Paylaş
Maceranın özeti şöyle bir şey:
-Üç yüz metrede bir kontrol noktalarından geçtik.
-Şii, Sünni, Kürt ve Türkmen gruplarla temas kurduk.
- Er Reşit Oteli’nin “Şehriyar” adlı salonunu kendimize yuva yaptık.
- Heyetten ayrı ters geziler yaptık.
- “Yeşil Bölge” adı verilen güvenli alanın dışına çıktık.
- Tekinsiz Bağdat âlemlerine aktık.
- Bağdat’ın Reina’sına uğradık.
- Bağdat’ın “Ali Muhiddin Hacı Bekir Şekercisi”nden tatlılar aldık.
-“Irak Gazinosu”nda nargileye takıldık.
- Arkamızı kolladık.
-İnceden korktuk.
-Korkarak da olsa korkunun üstüne gittik.
Ve en sonunda sağ salim memlekete döndük.
*
Bağdat gezisini tamamlayıp İstanbul’a döndüğümde...
Şöyle canı gönülden bir “elhamdülillah” dedim.
Ve ardından da hayatımı şu yedi şeye adamaya ant içtim:
- BİR: Memleketimin kadir kıymetini daha çok bilmeye...
- İKİ: Memleketimde mezhep çatışması çıkmasın diye elimden gelenin fazlasını yapmaya...
-ÜÇ: Gerekçesi ne olursa olsun yeryüzünün her noktasında memleketleri yozlaştıran ve bir daha ayağa kalkamaz hale getiren kahrolası yabancı işgallere karşı durmaya...
-DÖRT: Demokrasi ve özgürlükler konusunda her zamankinden daha fazla titizlenmeye...
- BEŞ: Farklılıklarımız üzerinden yaptığımız tartışmaların çatışma zeminine kaymaması için süper dikkat göstermeye...
-ALTI: İçsavaş, çatışma, yenme ve yenilme gibi hedeflere hizmet eden her türden politik yaklaşımla ölümüne mücadele etmeye...
-YEDİ: Memleketimde düşmanlık tohumları ekmeye çalışanlara karşı dostluk tohumları ekerek savaş vermeye...
Duyarlılık avcılığı
SOSYAL medyada “duyarlılık avcıları” türedi.
Bağdat gezisinin tam göbeğinde bu avcılardan birinden şu mesajı aldım:
“Suriye’de insanlar ölürken sen Bağdat’ta gez eğlen bakalım”.
Sanki Yalıkavak’ta gezip eğlendik.
Ve sanki biz Bağdat’ta gezip dolaşırken bu “avcı” kardeş, almış silahı eline Şam’a doğru ilerliyor.
Hasbinallah!
*
Ne yani?
“Duyarlılık avcıları” için her yazımızın başına şu iki cümleyi mi koyacağız:
BİR: “Mısır’daki darbeyi kınıyorum, kahrolsun Sisi”.
İKİ: “Suriye’deki katliamları kınıyorum, kahrolsun Beşar”.
Keser mi acaba?
Yoksa yeni bir kulp bulunur mu?
*
İçinde birazcık insanlık bulunan biri bir katliam karşısında öfkelenir, üzülür.
Bundan şüphe duyanların içinde birazcık da insanlık yok galiba.
Akıl ve ruh sağlığı yerinde birinin bir katliam karşısında üzülmeyebileceğini düşünmek başka nasıl izah edilebilir?
*
Ben mesela...
Türkiye’de herkesin Ali İsmail için yüreğinin sızladığına adım gibi eminim.
Politika denilen bela olmasa...
Bunu ifade edeceklerine de...
CHP’nin Irak gezisi neden erken bitti?
ÜÇÜNCÜ gün Kerkük’e gidilecekti.
Dördüncü gün ise Necef ve Kerbela’ya gidilecek, Ayetullah Sistani ile görüşülecekti.
Baştan açıklanan program buydu.
Bu iki programa da uyulamadı.
Neden?
CHP’liler riskli buldular?
*
Irak yetkilileri Kerkük için uyardılar:
“Gitmeyin” dediler.
Yani Kerkük için gerekçe risk idi.
Ancak Necef ve Kerbela için uyarı yapılmadı.
Sanırım şöyle oldu:
CHP’liler, “Kerkük’e gidemiyorsak Necef ve Kerbela’ya gitmeyelim, çok Şii bir fotoğraf ortaya çıkacak” diyerek Necef ve Kerbela’yı iptal ettiler.
