Benim gözümde Muharrem İnce olayı

Muharrem İnce’yle yakın temas içindeyim. Uzun zamandan beri.

Haberin Devamı

 

Gazetecilerin sevdiği türden bir politikacıdır Muharrem İnce.

Her dem tazedir... Her dem yeni şeyler söyler... Her dem açık konuşur... Her dem şeffaftır... Her dem öfkesini de mutluluğunu da yansıtmaktan çekinmez... Her dem yeni haberlerin öznesi olabilir... Her dem dikkat çekecek bir şeyler bulmasını becerir...

Benim gözümde Muharrem İnce olayı

*

Bir bağlılığım yok kendisine. Bazen kendisini memnun edecek türde şeyler yazdım, bazen de kendisini kızdıracak. Yani kendisiyle temasım da var, mesafem de...

Zaten gazetecilik dediğin de bir temas ve mesafe sanatı değil midir?

*

Bayram tatiline çıktığım günlerde Hürriyet’in usta kalemi Yalçın Bayer patlattı bombayı...

Bomba şuydu:

Haberin Devamı

“Muharrem İnce ayrı parti kuracak.”

*

Muharrem İnce’yi yakından tanıyan bir gazeteci olarak önce tereddütle karşıladım bu bombayı...

İlk tepkim şöyle oldu: “Yok canım. O kadar da değildir.”

*

Muharrem İnce’yi aradım. Kapı duvar. WhatsApp’tan yürüdüm. Sıfır karşılık. Üstelik “Okundu” işareti bana doğru acımasızca göz kırptığı halde.

*

Sonra sakince düşündüm.

Temel soruları ardı ardına sıraladım:

Gerçekten de ayrı parti kurar mı? Gerçekten de gençliğinden beri içinde yer aldığı CHP’yi bırakır mı? Gerçekten de CHP’yi yönetenlerden bu kadar ayrı düşmüş olabilir mi? Gerçekten de partisinden umudu tamamen kesmiş olabilir mi?

*

Muharrem İnce’yle uzun süredir temasta olan, Muharrem İnce’yi uzun süredir izleyen, Muharrem İnce’yi anlamaya çalışan, Muharrem İnce’nin öfkesinden haberdar olan bir gazeteci olarak etraflıca düşününce...

Tüm bu soruların cevabını buldum:

*

Kendisini öyle büyük nezaketsizliğe maruz kalmış, kendisini öylesine dışlanmış, kendisini öylesine CHP dışındaki minik partilere tercih edilmiş falan hissediyordu ki...

Evet, ayrı parti kurabilirdi. Evet, CHP’yi bırakabilirdi. Evet, CHP yöneticilerinden bu kadar ayrı düşmüş olabilirdi. Evet, partisinden tamamen umudu kesmiş olabilirdi.

*

Peki bardağı taşıran son damla neydi acaba?

Onun da cevabını buldum:

*

Haberin Devamı

Partisinin oyunu 40 yıl sonra sekiz puan arttıran cumhurbaşkanı adayı olduğu halde kurultayda en arkaya oturtuldu ya...

Bardağı taşıran son damla, sanırım işte bu lanet olası damla oldu.


ÖZET GEÇİYORUM

VALLA ÇOK SIKILDIM

Yeni albüm çıkaracak ya da ilk kez sahneye çıkacak her genç kızın rüyası, Sezen Aksu’dan bir “parça” kapmak. “Parça”yı kapar kapmaz da akla gelebilecek her türlü mecradan haykırıyorlar: “Sezen’im bana şarkı verdi.” Bundan sıkılmayan var mı?

Benim gözümde Muharrem İnce olayı

*

SEVR’İN İNTİKAMI

Fransızların ünlü Le Mond gazetesi, şöyle bir yorum yapmış: “Erdoğan Sevr’in intikamını alıyor.” Bu yoruma benim yorumum ise şöyle oldu: Yeryüzünde bundan daha güzel, bundan daha meşru, bundan daha şahane, bundan daha haklı bir intikam olmaz, olamaz!

*

Haberin Devamı

‘DEĞNEKÇİ’ LAFI

SORU: Türkiye ne zaman ileri, modern, çağdaş bir ülke olur? CEVAP: “Değnekçi” kelimesini lügatinden tamamen çıkarınca...

*

YAZ BUNU BİR KENARA

Salgın dolayısıyla gelinen son noktayı açıklıyorum: Üç vakte kadar bizi evlere kapanmak bekliyor. Çok yakında yeniden İstanbul, İzmir, Ankara, Bodrum, Çeşme, Konya, Diyarbakır gibi yerlerde sokağa çıkma kısıtlaması gelirse hiç şaşırmayacağım.

*

KADEM’CİYİM ELHAMDÜLİLLAH

“İstanbul Sözleşmesi” diye bir tartışma var. Bu tartışmayla ilgili bilgisi olmadığı halde konuşanlara, bilmek isteyenlere, “Neymiş bu iş” diyenlere bir metin önereceğim: KADEM’in İstanbul Sözleşmesi ile ilgili hazırladığı “sorular ve cevaplarla İstanbul Sözleşmesi” metni... Lütfen internetten bu metne ulaşın. Okuyun. Bu konuda taraf olacaksanız ancak bundan sonra olun.

*

Haberin Devamı

NAZLIAKA’NIN DOĞUŞU

Benim gözümde Muharrem İnce olayı

Bir tartışmanın ortasına düştü. Partiden atıldı. Acayip yıprandı. Sonra? CHP’nin yönetimine giriverdi. Küllerinden doğdu yani. Peki nasıl oldu bu? Eşantiyon dağıttı kurultayda, eşantiyon. 50’li yıllarda CHP’li Kasım Gülek’in yürüttüğü türden Amerikanvari propagandayla yani. Ama yine de helal olsun.


