Futbol üzerine yapılan geyik programlarının meftunuyumdur. Futbol konusunda yazılmış “Blöfçünün Rehberi”ni hatmettim, bu yüzden futbol hastalarının karşısında bile ezilip büzülmem, “her şeyden haberim varmış gibi” yapabilirim. Ama gelin görün ki: Son tahlilde ben bir “futbol düşkünü” değilim. Hatta futbola kayıtsız kaldığını cümle âleme ilan etme cesaretini gösteren Okan Bayülgen’i, hiç değilse bu alanda “pir” bellemişimdir.
Takım tutma meselesine gelince: Bir kardeşim Fenerbahçe’yi, bir kardeşim Beşiktaş’ı tercih edince bana da Galatasaray düştü. Çocukluğumdan beri “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna sırf “Ben takım tutmam” diyerek kıllık yapmamak için, bir ağız alışkanlığıyla “Galatasaray” diye yanıt verdim. Sonra günlerden bir gün İnönü Stadı’nda bir Beşiktaş maçına gittim. Tribünlerden öyle aykırı, öyle yaratıcı, öyle erkeksi sloganlar yükseliyordu ki mest oldum. Üstelik Mustafa Denizli de stada hayli artistik bir giriş yapmıştı. Muazzam bir etki altındaydım. Kararımı verdim: Beşiktaşlı oldum.
Derken bir gün yolum Trabzon’a düştü. Trabzonspor Kulübü Tesisleri’nde küçük bir inceleme gezisi... Şenol Güneş’in gadre uğradığı halde mağrurluğundan ödün vermeyişinden, Özkan Sümer’in asil duruşundan ve takıma gönül verenlerin adanmışlığından öylesine etkilendim ki... Anında tornistan edip adımı Trabzonspor Kulübü Kayıt Defteri’ne yazdırdım. Bir de söz verdim, “Pazara kadar değil mezara kadar Trabzonsporluyum” diye...
Sözümde durdum: Döneklik yapmadım ama aktif bir taraftar gibi de davranmadım. En son İnter galibiyetinin İstanbul medyasında hak ettiği ölçüde karşılık bulmadığını görünce... Yani yapılan açık haksızlığı fark edince... Kararımı verdim: Ben artık “aktif bir Trabzonspor taraftarı” olacağım. Yolumdan hiç dönmemecesine...
İyi ki izin vermediler
İYİ ki Ergenekon sanığı Doğan Yurdakul’a ölüm döşeğindeki eşini son kez görmesi için izin vermediler. İyi ki bir vicdan temizlemesine girişmediler. İyi ki bir merhamet şovu yapmadılar. Böylece... Hiç değilse... Haksızlık yapanların haksız olduğu anlaşılmış oldu.
Ne diyordu İsmet Özel, “Esenlik Bildirisi” adlı şiirinde? “Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın / Ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir / Haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın / Yaşamak bir sanrı değilse öç alınmak gerektir”.
Yaşlanmanın 10 belirtisi
BİR: Saat 23.00 dedi mi gözün yatağa gitmesi... İKİ: Slogan atmaktan çekinmeye başlamak... ÜÇ: Sabahlayamamak... DÖRT: Maraza çıkarmak yerine yatıştırıcı rol oynamaya başlamak... BEŞ: Paraya pula daha fazla önem vermek... ALTI: Çok fazla “Ne gerek var şimdi” demek... YEDİ: Bir çantaya iki tişört üç kitap koyup anında yolculuğa çıkamamak... SEKİZ: Gitgide artan abartılı merhamet... DOKUZ: Okurken kitabı göze daha çok yaklaştırmak... ON: Ölümüne aşk arayışı triplerine dalmak...
Kaldırın o otomobilleri
ŞEHİRDEKİ her türlü aksaklığı tatlı sert bir dille kaleme alma geleneğinin başlatıcısı Ahmet Rasim’dir. Onun gazetelerde yazdığı “Şehir Mektupları” başlıklı yazılar, görevlerini hakkıyla yapmayan zabıta kuvvetleriyle giriştiği kavganın bir tür tutanaklarıdır. Bizim post-Ahmet Rasim’imiz Hıncal Uluç’tur. Onun trafik ihlali yapan araçların plakalarını ısrar ve inatla teşhir etmesi bile bu unvanı hak etmesi için yeter de artar bile... İzin verirseniz ben de bir günlüğüne de olsa “Ahmet Rasim / Hıncal Uluç geleneği”nin sürdürücüsü olmak istiyorum:
Harbiye ile Taksim arası, geniş mi geniş yaya kaldırımıyla dünyanın en güzel yürüyüş yollarından biridir. Fakat ne yazık ki yayalar için ayrılmış geniş kaldırıma pek alışık olmayan yurdum insanı, “Bu kadar geniş kaldırım mı olurmuş, biz en iyisi araçlarımızı buraya park edelim de bir işe yarasın” mantığıyla kaldırımı resmen otoparka dönüştürmüş durumdalar. İş o durumdadır ki: Yayalar araçlar arasından cambazlık yaparak geçebilmektedir. Ey zabıta! Ey polis! Lütfen duruma el koyun! Biz yayaları o geniş kaldırımın keyfini sürmekten mahrum bırakmayın.
Not: Bu arada Hıncal Uluç’a “kaybettiği tazminat davasının kendi gazetesinde haber yapılmamasına itiraz etmesi” nedeniyle bin selam.
Neden müze sevmem
Sevmem çünkü: Hiçbir müze bana geçmişe dair bir şey anlatmayı başaramadı. Sevmem çünkü: Zengin ülkelerin başka coğrafyaların topraklarının altından çıkanları ele geçirmek için verdikleri mücadeleyi çok rezil bulurum. Sevmem çünkü: Tarihin mahremiyetini edilgen bir şekilde seyre dalmaktan rahatsız olurum. Sevmem çünkü: Tarihin bir tür hayvanat bahçesine dönüştürülmesine ifrit olurum. Sevmem çünkü: Müze gezmeye özgü abartılı bürokrasinin içine dalmaktan fena halde sıkılırım.