Bu randevu çok önemli

‘KÜRT sorunu’ başlığı altında toplanabilecek sorunların çözüm aşamasına geldiği bir dönemde terörün yeniden alevlenmesi, özellikle soruna duyarlı aydınları etkiledi.

‘Düşük yoğunluklu savaş’ döneminde ‘otoriter devlet söylemi’ne destek vermemek kaygısı taşıyan bu aydınlar, ‘PKK terörü’ vurgusu yapmazlardı.

Ama şimdi çok önemli bir değişim yaşanıyor.

Zamanında Kürt sorunu konusunda yazıp çizdikleri nedeniyle başları devletle belaya girmiş birçok aydın, şimdi PKK’yı ağır bir dille eleştiriyor.

Bu değişimin iki önemli nedeni var:

BİR: AB yasaları çerçevesinde yapılan onca değişikliğe karşın çözümün hálá şiddette aranmasının mantıksızlığına isyan.

İKİ: Kürt hareketi içinden bağımsız, bağlantısız, şiddetten uzak, terörle arasına mesafe koyabilmiş bir alternatifin çıkmayışı.

İşte bu iki nedenden dolayı aydınlar, şiddeti ve terörü yeniden canlandırma girişimleri karşısında net bir pozisyon almaya başladılar.

Bu durum Kürtler adına siyaset yaptıklarını iddia eden ama terörle aralarına mesafe koyamayanları moralsiz ve dayanaksız bırakacaktır.

İşte böyle bir ortamda Başbakan Erdoğan’ın çarşamba günü için aydınlara verdiği randevu büyük önem kazanıyor.

Bu randevunun anlamı şudur:

Hükümet, aydınların yeni pozisyonundan yararlanma kararı almıştır.

Aykırısın, aykırı kal

EY Erkin Baba.

Sen ki uzun saçların, tuhaf giysilerinle ortamı ta 60’ların sonunda elektriklemeyi başarmış bir adamsın.

Sen ki henüz Türkiye’nin henüz açılıp saçılmadığı o aşırı mahcup günlerinde, ‘genelev’ sözcüğünü şarkılarından birinin içine ustalıkla yerleştirmişsin.

Sen ki ‘İlla ki’ gibi bir lafa Türkçe’de meşruiyet sağlamayı başarmışsın.

Sen ki kızını Türk eğitim sistemine emanet etmekten kaçınarak en aykırı hareketini çekmişsin.

Sen ki Beyoğlu’na kavga çıkarmak için gitmişsin.

Sen ki kimsenin Hint felsefesini takmadığı bir dönemde ‘Ver elini Hindistan’ deyip zorlu bir yolculuğa çıkmışsın.

Sen ki salya sümük aşk şarkılarına yaslanmak yerine, ‘Deli kadın, hiç sen beni anlamadın / Sopa mopa kár etmiyor taş kafana’ diye bir şarkı yapmış ve üstelik sadece ağabeylerin değil ablaların bile gönlünü fethetmişsin.

Sen ki bu topraklardaki Arap nefretine hiç takılmadan, ‘Şaşkın’ gibi kıyak bir şarkıya imza atıp milleti Arap ritmiyle sarıp sarmalamışsın.

Öyleyse Erkin Baba, söyler misin:

Bütün bu aykırılıklar orada öylece dururken, 2005 yılının şu sıcak yaz günlerinde, ikide bir çıkıp, ‘MHP, ulusal sol, milliyetçilik, Lozan’ filan gibi hiç de ‘aykırı’ kaçmayan kelimelerle konuşmak da neyin nesi?

Nereden çıktı bu ‘Metal Fırtına’ ağzı?

Erkin Baba.

En iyisi ya sus, ya da titre ve özüne dön.

Şu üç şeyden sıkılmadık mı

BİR:
Yıldız Kenter’in son günlerde bulduğu her fırsatta ‘Tiyatronun eski şaşaalı günleri’ni anlatıp, gözyaşlarıyla ‘Artık tiyatroya kimsecikler gelmiyor’ diye yakınmasından. Ve hatta ‘Ecevit eskiden gelirdi, o bile gelmiyor’ filan diyerek, işi tiyatroya gitmeyenleri isim vererek teşhire kadar vardırmasından.

İKİ: Engin siyasal hoşgörü sahibi olduklarını kanıtlamak isteyenlerin, ‘Ben Názım Hikmet’i de, Necip Fazıl’ı da çok severim’ klişesine yaslanmalarından. Türk şiirinin iki büyük şairinin ‘Bakın, ben ne de hoşgörülüyüm’ mesajı için kullanılmasından.

ÜÇ: Arap diktatörlerinin başı açık eşlerini ‘Aman da ne çağdaş! Gözlerim yaşardı. İşte gerçek İslam’ diye selamlamaktan. Yani ‘Diktatör de olsa, zorba da olsa fark etmez, yeter ki başı açık olsun’ anlayışına saplanıp kalmaktan.
Yazarın Tüm Yazıları