Benim günlüklerim

YAĞMURLU bir pazartesi...

Bugün yine ters tarafımdan kalktım.

Surat asık, konuşmak istemiyorum. Yani depresyon tavan yapmış durumda.

Düşünün: Beş kahve içtim, bana mısın demedi.

Üstüne üstlük tuttum Tophane’deki "Asude"ye yollandım.

Bir de baktım ki "F" adlı gazeteci de orada.

"F"nin gözlerinde şimşekler...

Dedi ki: "O grubu zapt edeceğiz. O grubun zaptı yakın." "F"nin gözlerindeki ihtiras parıltısından ürktüm. Sonra?.. Sonra hep birlikte şarkı söyledik: "Gül yüzlülerin şevkine gel nüş edelim mey..."

* * *

Güneşli bir çarşamba...

"Borsa"
adlı şahane restoranda cemaatten bir "abi" ile yemekteyiz.

Pazı sarma, kuskus, döner falan söylüyoruz.

Kolalar da buz gibi...

Bir ara "abi"ye soruyorum:

"Abi... Abi... Söyler misin? Sizin cemaat iddia ettikleri gibi memleketi avuçlarının içine aldı mı? Var mı böyle bir şey? Yoksa hepsi laikçilerin tuhaf paranoyası mı?"

Eskiden olsa, "Yok, vallahi yok... Hepsi uydurma... Hepsi palavra... Biz Allah rızası için çalışan gariban bir cemaatiz" diyecek olan "abi", dudaklarına muzaffer bir kıvrım kondurup atıyor havasını:

"Bak Ahmet Kardeş... Bizim şunca mekteplerimiz var... O mekteplerden yetişen şunca adamımız var... Bunların önemlice bir bölümü önemli makamlara geldi... Onlar bakıyorlar kim hocalarını üzüyor, ona göre muamele çekiyorlar... Olan biten budur."

Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak gibi olup hiç sesimi çıkarmadan önümdeki pazı sarmaya yumuluyorum.

* * *

Puslu bir cuma...

Kahrolası üşengeç tabiatım nedeniyle iki gündür Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıkamamanın verdiği yenilmişlik duygusuyla Başkent kulislerine doğru akmaya başladım.

Ve kendi çapımda bir "ortam dinlemesi" yaptım.

AKP’nin seçim kampanyasını yürüten odağı dinliyorum:

İçeriden sesler geliyor...

Bir kadın sesi... "E" olmalı...

Diyor ki: "Puanlar düşüyor... Puanlar düşüyor... Kılıçdaroğlu’na vuralım."

Boğuk bir erkek sesi... "M" olmalı...

Diyor ki: "Vurursak daha da büyür... Biz vurmayalım, başkasına vurduralım."

Bir erkek sesi... Tilki gibi kurnaz bir adamın sesine benziyor...

"E" olmalı...

Diyor ki: "Bize bir düşman lazım. Bize bir gerginlik lazım... En iyisi A.D.’ye çakalım. Oradan bir kavga çıkaralım. En az beş puan getirir."

Ortak bir ses çıkıyor:

"İşte budur..."

Ben de şöyle diyorum: "Ne acayip... Masonik örgüt toplantısı gibi bir şey..."

* * *

Karlı bir akşamüzeri...


Bir başka ortam dinlemesi...

Yer: "Etkili bir şahıs"ın makam odası...

"Yandaş medya"nın atak prensi, "etkili şahıs"a dert yanıyor:

"Elimizden geleni yapıyoruz ama tiraj alamıyoruz... Reklam da vermiyorlar bize..."

Fırtına öncesi sessizliğe benzer bir sessizlik...

Etkili şahıs, "gafile fırça" ile "beceriksizi azar" arası bir kıvamda haykırıyor: "Ne demek kardeşim tiraj alamıyoruz... Her gün basın benim fotoğrafımı birinci sayfaya... Bu millet alır."

Karşı tarafta bir çaresizlik susuşu...

Sonra alabildiğine alttan alan bir ses tonuyla fısıldama:

"Ama efendim inandırıcılık..."

Eyvah! Fırça gelecek... Geliyor da:

"Başlarım ulan sizin inandırıcılığınıza..."

Mahsun kardeşime

SEVGİLİ Mahsun kardeşim... Evvela mahsus selam eder, gözlerinden öperim... İşittim ki "Güneşi Gördüm" adlı filmin hakkında geçen gün yazdığım o çok ağır yazı bayağı bir ağırına gitmiş...

Haksız da sayılmazsın Mahsun kardeşim...

Başarmak için her şeylerini ortaya koyduğun biricik filmin hakkında, içinde "nefret" gibi çok ağır bir duygunun geçtiği bir yazı insanın ağırına gider.

Ama Mahsun kardeşim, yazı bu! Klavyede durduğu gibi durmuyor ki...

Bazen kıvam kaçıyor...

Bir bakıyorsun, pekálá "orta halli bir yapıt" deyip geçilecek bir film hakkında herkesler övgü yarışına girmiş... "Deha", "Oskar", "Dev", "Başyapıt" sözcükleri havalarda uçuşuyor...

Bu durumda bizim de kafamız atıyor tabii, dengeyi sağlamak için kıvamı kaçırıveriyoruz.

Neyse... Neyse...

Benim asıl söylemek istediğim şu Mahsun kardeşim... Sen belki sinema alanında bir "başyapıt" ortaya koyamadın ama bir sinema yönetmeninin filmine gelen eleştiri karşısında takınması gereken tavır konusunda çok şahane, çok harika, çok klas bir tavır koydun.

Sana gelip de "Ahmet Hakan senin filmini yerin dibine batırmış, ne diyorsun?" diye fitne çıkarmak isteyenlere, "Canı sağ olsun... Kendi görüşüdür" diyerek bir alicenaplık dersi verdin...

Kutluyorum seni kardeşim... İleride iyi bir sinema yönetmeni olup olamayacağını bilemem ama kabul etmeyelim ki adamlık sınavında yıldızlı pekiyi almış durumdasın.
Yazarın Tüm Yazıları