Fişlenmişim

ALLAH razı olsun, "Ahmet Abi"nin gazetesi de olmasa, bazı saçmalıkları öğrenmemiz mümkün olmayacak...

"Ahmet Abi"nin gazetesi sayesindedir ki...

Bugünlerde Neşet Usta’nın "Mahpushanelere güneş doğmuyor" türküsünü çığırarak efkár dağıtan Şener Eruygur Paşa’mızın, henüz içinden mahpushane çeşmesi akmayan günlerde yaptığı bir fişleme çalışmasından haberdar olduk...

Şener Paşa’nın sanırım Harbiye Orduevi’ndeki ofisinde yapılan aramalarda bulunan belgelerden birinde, "Hangi gazeteci vatanımızı kime satıyor?" başlıklı pek mühim bir belge ele geçirilmiş... Bu belgeye göre...

"Hain gazeteciler" ve "ülkemizi satmaya kalkıştıkları ülkeler" şöyle imiş:

Ertuğrul Özkök Almanya’ya... Hadi Uluengin Fransa’ya... Ahmet Hakan Amerika’ya... Mehmet Altan İngiltere’ye... Cüneyt Ülsever Yunanistan’a... Ali Kırca AB’ye... Sedat Ergin İsrail’e... Fehmi Koru hem ABD’ye, hem İngiltere’ye...

Neyse... Daha fazla uzatmayacağım... Liste böyle devam ediyor...

Belgede ayrıca gazeteciler konusunda "bilgi notları" da düşülmüş...

Şu kadarını söyleyeyim:

Benimle ilgili bilgi notu üç cümleden oluşuyor ve ne hazin ki üç cümlenin içinde tam 8 yanlış bilgi var...

Ne diyordu Ahmet Kaya, ünlü "Başım Belada" şarkısında, "Fişlenmişim... Adım eşkálim bilinmekte" dedikten sonra?

Şöyle bir şeydi galiba söylediği: "Nereden baksan tutarsızlık / Nereden baksan ahmakça." Benim de bu fişleme listesiyle ilgili söyleyeceğim bundan ibarettir:

"Tutarsız" ve "ahmakça"...

* * *

Ama durun bir dakika!

Şu "Ergenekon" adı verilen çetenin, bu kadar ahmakça, bu kadar bilgisizce, bu kadar gerçeklikten kopuk bir liste yaptığı haberini bize kim iletiyor?

"Ahmet Abi"nin gazetesi...

Peki 15 gazeteci hakkında doğru dürüst bir istihbarat çalışması yapmayı bile kıvıramayan Ergenekon Örgütü’nün, kimyasal, biyolojik ve hatta nükleer silah üreteceği bilgisini bize kim iletiyor?

Kim olacak? Yine "Ahmet Abi"nin gazetesi...

Hatta gazete dünkü sayısında bu konudaki ısrarını sürdürerek, "Koklayın bakalım neymiş" başlığıyla bir belge de yayınlamış...

Koklamamızı talep ettikleri "belge" şu:

Ergenekoncuların evlerinde çıkan bir metinde, "Ulan bizim neden nükleer, kimyasal ve biyolojik silahımız yok... Olsa ne güzel olurdu anasını satayım" tarzında heves cümleleri yer alıyormuş...

Ayrıca bu tür silahların nasıl yapıldığını anlatan teknik bir analiz de varmış... Peki...

"Ahmet Abi"nin gazetesinin, "Koklayın bakalım neymiş" başlığıyla yayınladığı belgeyi kokladığımızda, "Flaş! Ergenekoncular kimyasal, biyolojik ve nükleer silah üreteceklerdi" sonucunu çıkarabilir miyiz?

Vallahi benim gazetecilik sağduyum, ele geçen bu belge için en fazla "Bir ulusalcı saçmalık daha!" başlığını öneriyor ve bunun bir milim ötesine geçmeme izin vermiyor.

Çünkü...

"Fişleme" işini bile eline yüzüne bulaştıran bir örgüt, bırakın kimyasal ya da biyolojik silahı, "mantar tabancası", "maytap" ya da "kız kaçıran" bile üretemez...

Ben bu konuda varımı yoğumu ortaya koyup, hem "Ahmet Abi" ile hem de iddianın asıl sahibi "Yasemin Bacı" ile bahse girmeye varım... Tabii eğer onlar da varsa...

Batı basını bunu da sor Bozcaada özrü

HAYRÜNNİSA Hanım benim karşıma geçip, "Türban, gündelik hayat, first lady olmak" gibi konularda sorularımı yanıtlar mı?

Asla... Kata...

Milim ihtimal yok... Ama bu fırsatı, Batı basınından dostlarımız bulabiliyor...

O halde onlara, "Lütfen benim için sorar mısınız?" ricasıyla, bir soru örneği sunuyorum:

"Sayın Hayrünnisa Gül Hanımefendi! Eşiniz Abdullah Bey, bir feragat gösterip Çankaya’ya çıkmasaydı, yerine mesela Köksal Toptan aday gösterilseydi, türban mağdurlarının sorunlarını çözmek için pek mühim bir ortam doğmaz mıydı? Bu türden bir uzlaşmayla siyaseten temsilciliğini yaptığınız kesimlerin derdine derman olmanız mümkün olmaz mıydı?"

İKİ
yıl önce Bozcaada’ya gidip geldikten sonra yazdığım Bozcaada yazısına, "Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar, burası ölünecek yer desem daha doğru" diye keskin ve çok ileri giden bir cümleyle başlamıştım...

Anımsıyorum: Adada bitmeyen ve adamı serseme çeviren rüzgára kıl olmuştum, tatilciler ile ada halkı arasındaki uyumsuzluğa gıcık olmuştum, adanın dev bir otoparka dönüşmesine sinir olmuştum falan filan...

Ve galiba biraz da "ters bir zamanımda" idim...

Neyse. Basın Enstitüsü Derneği’nin davetiyle bir daha gittim adaya...

Rüzgár acayip tatlı esmesin mi? Adadaki araç sayısında gözle görülür bir azalma olmasın mı? Toplantıda tanıştığım Çanakkale’nin yerel gazetecileri, acayip matrak ve kafa dengi çıkmasın mı? Haluk Şahin ile Ferai Tınç’ın kendilerini adaya adamaları hoşuma gitmesin mi? Ataol Çiftliği’nin ortak mekánları şahane çıkmasın mı?

Kısacası düzeltiyorum: Bozcaada yaşanacak bir yerdir.
Yazarın Tüm Yazıları