Günah defteri

SEN tut perşembe akşamı Beşiktaş Kuruçeşme Arena’da, hem de ‘önden ikinci sıra’ya ‘şaşırtıcı bir rahatlık’ içinde kurul...

Sanki orası doğal atmosferinmiş gibi...

Sonra da sahnedeki Zülfü Livaneli’nin söylediği ‘Ey özgürlük’ adlı şarkıya, pervasız ve küstah bir şekilde katıl.

Yani...

‘Kapımın eşiğine / Kabıma kacağıma / İçimdeki aleve / Camların oyununa / Uyanık dudaklara / Yazarım adını / Ey özgürlük’ falan diye haykır.

Ayrıca...

‘Karlı Kayın Ormanı’ söylenirken, ‘Ne ölümden korkmak ayıp / Ne de düşünmek ölümü’ bölümünde, sesini alabildiğine yükseltmeye cüret et.

Sahnedeki bir başka sanatçının, yani Sabahat Akkiraz’ın söylediği Alevi türkülerinde dem tuttuğunu gizleme gereği bile duyma.

Ve Şükriye Tutkun, ‘Arda Boyları’nı söylerken hafiften hüzünlen.

Burada durmalı değil mi?

* * *

Ama hayır...

Tabii ki ‘dadanmacı kişilik’, işi burada bırakmayacaktır.

Ve ertesi akşam daha fena bir şey yapacaktır.

‘Ortanın solu’ yumuşaklığı ve tehlikesizliğindeki Livaneli konserinin ardından, çok daha sol ve acayip sert bir konserde, yani Grup Yorum’un Açık Hava’daki geleneksel konserinde boy gösterecektir.

Durun lütfen!

Hemen ‘Cık, cık... Olacak şey değil’ filan diyerek kınamayın dostlar.

Tamam, yazarınız, ‘geldiği yer’e hiç de uygun düşmeyen amellere, her geçen gün yenilerini ekleme konusunda fevkalade hevesli görünmektedir.

Yani ha bire ‘günah defteri’ni kabartmaktadır.

Ama yine de lütfen bağışlayın onu.

Zira kendisi yaptığı her ‘hata’nın ardından ‘özeleştirisini vermeye acayip hazır’ bir durumdadır.

Hatta...

Bırakın özeleştiriyi, olayı dengeleyecek bir arayışa bile girmiştir.

Mesela iki konseri dengelemek adına şöyle bir çağrıda bulunmaktadır:

Dikkat!.. Dikkat!..

Eğer bugünlerde Ahmet Özhan bir yerlerde sahne alacaksa lütfen bu fakire haber verin.

Zira ‘zavallı’ yazarınız, ‘toplumsal duruşu’ ve ‘imajı’ açısından bir kez daha zor durumdadır ve kendisini laik ya da İslamcı ‘hayat tarzı zabitleri’nin yapabilecekleri fenalıklara karşı korunaklı kılmak istemektedir.

Yani...

Allah rızası için ‘Help me’.

Cem Yılmaz’a İslam tebliği

GEÇEN gün olmayacak bir yerde, olmayacak bir zamanda, olmayacak bir şahsiyetle karşılaştık.

Hadi ‘olmayacak yer’ ve ‘olmayacak zaman’ı bir tarafa bırakalım da ‘olmayacak şahsiyet’ten söz edelim.

Efendim, o kişi Cem Yılmaz’ın ta kendisidir.

Cem Yılmaz ile sohbetimize, mizah gücünü Bayburt’tan derlediği yerel fıkraları çok mahir bir şekilde anlatmasına borçlu olan biricik doktorumuz Eser Alptekin de katıldı.

Eser Alptekin tabii ki ‘Hazır Cem Yılmaz’ı bulmuşken’, fıkra repertuvarının en nadide eserlerinden birkaçını gün yüzüne çıkardı.

Fıkralar karşısında Cem Yılmaz tabii ki bastı kahkahayı.

Ama kahkahaların samimi olup olmadığını tam olarak çakamadım.

Çünkü Cem Yılmaz, son zamanlarda her türlü espri girişimi karşısında kahkaha atar oldu.

Neyse...

‘Geyik muhabbeti’ni bir tarafa bırakalım da ‘asıl konu’ya dalalım.

Cem Yılmaz’ın anlattığı ilginç anekdota...

* * *

Cem Yılmaz
bir gün taksiye binmiş.

Halim selim ve ‘dindar’ görünümlü taksi şoförü, Cem’i şöyle bir süzdükten sonra inceden bir muhabbete girişmiş.

Selam kelam faslından sonra şöyle demiş:

‘Cem Bey kardeşim. İnançlı birine benziyorsun. Acaba hiç Risale-i Nur okumuş muydun?’

‘İnançlı birine benzemek’
ile yaptığı sanatsal ve sanatsal olmayan faaliyetler arasında irtibat kuramayan Cem, tabii ki bir parça dumura uğramış. Ama...

Yine de taksi şoförünün tebliğ gayretini boşa çıkarmamış, olayı anlayışla karşılamış ve ‘tebliğe muhtaç’ bir portre çizmeye çalışmış.

‘Dindar taksici’ de bu durumdan yararlanarak tebliğ faaliyetini sürdürmüş.

Evet, anekdot bu.

Ben şimdi, bir süre önce çeşitli mecralarda çıkan ‘Flaş... Flaş... Cem Yılmaz umreye gitmeye karar verdi’ haberleriyle, ‘mücahit taksi şoförünün tebliği’ arasında bir ilişki var mı onu düşünmekteyim.
Yazarın Tüm Yazıları