*
Ama Sistani randevusu önemliydi.
Herkes Irak siyasetinin en önemli kanaat önderi Ayetullah Sistani ile görüşmenin peşinde.
Sistani, kimseye vermediği randevuyu CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na vermişti.
Bu görüşmenin gerçekleşmesi gerekiyordu.
CHP’liler bu görüşmeyi yapmak için Necef’e gidip gelmek istediler, özel bir uçak ayarlanması talebinde bulundular.
Fakat bu başarılamadı.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Türkiye’ye döndüğümde Sistani’ye bir mektup yazacağım” diyerek kaçırılan randevuyu telafi etmeye çalışacağını söyledi.
CHP ne yapmak istedi, ne yaptı, ne elde etti?
YAPMAK İstedikleri şunlardı:
Ortadoğu’ya açılmak... Irak’a, Türkiye’nin AK Parti’den ibaret olmadığını göstermek... Irak’ta sıkışan Türk dış politikasına yeni açılımlar getirmek... Irak’ta iş yapmak isteyen işadamlarının önünü açmak... Irak’ta tüm taraflarla temas kurulabileceğini göstermek...
Şunları yaptı:
Irak’ta tüm taraflarla temas kurmaya çalıştı... “Türk hükümetiyle iyi geçinemiyorsunuz diye Türk işadamlarımızın önüne zorluk çıkarmayın” mesajını verdi... Türk hükümetine yönelik eleştiriler karşısında, “Hükümetler geçici, halklar kalıcıdır” dedi... Ortadoğu’nun dinamiklerini ve o dinamiklerde dinin yerini anladı...
Şunları elde etti:
Yeni bir dış politika imkânının varlığına işaret etmiş oldu... Irak’a, “Türkiye’de AK Parti dışında CHP diye bir parti var” bilgisini iletmiş oldu... Türk işadamları açısından küçük de olsa bir umut yaratmış oldu... Irak’ta tüm taraflarla eşit ilişki kurmadan doğru dürüst bir politika oluşturulamayacağına dikkat çekmiş oldu...
Üç saptamam var
BİR: Siyasi geziler, tekneyle yapılan mavi yolculuklar gibidir: Ya heyet üyeleri birbirinden nefret ederek dönerler ya da acayip sıkı fıkı olarak...
İKİ: Saddam Hüseyin ile Cem Uzan arasındaki tek benzerlik: İkisi de Petrus seviyor.
ÜÇ: Her gittiğim yerin Atiye Sokak’ını arar bulurum. Bağdat’taki Atiye Sokak’ı da buldum: Ebu Navaz...
Bağdat’ta dikkatimi çeken ilginç şeyler
-ŞİİLER yekpare değil: Sadr Grubu var, El Hekimciler var, Sistani var... Sünniler de yekpare değil: Değişik gruplar var... Türkmenler bile birlik değil: Şii Türkmenler var, Sünni Türkmenler var... Kısacası Irak’ta sadece mezhep ayrışması yok... Mezheplerin de kendi aralarında ayrışması söz konusu...
-Her grup atmış kendisini kalın ve yüksek duvarların arkasına... Bombalardan, suikastlardan, saldırılardan korunarak etkinliğini sürdürmek istiyor.
- Bombalı saldırıların bir saati var: Bütün saldırılar sabah mesai saatinin başlamasıyla birlikte gerçekleşiyor... Akşam Bağdat sokaklarında dolaşırken kenti bilen bir arkadaşımız, “Korkmayın, şimdi bomba saati değil” dedi.
-Petrol var. Para var. Ama hizmet yok. 10 yıllık süreç içinde Bağdat’a doğru dürüst bir hizmet verilememiş... Güvenlik hâlâ birinci derecede önemli... İşleyen bir elektrik sistemi kurulamamış... Bağdat sanki savaşta gibi... “İyi ama para nereye gidiyor?” diye sorduğunuzda Bağdat’ın ünlü masalı “Erbain Harami” hatırlatılıyor. Hani bizde “Ali Baba ve Kırk Haramiler” diye bilinen masal var ya... İşte o... “Ali Baba götürüyor parayı” diyorlar... Ve her şey anlaşılıyor.
-Iraklı politikacılar Suriye’de olup bitenlere öfkeli. Diyorlar ki: “Esad ne pahasına olursa olsun gitsin denirse işte böyle olur”.
-Iraklı Şii politikacılar ise Mısır’daki darbeye darbe demiyorlar. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, başaramadım... Adamlar “darbe” demediler.
Paylaş