Gölgede bile pirelenmeden yani umutsuzluğa ve bezginliğe kapılmadan oturmak olasılık dışı.
İnsan böyle bir günde ne yapar?
Hele günlerden pazarsa...
Tabii ki Haşmet Abi gibi yapar:
Arabaya atladığı gibi ‘Ver elini Alaçatı’ diye yola koyulup, her güzellikten binbir şiirsellik damıtır...
Peki böyle bir günde CHP İstanbul Kurultayı’nın yapıldığı Akatlar Kültür Merkezi’nin havalandırmasız ve boğucu salonuna doluşup kavga çıkarmak da neyin nesi?
Kurultay salonuna alınmayanların ‘Yaşasın! Bundan iyisi Şam’da kayısı’ deyip kendilerini Caddebostan Plajı’na atmalarını ve günün keyfini çıkarmalarını bekleriz değil mi?
Ne gezer?
Adamlar o sıcak ve boğucu cangılın içine alınmadıkları için şükür duası edecek yerde, ‘Bizi nasıl içeri almazsınız’ diyerek kavga çıkarıyorlar.
Hem de ‘CHP İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem olsun’ teziyle ‘Hayır, bu işi Altan Abi çok daha iyi yapar’ tezini yarıştırmak için.
***
Oysa sıcak havanın etkisinden birazcık kurtulup ‘Ha Şinasi Öktem, ha Altan Abi... Ne fark eder?’ diye sorsalar, kurtuluşun ellerinde olduğunu görecekler.
Mesela ‘Şinasi Öktem diye bir siyasetçi onca zamandır CHP’nin İstanbul İl Başkanlığı görevini yürüttü de ne oldu? Hangi yerel ya da genel politik sorunun İstanbul’da gündeme taşınmasını sağladı?’ ya da ‘CHP kurultaylarına merak sardıran birkaç ilgili dışında geniş kamuoyu, Şinasi Öktem adını ne zaman duydu?’ filan diye sorsalar sanırım yürekleri ışıyacak...
Tabii ‘Altan Abi bu işi daha iyi yapar’ sloganını sırtlayarak denizi, kumsalı, plajları, tatil köylerini filan bir tarafa bırakıp kendilerini Akatlar Kültür Merkezi’nin klimasız ortamında ter içinde bırakanlar...
Onlar da ‘Altan Abi neyi değiştirecek?’ diye sorsalar, belki işin anlamsızlığını görebilecekler.
Ama işte ah şu aşırı sıcak!
Alışkanlıkların sürdürülmesine ve anlamsızlığın fark edilmesine bir türlü izin vermiyor.
Kırıkkanat için üç önemsiz not
BİR:‘Ahmet Hakan bana faşist demiş, faşizm bir yönetim biçimidir, dolayısıyla kişilere faşist denmez’ diyerek ‘faşist cesareti’nin yanı sıra ‘cahil cesareti’ne de sahip olduğunu kanıtlayan yazarımıza, ‘Komünizm de bir yönetim biçimidir ama kişiler için komünist diyoruz’ gibi laflar ederek ‘öğreten adam’ pozlarına girmenin bilmem yararı olur mu? Yoksa anlamayacağını bile bile ‘sıradan faşizm’ ya da ‘faşizan düşünce’ gibi bahislere mi girsem? Belki de en iyisi bu çabalardan vazgeçip, yazarımızın mukim olduğu Fransa’ya en uzak noktayı bulup oraya yerleşmektir.
İKİ: Sokakta gördüğü insanlar için ‘geviş getirenler’, ‘kısa kollu, uzun bacaklı, bol kıllı adamlar’, ‘danalarıyla sahile yayılanlar’ gibi aşağılamalarda bulunan yazarımız, kendisine ağır hakaretler eden bir ‘okur mesajı’nı yayınlayarak ne yapmaya çalışıyor olabilir? Amacı ‘Bakın bana da hakaret ediliyor’ mesajı sarkıtmak olabilir mi? Eğer öyleyse bu yaptığının adına Orta Şark’ta ‘köylü kurnazlığı’ demezler mi? ‘İyi ama o Paris’te yaşıyor, onun köylü kurnazlığı gibi alaturka bir eylemle ne alakası olabilir ki?’ diye sorabilirsiniz. O zaman size yanıtım şu olur: Belki de yazarımız ‘Fransız köylü kurnazı’dır.
ÜÇ: İslam diniyle ilgili kanaatlerinin ne olduğunu çok iyi bildiğimiz yazar, ‘Cesaretin de bir sınırı var’ ilkesini anımsatırcasına geçen gün ‘Bizim dinimiz temizlik dinidir’ ve ‘Temizlik imandandır’ gibi bu zamana kadar pek kendisinden duymaya alışık olmadığımız fikirlerini bohçasından çıkardı. Yani oryantal figürler çekerek her daim açık olan tövbe kapısından içeri dalmaya çalıştı. Ama bunu yaparken 15 asırlık ‘teyemmüm’ü de ‘teyennüm’ yapıverdi! Ne diyelim: Ne kadar Paris görse de şarklı her zaman şarklıdır.