ABDURRAHMAN DİLİPAK İÇİN BİR PORTRE DENEMESİ

80’lerin ortasıydı...

12 Eylül sonrası politikaya, konuşmaya, tartışmaya, ideolojiye aç olduğumuz günler...

Benim gözümde Muharrem İnce olayı

Ve işte böyle bir ortamda başladı “paneller dönemi”.

*

Bir komünist, bir İslamcı, bir Kemalist ve bir liberalin konuşmacı olarak katıldığı ve bizim de büyük bir heyecanla takip ettiğimiz paneller...

Haberin Devamı

Bu panellerin starı, hiç kuşkusuz “İslamcı” kategorisinden olaya katılan Abdurrahman Dilipak’tı.

*

Öyle etkili, öyle güzel, öyle destansı konuşmalar yapardı ki Dilipak...

BİLSAK’ın, Mülkiyeliler Birliği’nin tüm solcuları, sanki Sartre’ın Nobel’i ret konuşmasını dinliyorlarmış gibi büyülenirlerdi. Avuçları patlardı alkışlamaktan.

“Din” dendiğinde akıllarına sadece “halklar” ve “afyon” kelimeleri gelenler, Dilipak’ı dinlediklerinde “Yahu aynı bizim gibi konuşuyor, yahu bütün İslamcılar böyleyse amma da güzel” derlerdi. Çünkü Dilipak, öyle bir özgürlük tasavvuru çiziyordu ki... Bir özgürlük tasavvuru ancak bu kadar çizilebilirdi. 12 Eylül Anayasası’yla öyle bir kafa buluyordu ki... 12 Eylül Anayasası’ndan nefret eden solcular kendilerinden geçiyordu.

*

Uzun süre bu böyle gitti. Hem de çok uzun süre... Dilipak destansı konuşmalar yapmaya, farklı kesimleri şaşırtmaya, yasakçılarla mücadeleye devam etti.

*

Sonra bir şey oldu. Tuhaf bir şey! Dilipak kendini bir türlü yenileyemedi. Paneller döneminde söylediği sözlere yenilerini ekleyemedi. Sekterleşti. Donuklaştı. Tutuculaştı. Kendi kesiminin politikacıları yükseldikçe Dilipak’ın etkisi azaldı. Farklı kesimlerin itibar ettiği bir aydın olmaktan uzaklaştı. Bu da onu daha içe kapalı bir hale getirdi.

*

Son durum? Onu yazmak istemiyorum. Son durumu ortada zaten.


KUZEY EGE NOTLARI

- Kuzey Ege deyince daha havalı oluyor. Yoksa gittiğimiz yer Edremit/Ayvacık arası...

Benim gözümde Muharrem İnce olayı

*

Hep birlikte üşüşmeyecekseniz size bir bilgi: Behramkale köyünden Kayalar köyüne doğru şöyle bir araba gezintisine çıkın... Toscana Vadisi’nde bile bulamazsınız böyle güzel, böyle romantik, böyle huzur veren bir yol.

*

Bodrum ve Çeşme’den sıkılan bohem burjuvazi, Assos yakınlarında bir yeri gözlerine kestirmişler. Acayip partiler veriyorlarmış orada... Konseptleri salaş ve konforlu imiş... Sonuç? Yakında buradan da sıkılırlar.

*

- “Ahmetçe Altı” diye bir yer var buralarda. Adım Ahmet diye söylemiyorum ama harika bir yer. Yakında bozulacak. Kesin. Bozulmadan görün derim.

*

Henüz tam olarak Alaçatılılaşmamış ama köy olarak da kalamamış bir köy: Behramkale Köyü... Görmekte fayda var. Aristo’nun ders verdiği bir köy. Bir felsefi geçmişi var yani.

*

Behramkale’nin göbeğinde “İdasos” diye bir otel var. Mete ve Tuğba isimli bir çift işletiyor oteli... Çok matrak insanlar... Gölgesi iyi, taştan binası güzel, yemekleri leziz, muhabbeti tatlı bir otel... Benden selam söyleyene yüzde 10 indirim yaparlar diye umut etmek istiyorum.

*

- Akçay-Altınoluk-Küçükkuyu üçgeni diye bir üçgen var bölgede. İçine düştüğünüz anda çıkamıyorsunuz bu üçgenden... Bu üçgenin insanları, tamamen tatile odaklanmış durumdalar. Üç adımlık yola bile arabalarıyla gidiyorlar. Her santimetrekaresi motel. Üçgene dikkat yani!

*

- Kayalar köyünde Kazdağları’na yaslanıp vakit geçirmenin keyfine diyecek yok. Sabahları dinç kalkmak. Oksijenden sarhoş olmak. Ormanda kaybolmak. Hepsi güzel. Ama ah bir de şu kafa şişiren ağustosböcekleri olmasa... Fakat ne gürültü çıkarıyorlar abi...

*

Gittiğim her yerde istisnasız şu üç aşamadan geçerim: BİR: Aşırı yadırgama aşaması... İKİ: “Ben burayı çok sevdim, dur bir arazi bakayım” aşaması... ÜÇ: Hemen orayı terk etme aşaması... Şu an üçüncü aşamadayım. Sanırım birazdan yola çıkacağım.

Yazarın Tüm Yazıları