SAAT 19.00: Nişantaşı kaldırımlarını doldurmuş çılgın Türkler, telaşlı adımlarla dolaşıyorlar. Hava, "planlı eğlencenin yol açtığı" kahrolası gerginlik nedeniyle kurşun gibi ağır. Her adımda "Bu gece acayip eğlenmeliyiz" zorunluluğunun getirdiği acayip tedirginlik...
SAAT 19.10: Gecenin ilerleyen saatlerine doğru dağıtacaklarını şimdiden belli etmek isteyen gösterişçi grup, hem "Genciz, serseriyiz, kimseyi takmıyoruz" havası basıyorlar, hem de yarattıkları etkiyi ölçmek için etrafı kolluyorlar. Eğlenmekten ziyade eğleniyormuş gibi yapmanın yol açtığı buhran... "Allah kolaylık versin" deyip geçiyoruz...
SAAT 19.15: Starbucks’ta mahşeri bir kalabalık... Çılgın geceye Amerikan tarzı başlangıç yapmak isteyen "Kuru Kahveci Mehmet Efendi"nin torunları, paket kahveleriyle Nişantaşı’nın kalabalığına karışıyorlar... Starbucks’un sempatik servis elemanları, beni Haşmet Babaoğlu sanıyorlar... Çaktırmıyorum.
SAAT 19:30: Noel Baba şapkası satışları çok iyi durumda... "Çılgınlık" ile "kasıntılık" arasında gidip gelen beyaz Türkler, kimseye çaktırmadan şapkalarını alıp olay mahallinden hızlıca uzaklaşıyorlar...
SAAT 19.35: Ve işte gecenin en dumura uğratan görüntüsü: İsmailağa Cemaati’ne mensup olduğunu sandığım sakallı, şalvarlı, cüppeli bir adam, Noel Baba şapkalarıyla birlikte yılbaşı eğlencelerinin adamı soytarıya çeviren o garip aksesuarlarını satıyor... Göz göze geliyoruz, satıcı "Ekmek parası için abi" bakışı fırlatıyor... Durumun analizini Nilüfer Göle’ye bırakıp yola devam ediyorum.
SAAT 19.45: Harbiye üzerinden Taksim’e doğru yürüyüş... Taksim’e yaklaştıkça kalabalığın niteliği de değişiyor: "Planlı eğlence" sahibi adamlar ve kadınlar, burada yerlerini, bin türlü kolpayı kıvıracak ustalığa sahip tekinsiz çocuklara bırakıyorlar. Cep telefonumu yoklayıp yola devam ediyorum.
SAAT 20.10: İşte İstiklal Caddesi’nin girişi! Turistler, Asmalı Mescit müdavimleri, arka sokaklardaki ucuz yerlerin müşterileri, türkü barcılar, haftalığını kapan çıraklar, yılbaşında buralar nasıl oluyormuş diye merak edenler... Tarihi cadde tarihi kalabalıklarından birini ağırlıyor. Sökülen ağaçlar nedeniyle biraz daha rahatlamış İstiklal Caddesi’nin trafiği, yoğun kalabalığa rağmen fevkalade akıcı...
SAAT 21.00: İstiklal Caddesi’nde "Komünist" gazetesini satan gençlerin yerini "tebliğ timleri" mi almış ne? Her adımda onlardan birine rastlıyorum... Mekan basmak tarzında değil de adam adama markaj yöntemiyle "Ölüm de var... Vazgeçin eğlenmekten" filan diye telkinde bulunuyorlar.
SAAT 21.30: İki türbanlı kız, iki sakallı adam... "Ahmet Abi, bu saatte ne işin var burada" diye takılıyorlar bana... "Sizin ne işiniz var?" diyerek olayı bastırmak yerine, o fevkalade kullanışlı cümleyi kuruyorum: Onlarlayım ama onlardan değilim...
SAAT 22.00: The Hause Cafe’nin yılbaşı için özel geliştirdiği yerellikten ödün vermeyen deneysel yemeklerini hızla yedikten sonra Taksim Meydanı’na doğru yola koyuluyorum. Meydana yaklaştıkça bir yandan kalabalık artıyor, bir yandan da ülkemizdeki insan çeşitliliğinin çarpıcı örnekleriyle şaşkına dönüyorum..
SAAT 22.30: Taksim Meydanı’na geldiğinde kalabalığın etkisiyle kendimi bir parça eski İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay sanıyorum ve onun tarihe geçen "İşte Paşam İstanbul" sözünü anımsıyorum... Tabii İsmet Paşa’yı anmadan da edemiyorum...
SAAT 23.00: Taksim Meydanı sanki alt sınıfların ücretsiz girebilecekleri, bodygardların filan işlevsiz kaldıkları bir açık hava Reina’sı gibi... Zaten Kenan Doğulu, Mahsun Kırmızıgül gibi sanatçıların yerini bu yıl DJ’ler almış... Kalabalığı gaza getiren müziğin yanı sıra dev ekranlarda İstanbul’un turistik görüntüleri sunuluyor. Bir ara sunucu mikrofonu eline alıp, "Kırmızı" diye bağırıyor... Kalabalık "Beyaz" diyor.... Sunucunun "En büyük" şeklindeki haykırışına kalabalık "Türkiye" diye ses veriyor... Ve böylece Türk’ün Türk’e propagandası diye nitelendirebileceğimiz bu çocukça oyun sürüp gidiyor.
SAAT: 23.30: Kalabalığı yararak mühim şahsiyetler çılgın eğlencenin içine doğru ilerliyorlar... "Kim bunlar" diye bakınca "Mimar Doktor" Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile İstanbul Valisi Muammer Güler’i görüyoruz. Kalabalık görünce dayanamayan, nutuk çekmeden duramayan politikacı tavrıyla mikrofonu ellerine alıyorlar. Allah’tan konuşmalarını yuhalanacak kadar uzatmıyorlar...
SAAT 23.50: Gece yarısına doğru müzik de yerlileşiyor. Taksim Meydanı, yeni yıla Orhan Gencebay’ın "Batsın Bu Dünya" adlı şarkısıyla giriyor. Ötesini söylemeye gerek yoktur sanırım...