NE yani? Tayyip Erdoğan neyi nasıl yazacağımızı bize öğretmeye kalktığında... Buralarda yazıp çizen herkesin boynuna "maaşlı silahşor" yaftası asmaya kalktığında... Önüne gelene fırça attığında...
En gür sedamızla, "Hop! Özgür basını susturamazsın... Sen bizim neyi, nasıl yazacağımıza karışamazsın" diye veryansın ederken...
Genelkurmay Başkanı, "Kesin sesinizi... O kadar" dediğinde...
Süt dökmüş kediye mi döneceğiz?
Tabii ki hayır...
Tayyip Erdoğan’a karşı nasıl milim geri adım atmadıysak...
Genelkurmay Başkanı’na karşı da milim geri atmayacağız...
Ne Erdoğan’ın elindeki herkesi afallatan güç, ne de Genelkurmay Başkanı’nın elindeki herkesi dalgınlaştıran güç...
Neyi, nasıl yazacağımızı belirleyemez...
Başbakan Erdoğan’ın, yolsuzluk haberleri karşısındaki tutumu ne olacak ise, Genelkurmay Başkanı’nın da, "Bu çocuklar neden şehit oluyor?" sorgulaması karşısındaki tutumu aynı olacak...
Ses yükseltilmeyecek... "Tarafını seç" dayatması yapılmayacak... "Öfke" bir hitabet sanatı olarak kullanılmayacak...
Ortada yalan yanlış haber ya da yorumlar mı var?
"Komuta konseyi"ni toplayıp "ihtilal bildirisi" okur gibi had bildirmeye kalkışmak yerine...
Ya da...
"Tut bakayım şu ceketimi" diyerek "şerefsizsin" diye gırtlak patlatmak yerine...
Uygar ülkelerde ne yapılıyorsa o yapılacak...
Şeffaf olunacak... Eleştiriye açık olunacak... Tahammüllü olunacak...
Ne Tayyip Erdoğan’a "hop" dediğimizde sırtımızı sıvazlayanlara karşı bir sorumluluğumuz ve borcumuz var...
Ne de Genelkurmay Başkanı’na "hop" dediğimizde sırtımızı sıvazlayanlara karşı bir sorumluluğumuz ve borcumuz var...
Varsın, bir taraf, "cici" başbakanlarına "hop" dedik diye bizi dinden imandan çıkarsın... Varsın, öbür taraf da, "cici" genelkurmay başkanına "hop" dedik diye bizi ihaneti vataniye ile suçlasın...
Aldırmayacağız...
Çünkü biz öyle biliriz ki: Gazeteciler, "yazabildikleri" ile vardır, "yazamadıkları" ile değil...
Kaçma, gel buraya
AFERİN... İpliğimi pazara çıkarmışsın... Benim nasıl bir gazeteci olduğumu bir güzel anlatmışsın... Tamam, haklısın birader... Ben tam da senin anlattığın gibi bir adamım...
Birçok konuya dalamıyorum, tabularım var, herkeslerden çekiniyorum, Baykal’a bile çakamıyorum, sabahları Teşvikiye’de sert bir kahve içmek uğruna cemaatimi satışa getiriyorum... Tamam...
Tamam da... Konumuz bu değil ki... Konu sensin yahu. Konu senin yazamadıkların...
* * *
Hadi ben Baykal’a çakamıyorum... Söyle bakalım? Sen neden Tayyip’i yazamıyorsun? Yoksa sen de patronun gibi "Tayyip sevdalısı" mısın? Yürüyüşüne falan mı hasta oluyorsun?
Hadi ben patronumu yazamıyorum... Madem yarışı bu alanda yapacağız, o zaman söyle bakalım, sen niye patronunu yazamıyorsun? Yaz da analar ne yazarlar doğuruyormuş görsünler...
Hadi ben "buradakileri" yazamıyorum... Peki sen niye "oradakileri" yazamıyorsun? "Nato kafa" diye aşağıladıkların için her Allah’ın günü döktürüyorsun da, mesela "Vakit’teki manyaklar" için neden bir tanecik olsun çiziktirmiyorsun?
Yahu sen nasıl gazetecisin? Memleketin hükümeti, bakanları, karar alıcıları dururken, her Allah’ın günü Özdemir İnce yazısı mı yazılır?
Hadi ben korkumdan "Deniz Feneri"ni yazamıyorum... O zaman sen bir "Deniz Feneri" yazısı yazsana... Yaz da ne olup bittiğini senden öğrenelim...
Hem ne diye eveleyip geveliyorsun ki? "Almanya’da para toplayan sakallı gazeteci" kim? Açıkça yazsana... O gazeteci kim için topluyormuş parayı? Yaz ama öyle gizemli bırakma... Sonra Zahid Akman’ı kastettiğini sanırlar, fena olur...
Hadi benim sana "vicahen" söylediklerimi yazacak kadar karakter zaafı gösteriyorsun... Peki senin bana "vicahen" söylediklerin ne olacak? Neden onları da yazacak kadar mertlik gösteremiyorsun?
Son olarak...
Hadi ben sert kahveye gönül indirmiş, Teşvikiye düşkünü bir adamım... Bunu da yekten yazıyorum... Peki sen niye Cihangir düşkünlüğünü yazamıyorsun? Gocunduğun ne? Utanıyor musun? Saklamasana, yazsana...
Mesele budur
CENGİZ Semercioğlu,"Nedir bu Recep İvedik takıntısı?" diye sormuş...
Cengiz kardeşim müsaade ederse, izah etmeye çalışayım:
Adamın biri kıytırık bir film çekiyor... O kıytırık film, nasıl oluyorsa oluyor, hem zamanımızın müptezel ruhuna, hem de memleketimizin maganda tabiatına denk düşüyor. Sonuç: Gelsin paracıklar...
Buraya kadar her şey normal...
Anormallik şurada: Kıytırık filmi çeken adam olayı böyle okuyup, "Denk düşürdük... Voleyi vurduk... Allah bin bereket versin" demek yerine... Hepimizden kendisine "Fellini" muamelesi çekmemizi bekliyor...
"Arıza" da buradan çıkıyor...
Filmi çeken arkadaş, "Alan razı, satan razı" dese... Sert yapmasa... Biraz kendisiyle dalga geçebilse... Rahat olsa... "Kıytırık bir filmle voleyi vurmuş olma"nın keyfini sürse...
Vallahi de billahi de ben dahil hiç kimse gıkını çıkarmayacak...