Bir röportaj beklentisi

NE kendisine Yavuz Donat timsali bir vakanüvisçi bulma gayreti içine girdi...

Ne, arada bir de olsa, konumunun ağırlığını hissettirmek için kendisine cevabı kolay sorular soracak bir Kurtul Altuğ arayışı içinde oldu.

Yani helal olsun!

Bir ifrattan kaçtı.

Ve fakat...

Tuttu bir tefrite sığındı.

"İfrat", gündeme gelmek ve konuşmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaktır.

"Tefrit" ise susmak, susmak ve susmaktır.

O da öyle yaptı:

Sustu, sustu, sustu...

O kadar ki:

Milli ve dini bayramlarda banda çekilmiş ekran kutlamaları olmasa, milletçe 7 yıl devletimizin en başında bulunan adamın ses tonunu bile işitemeyecektik.

Diyeceksiniz ki:

"Alabildiğine formel bir metnin, alabildiğine yeknesak bir tonda okunmasından ne çıkar ki?"

Öyle demeyin...

Ya ses tonunu bile işitemeseydik?

* * *

Ben ilk başlardaki suskunluğunu, devletin en tepesine hiç hesapta yokken çıkışın getirdiği ürkekliğe bağlamıştım.

Alışır ve konuşur diye bekliyordum.

Ancak...

Beklentim boşa çıktı.

"İcraatıyla konuşan hukuk adamı" payesini mi sevdi?

Yoksa...

Susarak oluşan gizemin büyüsünü mü korumaya çalıştı?

Bilmiyorum... Bilemiyorum...

Belki de "Tayyip Erdoğan ile aranız nasıl?" ya da "Anayasa kitapçığını fırlatırken çok sinirlenmiş miydiniz?" türünden sorulara muhatap olmak istemedi.

Çünkü bu sorular, "Hangi cevabı verirsen ver kurtarmaz" türünden sorulardır.

Tek çaresi: Soruya muhatap olmaktan kaçınmaktır.

Ama ne kadar susarsa sussun, sonuçta o da etten ve kemikten bir insandı.

Belki de bu yüzden...

Ali Babacan’a fırça attı.

Abdullah Gül’e ters baktı.

Arınç’ın elini sıkarken yüzünü buruşturdu.

Dönemin Başbakanı’na Anayasa kitapçığını fırlattı.

Hükümet karşıtı yayın yapan televizyon kanalının gecesinde sevinçli bir telaş içine girdi falan.

Demek ki neymiş?

İnsan doğasına ters düşecek denli derin bir suskunluk, duyguların açığa çıkmasına engel olamıyormuş.

* * *

Neyse...

Olan oldu...

Tam 7 yıl yaşandı bitti...

Duyduğumuza göre Köşk’te eşyalar yavaştan toplanmaya başlanmış.

Memur çocuklarının çok iyi bildiği o "taşınma telaşı" kaplamış her tarafı.

Yani...

Bir durum değerlendirmesi için tam zamanı.

Diyorum ki:

Sayın Cumhurbaşkanımız, 7 yılın ardından namlı röportajcılarımızı karşısına alsa ve sorularını yanıtlasa...

Mesela Ayşe Arman, "Gerçekten geceleri yatmadan önce Köşk’te boş yanan ışıkları söndürür müydünüz?" diye sorsa.

Mesela Nuriye Akman, "Sayın Cumhurbaşkanım... İstanbul mu? Ankara mı?" diye sorsa.

Mesela Mehmet Ali Birand, olmayacak sorular sorduğunda dudaklarına kondurduğu o ironik kıvrımla, "Orhan Pamuk’un romanlarından hangisini okudunuz?" diye sorsa.

Mesela Uğur Dündar, "Bir kıyı kasabasına yerleşmeyi mi düşünüyorsunuz?" diye sorsa.

Mesela Ali Kırca, "Çabuk sinirlenir misiniz?" diye sorsa.

Mesela Balçiçek Pamir, "Köşk’te canınız sıkıldı mı?" diye sorsa.

Kısacası...

Artık gülünç hale gelen şu ciddiyet bir bitse.

Ve şöyle rahat, sakin, bol gülücüklü resmiyet dışılık devreye girse.

Biz de 7 yıldır devletimizin en tepesinde bulunan kişinin, 7 yıl sonra da olsa insan yönünü keşfetmenin derin hazzını yaşasak.

Ne dersiniz?

Fena olmaz değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları