezi direnişine katılan sanatçı Rıza Kocaoğlu’nun televizyon ekranından “Biz bu hükümetin barış sürecini başlatmasını sonuna kadar desteklemiştik” açıklaması geliyor.
Geliyor da geliyor yani...
Derdim fitne mi?
HÜKÜMET çevrelerine yakın duran bazı isimlerin, Fethullah Gülen’in dostane, yumuşak ve yapıcı eleştirileri karşısında bile nasıl çileden çıktıklarını yazdım dün...
Hemen cevap geldi:
“Fitne mi çıkarmak istiyorsun”.
Estağfurullah... Asla... Hâşâ... Katiyen...
Maksadım “Bakın nasıl da birbirlerine girdiler” vurgusu yapmak değildi.
Dediğim şuydu: “En dostane ikaz karşısında bile bakın nasıl da hazımsızlık gösteriliyor”.
Yoksa ben de biliyorum Gülen hareketi ile hükümet arasında küçük çekişmeler, detayda ayrılıklar falan olsa da...
Son tahlilde iki gücün birbirinden asla ayrılmayacağını...
Kısacası: “Rahat olun, rahat oynayın hükümet çevreleri... Cemaat hep sizinle olacaktır”.
Paylaş