Paylaş
Bunun üzerine...
AK Parti Milletvekili Nursuna Memecan, “dansöz” karikatürünü çizen eşi Salih Memecan’a destek vererek şöyle demiş:
“Bizim dansözlere karşı en ufak bir önyargımız yok. Ailece sürekli göbek atıyoruz. Göbek atmaya bayılıyoruz”.
Yok, yok...
“Göbek atmayı seven aile” konusunun vaat ettiği bayağı esprilere tenezzül etmeyeceğim.
Ben asıl Nursuna Memecan’ın kocası adına konuşmasına, sanki karikatürleri birlikte çiziyorlarmış gibi yapmasına, tabiri caizse kocasının profesyonel işleriyle kendisini bu denli özdeşleştirmesine kafayı takmış durumdayım.
* * *
Soru şudur:
“Karı-koca ilişkisi” dediğimiz ilişki, ille de “tencere-kapak ilişkisi” olmak zorunda mı?
Ne yani?
Nursuna Hanım çıkıp da, “AK Parti’den milletvekili olduğum halde ben bile bazen Salih’i biraz fazla yandaş buluyorum” diyemez mi?
Hadi diyelim ki böylesi bir tavır, bizim memleketimiz için ileri kaçar.
Peki, hiç olmazsa...
Nursuna Hanım’dan, “Salih’in dansöz karikatürünü pek beğenmedim” türü bir cümle de işitmemiz imkânsız mıdır?
Tamam, Nursuna Hanım’a “Eş durumundan milletvekili oldu” diye dil uzatmak ayıptır ama Nursuna Hanım’ın da en azından biraz “eş durumundan milletvekili olmamış” gibi yapması gerekmez mi?
* * *
Ama haksızlık da yapmayalım:
Karı-koca ilişkisini tencere-kapak ilişkisine çeviren sadece “Nursuna ile Salih” çifti değildir.
Mesela...
Ben hiç “Bizimkinin köşe yazıları bana hiç hitap etmiyor” diyen bir köşe yazarı eşine rastlamadım.
Mesela...
Ben hiç “Bizimki liberal takılıyor ama ben sonuna kadar sosyalistim” diyen bir köşe yazarı eşi de tanımadım.
Mesela...
Ben hiç “Bu polemikte bizim Mehmet haksız, bizim olmayan Ahmet haklı” diyen bir köşe yazarı eşi de görmedim.
Tamam...
Çiftler tabii ki iyi günde / kötü günde, hastalıkta / sağlıkta, savaşta / barışta birbirlerine destek olacaklar. Ama bu dayanışmanın ille de “Bizim bey hep haklı” ya da “Bizim hanım hep şahane” noktasına mı taşınması gerekiyor?
* * *
Şimdi diyeceksiniz ki:
“Senin işin kolay Ahmet Hakan... Bekâr adamsın, tabii böyle şeyler yazarsın”.
Vallaha benden geçti, farkındayım ama yine de eğer bir gün evlenecek olursam...
Müstakbel eşimin kamu önünde “Ahmet haksız” demesinden acayip mutlu ve mesut olacağıma kasem ederim.
Hem vallahi, hem billahi diyerek...
Ruhat’a tane tane
“SEVGİLİ” Ruhat Mengi...
Sen de köşe yazarısın, ben de köşe yazarıyım...
Sen de dilediğini yazıyorsun, ben de dilediğimi yazıyorum.
Mesela...
Ben “Süheyl Batum özgürlükçü bir hukukçu değil” diye yazıyorum, sen “Süheyl Batum doğallığı, dürüstlüğü ve birikimi ile halka yakın biri” diye yazıyorsun. Mesela...
Ben “Mahsun’un filmi olmamış” diye yazıyorum, sen “İzleyenlerin çoğunun beğendiği, etkilendiği bir film” diye yazıyorsun.
Böylece ne oluyor?
En azından “iki çiçek açıyor / iki fikir yarışıyor”.
Yani iyi... Yani güzel... Yani her şey normal...
