Paylaş
“Olabilir. Niye olmasın. Oturulur. Konuşulur” falan diyerek.
*
Minnacık bir siyasi izan sahibi olmak bile Abdullah Gül’ün adaylığının büyük bir hezimetle sonuçlanacağını görmek için yeter de artar.
*
Yahu görmüyor musunuz?
Kendilerine “muhalifim” diyen çok geniş kitle, Abdullah Gül’ü istemiyor.
“İstemiyoruz” diyorlar, ötesini söylemiyorlar.
Dağdan, taştan, sokaktan, haneden, bahçeden, kafeden yükselen tek kelime bu.
*
Bu kitle, Gül ile Erdoğan arasında bir fark görmüyor.
Gül’ün bugün hangi siyasi pozisyona geçtiğiyle de zerre kadar ilgilenmiyor bu kitle.
*
Abdullah Gül...
İsterse iktidara karşı dört koldan intifada hareketi başlatsın, isterse her gün bin tweet atsın, isterse haftada bir Anıtkabir’i ziyaret etsin...
Yine de istenmiyor.
Bunu idrak etmek çok mu zor?
*
Gül olayının, Ekmeleddin Bey olayıyla bile kıyaslanacak bir tarafı yok.
Ekmeleddin Bey’in adaylığına karşı bir gönülsüzlük, bir heyecansızlık, bir enerji düşüklüğü vardı.
“Asla istemeyiz, kata istemeyiz” durumu yoktu.
“Tıpış tıpış oy vereceksiniz” yaklaşımı bile bu yüzden içe sindirildi.
*
Ama Abdullah Gül öyle mi?
İstemiyorlar abi. İs-te-mi-yor-lar.
Gönülsüzlük yok. Heyecansızlık yok. Enerji düşüklüğü yok.
Katiyen, asla, kata, valla, billa...
İstememek var.
*
Bu denli net, bu denli açık, bu denli haykıran bir tablo içinde...
Gül’ün adaylığına kafası yatanların, neyin kafasını yaşadıklarını cidden çok merak ediyorum.
KIRŞEHİRLİ KIVANÇ VE ÂŞIKLAR BAYRAMI
KIVANÇ Tatlıtuğ’un Kırşehirli bir avukatı canlandırdığı “Âşıklar Bayramı” adlı filmi, olanca iyi niyetimle oturdum, izledim.
*
İyi bir fikir nasıl perişan edilir sorusunun yanıtı gibiydi.
Kabiliyetlerini kanıtlamış muazzam oyuncular, inandırıcılıktan uzak diyaloglara kurban edilmişti.
Filmin her tarafından bir yapmacıklık, bir olmamışlık, bir ağlaklık akıyordu.
*
Filmi bitirince her kötü filmin sonunda olduğu gibi “Ben ne izledim şimdi?” demek durumunda kalıverdim.
*
“Bir şeyi de beğen arkadaş” diyebilirsiniz.
Vallahi beğenmek üzere oturdum filmin başına, billahi beğenmek üzere başladım filme.
POLİSİYENİN EN ŞAHANE DERGİSİ: 221 B
İFLAH olmaz bir polisiye meraklısı olarak keşfettim bu dergiyi ama geç keşfettim.
*
2016’dan beri iki ayda bir yayınlanan bu dergi...
Polisiye roman, dizi, öykü, film ne varsa hepsini hakkını vererek ele alıyor.
Derginin sayılarını karıştırırken fark ettim ki... Bizim yerli edebiyatımızda polisiye, sanılandan çok daha güçlü bir damarmış. Polisiye tarihimizden örnekleri gördükçe “Meğer amma da hınzır bir polisiye geleneğimiz varmış” diye şaşırdım.
*
Gelelim “221 B”nin anlamına:
Sherlock Holmes abimizin Londra’daki evinin adresi bu. Açık adres şöyle: “221 Baker Street.”
*
Polisiye tutkunuysanız... Yerelden evrensele çok keyifli bir yolculuğa çıkmanız garanti “221 B” ile.
GENCO ERKAL’A GEÇMİŞ OLSUN
SAHNEDE rahatsızlanmış. Seyircilerin önünde. Acilen hastaneye kaldırılmış. Ama önemli bir durum yokmuş çok şükür.
*
Genco Erkal, benim Türkiye’de çok saygı duyduğum bir tiyatro sanatçısı.
Kıyıya köşeye çekilmiyor, çok üstün performans gerektiren oyunları ısrarla sergilemeye devam ediyor. Tabii ki büyük bir ustalıkla.
*
En son “Bir Delinin Hatıra Defteri” adlı tek kişilik performansını izlediğimde Genco Erkal’a bir kez daha hayran kalmıştım.
“50 yaş gençleşiyor sahnede” demiştim.
Dilerim daha uzun süre izleriz kendisini.
BABADAĞ DEDİKLERİ BİR GÜZEL KASABA
CUMHURİYET tarihinde ilk kez bir Ermeni vatandaşımız, Denizli’nin Babadağ ilçesine kaymakam olarak atandı.
Feci gecikmiş bir adım.
Ama yine de güzel.
*
Daha güzel olanını ise Ece Çelik’in dünkü Hürriyet’te çıkan haberinde gördük.
*
Bağrına basmış Babadağ yeni Kaymakam Bey’i.
Öyle insanca, öyle eşitlikçi, öyle demokrat cümleler kurmuşlar ki Babadağlılar, elime bağlamayı alıp “Babadağ dedikleri bir güzel kasaba” diye türkü yakmak istedim.
Fakat bende ne arar o yetenek.
Paylaş