Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında er ya da geç bir kapışma vaki olacaktır.
Kaçınılmaz yazgı, mukadderat budur.
Savaşın çıkacağına dair bütün deliller eldedir.
İki liderin de sessiz sedasız "etrafı" oluşmuştur.
"Erdoğan’ın adamları" olduğu gibi, "Gül’ün adamları" da vardır.
"Erdoğan’ın yazarları" olduğu gibi, "Gül’ün yazarları" da vardır.
Erdoğan’dan yüz bulamayanlar Gül’e yanaşmakta; kendilerini "Gül’ün adamı" gibi algılayamayanlar ise Erdoğan’ın yakın çevresinde sörf yapmaktadır.
İki liderin "muhafazakar sermaye"den bile yandaşları oluşmuştur:
Erdoğan’a ölümüne destek olan "Karadeniz" kökenli bir işadamı grubundan söz edebileceğimiz gibi "Ramsey" gibi bağımsız işadamlarından da söz edebiliriz.
Abdullah Gül ise Kayseri sermayesini arkasına almıştır.
İstanbul sermayesinden hiç tahmin etmeyeceğimiz bazı işadamları da Gül ile dirsek temasını sürdürmektedir.
***
Bu arada ayrımın "ideolojik" yönü de belirginleşmiştir:
Erdoğan "O kadar da değişmedik" üzerinden bir tarz-ı siyaset tuttururken, Abdullah Gül ideolojisini "Kontrollü değişim" sloganı üzerine oturtmaktadır.
Yani çatışmanın nirengi noktası şudur:
Erdoğan’ın "beklenmeyen anlarda beklenmeyen ataklar" yapabilme potansiyeli ile Gül’ün "her daim sakin sularda seyretme" hevesi karşı karşıyadır.
Bunun dışında "çatışma"yı gerekçelendirecek üç yaman farklılık vardır:
BİR: Kişilik farklılığı.
İKİ: Birikim farklılığı.
ÜÇ: Üslup farklılığı.
Tabii hepsinin dışında ve üzerinde çelişkiyi besleyen esas mesele, bu tür durumlarda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan o kadim "liderlik hevesi"dir.
***
"Çatışma mukadderdir" dedik ve işi "yazgı"ya bağladık ya...
Şunu da söylemeliyiz:
Yazgıyı altüst edecek tek bir formül vardır:
"Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı, Abdullah Gül Başbakan."
Duyduğu her melodiyi klarnete uyarlamayı başaran o fırlama "Gırnatacı Deli Hüseyin"den bilirim.
Çaldığı "Çökertme" ile dinleyen herkese "Ulan bu çocuk resmen klarneti konuşturuyor" dedirten "Arap Salih"ten bilirim.
Yırtmak için didinip duran ama "tipsiz" olduğu gerekçesiyle düğün salonlarında bile şans bulamayan "Keşanlı Çirkin Sülo"nun adamın içine işleyen çalışından bilirim.
Ve tabii herkes gibi gerçek bir üstadı azam olan Mustafa Kandıralı’dan bilirim.
Yani demek istiyorum ki:
Onların hiçbiri kulaklarına küpe takıp entel dantel çevrelere girmeyi başaramadılar.
Ece Gürsel gibi alem kadınlarının bırakın tacizini falan en küçük bir dikkatine bile mazhar olamadılar.
Deniz Seki öyle hülyalara dalar gibi dinlemedi onları.
O zaman soralım:
Abiler! Ablalar!
Nedir şu son günlerde sizde baş gösteren klarnet merakı?
Madem klarnete bu kadar sevdalı olacaktınız, bizim şoparların ne günahı vardı?
Yoksa derdiniz klarnet falan değil de Hüsnü Şenlendirici mi?