Ama iyi olmayan, güzel olmayan, normal olmayan ne biliyor musun Ruhat?
Senin benim tavrımı, “Nasılsa kalem bende... Önüme gelene çarpayım tokadı da gücümü anlasınlar” diye yorumlaman.
“Sevgili” Ruhat...
Şunu unutma:
“Övgü” de, “yergi” de biz köşe yazarı denilen tuhaf mahluklara bahşedilmiş iki büyük nimettir ve bu iki nimetten yararlanmak da bize anamızın ak sütü gibi helaldir.
Ha bir de şu var:
Yergide bulunan bir “güç gösterisi” yapıyorsa, övgüde bulunan da bir “güç gösterisi” yapmaktadır.
Yani sakin ol Ruhat... Yok aslında birbirimizden farkımız.
Komik şeyler oldu
- Nahide’de Atatürk’ün anısına 10. Yıl Marşı seslendirilirken... Sanem Altan, tek yumruğu havada “Türk’üz, cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi” diye marşa eşlik etti.
- Yaşar Okuyan, Tarafsız Bölge’de “Artık kimse Tayyip Erdoğan’ı çok sert bir şekilde eleştirmiyor” saptamasına “Eleştirecek adam mı kaldı? Hepsi Silivri zindanında” diye yanıt verdi.
- Sözcü Gazetesi, dünkü “Atam Yaşasaydı” manşetiyle “çocuksu Atatürkçülük” dediğimiz olgunun en unutulmaz örneklerinden birini sundu.
Kendini Nükhet’in yerine koy Tayyip Bey
SAYIN Başbakan...
Diyelim ki...
Karanlık katilin teki, memleketi karanlığa boğmak maksadıyla en yakınınızı öldürdü.
Ve siz 30 yılı aşkın bir süre öldürülen yakınınızın kanlı gömleğine sarılarak uyudunuz.
Hiç bitmeyen acı... Hiç bitmeyen gözyaşı...
Derken bir gün...
Cezasını yeterince çekmediğini düşündüğünüz o katili, devletin televizyonunda gayet kibar bir şekilde ağırlanırken gördünüz.
O katil ki...
Ekranda marifet yapmış gibi suikast öyküsü anlatıyor.
O katil ki...
Ekranda resmen yazdığı kitabın reklamını yapıyor.
O katil ki...
Ekranda gayet akıllı bir şekilde işlediği suçlarla ilgili karartma yapıyor.
Ve o katile...
Sorulması gereken sorular sorulmuyor...
Bu durumda ne yapardınız?
“Hiçbir sorun yok, her şey normal” der miydiniz?
* * *
Sayın Başbakan...
Dün size “Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca devletin televizyonunda konuştu... Ne diyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Rahat hareket edilecek... Devletin kanallarında da artık bu konular konuşulabilecek, tartışılabilecek” dediniz.
Lütfen söyler misiniz?
Siz eğer Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi’nin yerinde olsaydınız, yine bu cevabı verir miydiniz?
İslamcıdan anarşist bu kadar mı olur?
ESRA Elönü, en anarşist türbanlıdır.
Aykırıdır, cinstir, özgündür, lafını sakınmaz, kendi cemaatinden gelen eleştirilere aldırmaz.
Makyajı farklıdır, türbanı farklıdır, konuşma biçimi farklıdır.
Asidir, isyankârdır.
Fakat durun bir dakika!
“Bizim anarşist Esra”, geçen akşam Fatih Altaylı’nın programında, “İlkokulda türbana ne diyorsun” sorusuyla karşılaşınca... Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’dan bile daha sorumlu konuşmasın mı?
“Şimdi bunun zamanı değil, koşulları göz önünde bulundurmalıyız” tarzı aşırı diplomatik bir tutum takınmasın mı?
Esra kardeş! Esra kardeş!
Bir anarşist kişi, aykırılık yaparken sınırlı sorumlu kooperatif üyesi gibi davranmaz!
Anarşist dediğin ne zaman dinler, ne koşul...
Anarşistsen anarşistliğini bil!
Paylaş