Paylaş
Vali Bey, e-mail’inde...
-Muhabirin ısrarla yalan haberler yaptığını öne sürüyor.
-Muhabirin sözlerini çarpıttığını iddia ediyor.
-“Adi, şerefsiz ve alçak” türü nitelemelere yer veriyor.
-“Toprağın altı da var” diyerek ahrette hesaplaşmaya gönderme yapıyor.
*
Vali Bey’e 7 adet tavsiyede bulunacağım:
-BİR: Sabaha karşı dört, uyku için ideal saattir, insan vücudu kendini otomatik olarak kapatır o saatte. Bırak bilgisayarı. Yat ve uyu. “Gecenin şerri, sabahın hayrı” derdi eskiler. Gecenin şerriyle yazılan e-mail’den kimseye hayır gelmez.
-İKİ: “Sitem içeren özel bir e-mail gönderdim, ortalığa serilmesine bir anlam veremedim” türü sözler etme. Ancak birbiriyle didişen sevgililer, birbirlerine “sitem” içeren özel mail’ler atarlar. Valilik makamı, sitemli e-mail’leri kaldırmaz.
-ÜÇ: Tartışma konusu toprağın altına girmiş 19 yaşındaki bir genç ise muhatabını “toprağın altı” ile korkutma. Mümkünse “toprağın altı” temasından büyük bir hızla uzaklaş.
-DÖRT: Israrla çarpıtılan haberler söz konusuysa sen de ısrarla tekzip gönder, ısrarla yalanlama yap, ısrarla basın toplantısı düzenle... Ama asla hırslanmış bir ergen gibi “özel e-mail” gönderme.
-BEŞ: Hiçbir mesaja “oğlum İsmail” diye başlama... Sen böyle başlarsan muhatabın da “oğlum Vali” diye başlama hakkını kendinde görür... Büyük devletimizin koca valisinin “oğlum” diye başlayan bir hitaba maruz kalmasına hangi milli yürek dayanır?
-ALTI: Son dönemde ortaya çıkan “höt zöt yapmak ile devlet yönetmek arasında sıkı bir ilişki vardır” havasına kendini fazla kaptırma... Höt zöt yapmayı şiar edinenler bile seni yarı yolda bırakıverirler.
-YEDİ: Önce “O mail’i ben göndermedim”, sonra “O mail’i ben gönderdim” deme... Önce “oğlum İsmail”, sonra “İsmail Bey” deme... Hep doğruyu söyle... Hep olduğun gibi ol... Yazarken nasıl cesur oluyorsan, yazdıkların ortaya çıktığında da cesur ol.
Andımız ve başörtüsü konusunda şok tedavi
-ANDIMIZ: Bir an olsun düşün: Kürt’sün... Allah seni öyle yaratmış... Kürt’sün ve her sabah çocuğuna okulda “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye yemin ettiriliyor. Aklına ister istemez geliveriyor: Neden “Kürt’üm, doğruyum, çalışkanım” denilmiyor da “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” deniliyor? Ve alıyor seni bir girdap... Düşünüyorsun, düşünüyorsun... Sonunda soğuyuveriyorsun her şeyden... Okuldan, öğretmenden, devletten falan... Düşün. Bir an olsun düşün: Kürt olsan, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” demekten azıcık da olsa rahatsız olmaz mıydın?
*
-KAMUDA BAŞÖRTÜSÜ: El Kaide kafasına sahip bir erkek sırf kravat taktığı için kamuda görev yapabilecek ama herkesin hakkına saygılı, demokrat ve uzlaşmacı bir kadın sırf başörtü taktığı için kamuda görev yapamayacak. Böyle şey olur mu? Kamuda başörtüsü takan kadın, senin özgürlüklerini zerre kadar kısıtlamadığı halde sanki özgürlüğün kısıtlanıyormuş gibi bağırıp çağıracaksın. Böyle şey olur mu? Kendi özgürlüklerin konusunda haykırmak yerine başkalarına tanınan özgürlüklere, önünü kesmek için haykıracaksın. Böyle şey olur mu?
Sayemizde demokrasisi
PAKET açıklıyorlar, “Bu muydu?” diyoruz.
Hemen lafı sokuyorlar:
“Eskiden bunu bile bulamazdınız. Sayemizde buldunuz.”
*
Paket açıklıyorlar, yeterli bulmuyoruz:
Hemen lafı çakıyorlar.
“Bulduğunuzu yeterli bulmuyorsunuz ya... Bu bile sayemizde.”
*
Paket açıklıyorlar, “Peki şu niye yok” diyoruz.
Hemen lafımızı keserek verip veriştiriyorlar:
“Bu soruyu soruyorsan bile sayemizde.”
*
Paket açıklıyorlar, “Onu verdin, bunu niye vermedin” diye soruyoruz.
Güm diye patlatıyorlar lafı:
“Eskiden hiç vermezlerdi, bugün hiç değilse veriliyor. Tabii sayemizde.”
*
Kısacası...
“İleri demokrasi”den “sayemizde demokrasisi”ne geçmiş bulunmaktayız.
Bu demokraside hepimizin tek bir görevi var:
-Allah ömrünüze bereket versin.
-Allah sizi başımızdan eksik etmesin.
-Paket veren elleriniz dert görmesin.
