Paylaş
Durum budur... Ve bu kadar vahimdir yani...
Dikkat! Daha “Kürt açılımı”na, “Islak imza tartışması”na falan gelmedik...
Herkesin üzerinde kolayca ittifak edebileceği bir alanda, yani “sağlık alanı”nda bile süper bir ayrışma var aramızda.
Ne olayın taşıdığı hayati önem, ne çocuklarımızın geleceği...
Hiçbir gerekçe bu muazzam ayrışmayı ortadan kaldıramıyor.
* * *
Memleketin bir kesiminde hükümete karşı...
Had safhada bir kuşku var... Had safhada bir güvensizlik rüzgârı esiyor...
“Domuz gribi aşısı”ndan bile muhalefet çıkarılıyor.
Neredeyse “Aşı olmak istemeyen çocuklar olalım” diye eylem yapılacak...
Domuz gribine karşı yurtdışından getirilen aşıların altında, öyle “buzağılar” aranıyor ki, şaşıp kalırsınız...
Sağlık Bakanı’nın bilimsel açıklamaları, memleketin bir kesiminin üzerinde hiç de bilimsel bir etki bırakmıyor.
Bakan “Çoluk çocuğunuzun hayatını tehlikeye atmayın” diyor, memleketin bir kesimi tınmıyor bile...
Ne tınmaması!
Bu kulaklar, “İnadına öpüşelim” ya da “İnadına tokalaşalım” diye haykıranları bile duydu...
* * *
Bir memleket düşünün ki...
Herkes kendi kafasına göre “savcı”sını bulmuş... Herkes kendi kafasına göre “hukuk üstadı”nı bulmuş... Herkes kendi kafasına göre “cesur aydın”ını bulmuş...
Ve şimdi de...
Herkes kendi kafasına göre “sağlık uzmanı”nın peşine takılmış durumda...
* * *
Belki Başbakan Erdoğan...
“Ortadoğu’yu barıştırıyorum / İsrail’e posta koyuyorum / İran’a destek çıkıyorum” duygusuyla dopdolu bir şekilde...
“Ben ki dünyayı sallıyorum, Türkiye’yi mi yönetemeyeceğim?” diye düşünüyor olabilir...
Kendisine Fransa eski Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün “Fransa’da 300 peynir çeşidi var. Bir memlekette bu kadar çok çeşit peynir bulunuyorsa, o ülkeyi idare etmek zordur” sözünü anımsatmak isterim...
Hatta De Gaulle’ün o sözünden yola çıkarak...
“Grip aşısının bile böldüğü bir ülke çoktan idare edilemez hale gelmiştir” şeklinde bir “kara haber” de verebilirim...
Ah Ahmet Abi ah
SEVGİLİ Ahmet Altan Abi...
Eğer “NTV’nin helikopter düşürebileceği”ne aklı yatmış bir gazetecinin yaşaması gereken utancı yaşadığını gösterebilseydin...
Mesela yüzünü şöyle muzip ve mahcup bir gülümseme kaplasaydı...
Ve sen cam kırmış bir çocuk pişmanlığı ve utangaçlığıyla...
“Ya babalar! Yaptık bir gaf... Fazla kurcalamayın...” deseydin...
Ya da...
Biraz daha ciddi takılarak...
“Sanırım sarsıcı haberler vermenin şehvani arzusuna kaptırdık kendimizi...” diye bir özeleştiri attırsaydın...
Acayip sempati besleyecektim sana...
Hatta ve hatta Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirini yollayacaktım sana...
Ama Ahmet Abi, sen tuttun “asi bir ergen çocuğu” hırçınlığıyla...
Ve “Kesin tantanayı... Özür diledik ya kardeşim...” edasıyla...
Posta koydun...
Hatta bununla da yetinmeyip, “Bu işin karışık yönleri var...” türünden kafa karıştırıcı sözler söyleyerek, tumturaklı kibrinden kıl aldırmamayı tercih ettin...
Bu durumda...
Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri”, “Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar?” sorusu, yani şiir falan gündemden düşer...
Ve geriye senin iticiliğin kalır abi...
Mümtaz’er’e dair tezler
TOPLUMUN önemli bir bölümünün “Bunlar galiba Apo’yu affedecek” diye kuşkuya gark olduğu bir dönemde...
İktidar yetkilileri “Asla ve kata! Ne Apo’su, ne affetmesi! Nereden çıkıyor bunlar?” diye durumu toparlamaya çalışırken...
“İktidara çok yakın bir gazeteci” sıfatıyla Mümtaz’er Türköne çıkıp, “Apo’yu paşa yapalım... Türkbükü’ne yerleştirelim” diyerek “Kürt açılımı”nı sabote etti...
Yetmedi!
İktidar “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmayalım” diye açıklamalar yaparken, yine Mümtaz’er yangına körükle giderek, “Türk Ordusu’nu lağvedelim, yeni bir ordu kuralım” deyiverdi...
Bütün bunların ardından beynimi şu soru kemiriyor:
“Sakın bu Mümtaz’er, derin devletin adamı olmasın?”
Paylaş