Paylaş
* ÜÇ: Fatih Terim apolitiktir... Mustafa Denizli ise sonuna kadar politik...
* DÖRT: Fatih Terim, Recep Tayyip Erdoğan’dır... Mustafa Denizli ise Erdal İnönü...
* BEŞ: Fatih Terim, eşi Fulya Terim tarafından yontulmuştur... Mustafa Denizli ise yola yontulmuş olarak koyulmuştur...
* ALTI: Fatih Terim konuştukça kendinden nefret ettirir... Mustafa Denizli konuştukça kendini sevdirir...
* YEDİ: Fatih Terim yenince de, yenilince de yaralı bir kaplan kesilir... Mustafa Denizli ise yenince de, yenilince de yüzüne acılı ve alçakgönüllü bir ifade kondurur...
* SEKİZ: Mustafa Denizli egosunu jantilikle dengeler... Fatih Terim ise egosunu serbest bırakarak agresifleşir...
* DOKUZ: Mustafa Denizli’de İzmir rahatlığı vardır... Fatih Terim’de ise Adana karizması...
* ON: Mustafa Denizli salon erkeğidir... Fatih Terim ise sokak çocuğu...
Tiyatronun ölü sanat oluşuna süper kanıt
GEÇENLERDE öylesine yazmıştım:
“Sinema aldı yürüdü / Tiyatro öldü” falan diye...
Baktım, benim bu bir cümlelik “iddiam”, Taraf Gazetesi’ne haber olmuş...
“Köşe yazarı Ahmet Hakan’ın
tiyatroya ölü sanat demesi,
tiyatrocuları ayağa kaldırdı”
türünden bir başlık...
Şöyle bir baktım, kimmiş bu ayağa kalkanlar diye...
Kenan Işık’tan Haldun Dormen’e, Tuncer Cücenoğlu’dan Mehmet Atak’a... Anlı şanlı tiyatrocularımız, “Hayır... Tiyatro ölmedi... Kalbimizde yaşıyor” kıvamında büyük, çok büyük açıklamalar yapmışlar...
Bence tiyatronun ölü bir sanat olduğuna bundan daha iyi bir kanıt olamaz...
Şöyle ki:
Diyelim ki bir köşe yazarı, “Sinema ölü bir sanattır” diye yazsa...
Ne yaparız?
Ne yapacağız? Güler geçeriz...
Çünkü biz öyle biliriz ki, sinema hayatının baharını yaşamaktadır... Ona “ölü” diyenin kendisi ölmüştür...
Ama gelin görün ki, maalesef “Tiyatro ölü sanattır” diyene gülünüp geçilemiyor. Vah ki vah... Demek ki tiyatro ölmüş de ağlayanı kalmamış...
Köşe yazarlığında ufak tefek cinayetler
* BİR: Hay aksi! Tatil ihtiyacıyla dopdolu olmalıyım ki, dünkü yazımda tuttum “Ankara’daki Çukurambar” diye yazacağıma “Ankara’daki Çukurcuma” yazıverdim... Fakat bu şerden şöyle bir hayır çıktı: Çok sayıda okurdan düzeltme mesajı geldi... Böylece “okur dikkati realitesi” ile bir kez daha tanışmış oldum. Ne güzel! Bundan sonra daha dikkatli olacağım, söz...
* İKİ: Allah’ım, neydi günahım... Sanki başımda yeterince bela yokmuş gibi bir de “Ahmet Arsan belası” ile uğraşıyorum... Ahmet Arsan köşesinde bir şey yazıyor, yazıdan alınanlar hemen beni arıyor... “Yahu o köşeyi ben yazmıyorum, anlamıyor musunuz?” diyorum... Karşımdakiler, bilmiş bir şekilde “Anlat... Anlat... Heyecanlı oluyor” edasını takınıyor... Alacağın olsun Ertuğrul Özkök! Ben bunun intikamını senden almaz mıyım?
Bundan böyle
* BANA adanmışlık hissini yeniden yaşatan Beşiktaş taraftarlarına duyduğum derin gıpta nedeniyle yüz seksen derece dönerek Beşiktaşlı oluyorum...
* Akıl ve ruh sağlığımla birlikte imanımı da korumak için Vakit Gazetesi okumayacağım... Onun yerine Milli Gazete’ye takılacağım...
* “Ölmeden önce yapılması gereken yüz şey” türünden saçmalıklara asla yüz vermeyeceğim...
* Cep telefonumun beni esir almasına izin vermek yerine, ben cep telefonumu esir alacağım...
* “Benim için ne derler?” cümlesini hayatımın odak noktası yapmak yerine, “Ben onlar için ne diyorum?” cümlesini hayatımın odak noktası yapacağım...
Paylaş