Diye ellerimizi ovuşturarak dilenci duaları etmek.
Yoksa geliveriyor kafamıza küt diye “sayemizde” yumruğu.
Gecikerek anma
TUNCEL KURTİZ: Ben de gitmiştim Edremit yakınlarındaki Tahtakuşlar köyünde açtığı butik otele... Beş saat muhabbet etmiştik. Pek muhabbet de sayılmazdı hani. O anlatmış, ben dinlemiştim... Fotoğraflar, ödüller, Yılmaz Güney’ler, hatıralar falan... Arada şiir de okumuştu... Sorularıma cevap vermemişti... Mesela “Ben sizin ‘Otobüs’ filmindeki rolünüzün hastasıyım, nasıl çekildi o film” falan diye araya giriyordum... Fakat o, “Bırak şimdi ‘Otobüs’ü, bak ben sana ne anlatacağım” diyerek bambaşka bir konuya giriyordu. Genelde monologdan sıkılırım. Onun monoloğundan hiç sıkılmamıştım. Allah’tan rahmet diliyorum.
*
-TURGUT ÖZAKMAN: Tarihi gerçeklerin roman diliyle aktarılmasına hiç ısınamadım. Gerçeği yansıtsa da ısınamadım. Kişilerin hayal dünyalarında yapabilecekleri canlandırmayı, bir başkasının yapmasının kaçınılmaz olarak sınırlayıcı bir tarafı var ya... İşte bu yüzden ısınamadım. Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabına da bu yüzden mesafeli durdum. Fakat çılgınca alınıp okunması karşısında daha fazla dayanamayıp ben de giriştim bu kitaba... Sonuç: Türünün en iyisiydi... Atatürkçülüğündeki samimiyetle etkilemiştir beni Turgut Özakman. Bir de dava adamlarına özgü vakarıyla... Allah’tan rahmet diliyorum.
Edebiyatçılara göre âşık olunacak erkek
TOMRİS Uyar, Füsun Akatlı ve Nimet Tuna’nın gayreti, Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın görüşleri, Ferit Edgü, Mürşit Balabanlılar ve Aydın Emeç’in katkılarıyla ve bendenizin yeniden düzenlemesiyle oluşan listeyi sunuyorum:
*
-Evde pijamayla dolaşmayacak. Şort yasak değil. Yatarken çorap giyilmeyecek.
-Pazar günlerini doğa budalalığıyla geçirmesi yasak.
-Uykucu biri olmasın. Uykusuz gecelerini paylaşılan bir şölene dönüştürsün.
-TV’de makul miktarda maç seyredebilir. Boks ve güreş sevmesin. Buz pateni severse iyi olur.
-Tatil günlerini eşya onarmakla geçirmesin. Bir usta ayarlayacak kadar bilgili olması yeterlidir.
-Ya yüzmeyi ya da dans etmeyi bilsin. Veya herhangi bir sporu iyi yapsın.
-Haftada en az bir kitap okusun. Red Kit ve Asteriks’ten haberli olsun. Pardayanlar ile Arsen Lüpen’i bilsin. Şu altı yazardan birini iyi okumuş olsun: Shakespeare, Balzac, Sait Faik, Sartre, F.S. Fitzgerald, Hemingway. Ama “İhtiyar Adam ve Deniz” sayılmaz.
-Bir saz çalıyorsa çalsın ama dostlar toplantısında konser vermesin.
-Esprisi sağlam olsun. Fıkra anlatmayı, “Laz’ın biri” diye başlamayı nükte saymasın.
-Masaya gelen çerezlere saldırmasın.
-Hayatında en fazla 6 kere doktora gitmiş olsun. Antibiyotiklere düşkün olmasın.
-İlk gördüğü insanlar hakkında acele ve değişmez yargılar verecek kadar gözü kara bir psikoloji uzmanı kesilmesin.
Abdullah Gül hakkında tezler
-MUTEDİL olma çizgisinin gitgide daha fazla terk edildiği şu günlerde söylenecek mutedil bir cümle gereğinden fazla değer kazanıyor... Böyle bir fırsata sahip ve o bu fırsatı çok iyi değerlendiriyor.
-Herkesin ortamı germeye fazlasıyla meraklı olduğu bir dönemde sadece ve sadece ortamı germeyerek puan kazanıyor.
-Önümüzdeki dönem için verdiği mesaj şu: Kazan kaldırmam. Ancak siz yine de varın benim farkıma.
-“Laik kesimin hoşuna gidecek işler yapıyor” demesinler diye aşırı temkinli davranıyor. Üzerinde böyle bir baskı hissetmese daha ileri sözler söyleyecek. Ama üzerinde böyle bir baskı var.
-Hem Erdoğan’la arasında bir mesele olmadığının altını çizmek, hem de Erdoğan’ın aynısı olmadığını ortaya koymak... Kısacası çıldırtan bir dengenin tam ortasında... Bu dengenin avantajını yaşıyor.
-Ama dezavantajını da yaşıyor: Kendisini ölümüne seven ya da kendisinden ölümüne nefret eden kitleler yok... Ve bu durum, ölümüne nefret ya da ölümüne sevgiye alıştırılmış bir toplumda bir lider için pek de tercihe şayan bir durum değil.
Paylaş