Çapkın komutan ile çapkın bakan

"ÇAPKIN Bakan" ile olaya başlayalım.

Bir bakan, çapkınlık yapmaya kalkışırsa başına ne gelir?

Ne gelecek?

Bakan’ın bedbaht eşi, hemen kendisini Başbakan’ın eşinin yanına atar ve gözyaşları içinde eşinin "yaramazlıkları"nı anlatır.

"Aman" der, "Aman buna bir çare. Sayın Başbakanımıza söyleyin. Bizimkinin kulağını çekiversin."

Bir yandan gözyaşlarının etkileyiciliği, bir yandan "aldatan erkek" konusundaki aşırı duyarlılık.

Başbakan’ın eşi, derhal olaya el koyar. Ve "çapkınlık yapan bakan" ile ilgili bilgileri "Sayın Başbakan"a iletir. Bunun üzerine Başbakan, durumu ciddiye alır ve Bakan Bey’i yanına çağırır. "Sayın Bakan ne iş?" diye sorar. Bakan kızarır, bozarır. Başbakan, kulak çekmekle yetinir.

Ama eğer mevzu çok büyümüş ve dallanıp budaklanmışsa kulakla yetinilmez, "ip" de çekilir.

İktidar açısından "aldatan bakan" olaylarıyla ilgili bugün cari olan yöntem budur.

Peki bu işler ciheti askeriyede nasıl cereyan eder?

"Muhafazakar" iktidar ile "laiklik konusunda her daim duyarlı" askeriye arasında bu konuda bir farklılık var mı?

Vatan gazetesinin haberinden öğreniyoruz ki yok!

Habere göre olay şöyle cereyan ediyor: Komutanın eşi, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın eşine gidip dert yanıyor. Böylece olay "Paşa"ya aksettirilmiş oluyor. Kara Kuvvetleri Komutanı da işin gereğini yerine getiriyor.

Nasıl? Tıpkısının aynısı değil mi?

"Ne var bunda şaşacak?" diye soranlara sadece şunu söylemek isterim:

Bizim önümüze sürekli "sivil siyaset" ile "asker" arasındaki iflah olmaz çelişkiler ve farklar getirilmiyor mu?

Ben de bir benzerliğe dikkat çekmek istedim, hepsi bu.

Bir uyumsuzun tatil tüyoları

BOZCAADA- Rilke’nin bir cümlesiyle başlamak zorundayım: "Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru." Neden mi? Şöyle anlatayım: Adamı serseme çeviren, durmak yorulmak bilmez bıktırıcı bir deli rüzgar. Bezgin, usanmış ve çaresiz "ada halkı" ile enerjik, meraklı ve memnun "tatilciler" arasındaki devasa çelişki. Tatilcilerin "Bodrum’a gitmedik, burayı tercih ettik. Çünkü biz acayip sofistikeyiz" havası basmaları. Adanın en merkezi parkında Cezmi Ersöz’ün gitar dinletisi eşliğinde kitaplarını imzalaması. Plastik sandalyelerle kaplı banal plajlar ile otomobil sayısının fazlalığından koca adanın dev bir otoparka dönüşmesi falan. Yani demem o ki gitmeden önce bir daha düşünün.

KAZDAĞLARI- Eğer "Çıkıp şu dağlara yaslanmalıyım hey!" diye haykırıp, en artistik Nasuh Mahruki hareketini çekecek kadar kendinize güveniyorsanız sorun yok. Ama eğer Çetmi Han ya da Manici Kasrı’ndan çıkmamak üzere buraya geldiyseniz, hapı yuttunuz. Çünkü ıssız dağ başlarına tatil yapmaya giden Amerikan gençlerinin öykülerini anlatan korku filmlerinin tüm klişeleri için en elverişli mekanlardasınız. Eğer şişman ve gözlüklüyseniz haliniz harap demektir.

ASSOS- Artık hafta sonları bile kalabalık olmuyormuş. Başına bir felaket gelen Mustafa Hoca Assos’u terk etmek zorunda kalmış. "Ölçülü romantizm" gitmiş yerine "ekmek derdi" gelmiş. Eski şaşaalı günler artık geride kalmış. Kısacası hüzünlü ve dokunaklı bir öykünün başkahramanı olmuş "zavallı" Assos. Böyle bir yerde Aristo’nun ders verdiği yerleri aramak ya da kayalıklarda kafa dinlemek için fazlasıyla vurdumduymaz bir karaktere sahip olmak gerekiyor. Öyleyseniz gidin. Ama başkalarının dertleriyle ilgilenmemek gibi bir karakteriniz varsa, sakın ha!

Köşeler kimin malı değildi

"MEDYADA etik" konulu tartışmalar karşısında elektriklenenlerden değilim.

Ancak...

Madem son günlerde "gazetecilerin borsada oynaması" ya da "medya mensuplarının beleş gezilere tebelleş olmaları" gibi mevzularda bir etik tartışması başlatıldı...

O halde eski bir hikayeyi yeniden gündeme getirmekte fayda var:

Hani "Köşeler babamızın malı değildir" diye başlatılan tartışma vardı ya, işte ondan söz ediyorum.

Güncel olay şudur:

"Adamın biri" bir şarkıcıya asılır, şarkıcı da adama pas verir ve bir aşk doğar!

Ama kadının "eski yavuklusu" biraz sıkılmaz bir adamdır ve "Ulan ne halleri varsa görsünler, ben karıma kızıma döndüm" demek yerine ikide bir "bizim çifte kumrular"a bindirir.

İşe bakın! "Yeni yavuklu" bir köşe yazarıdır!

Ve köşe yazarımız, köşesini "sıkılmaz" bir adam olan "eski yavuklu"ya göndermelerle dolu bir yazıya ayırır...

Peki...

Bu durum...

BİR: Köşesi olmayan "eski yavuklu" açısından bir haksız rekabet durumu yaratmıyor mu?

İKİ: Köşe yazısında şu anki sevgilinin eski sevgilisine ayar vermek, "bu köşe bana babamdan miras kaldı" havası estirmiyor mu?

Cengiz Semercioğlu Bey kardeşimiz, bilmem bu konuda da "savunma" görevini üstlenip, bir yanıt verme zahmetinde bulunurlar mı?
Yazarın Tüm Yazıları