Paylaş
- “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demiştim.
- “Çok iyi, pek âlâ, acayip güzel” demiştim.
- “Generallerin bile yargı önünde hesap verebildiği günleri gördük” demiştim.
- “Şükür ki sonunda general dokunulmazlığı kalktı” demiştim.
Demiştim de demiştim yani...
Ve sonunda sıra eski bir genelkurmay başkanına geldi.
İlker Başbuğ, saatlerce ifade verdi, ardından da tutuklandı.
- Sevinçten deliye dönmem, mutluluktan havalarda uçmam, ülkem adına kıvanç duymam falan gerekmez mi?
- “Genelkurmay başkanları da tutuklanır” diye afili laflar etmem gerekmez mi?
- “Senin genelkurmay başkanlığı yapmış olman yargı önünde hesap vermenin önünde engel değildir İlker Paşa” diye üst perdeden konuşmam gerekmez mi?
Ama hayır!
Gerekliliklerin hiçbirini yerine getirmedim, getiremedim.
Çünkü İlker Başbuğ’un tutuklanmasından “Burası genelkurmay başkanlarının da yargı önünde hesap verebildiği süper demokratik bir ülkedir” sonucunu çıkaramadım.
Onun yerine...
“Biz icabında genelkurmay başkanlarını da tutuklarız, ayağınızı denk alın” sonucunu çıkardım.
Neden peki?
Neden “Oh ne güzel! Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabildiği günleri gördük. Çok şükür. Sonunda biz de bir İsveç / Norveç oluyoruz, sonunda biz de en azından Yunanistan kadar olabiliyoruz” demedim / diyemedim?
Cevap veriyorum:
- Uludere’de meydana gelen facianın sorumlularının üzerine herkesi tatmin edecek bir şekilde gidilmediği müddetçe...
- Zaten her tarafından dökülen bir iddianamenin, savunmalarla iki seksen uzatılmasına rağmen verilen “tutukluluğun devamına” kararı orada öylece durduğu müddetçe...
- İfade özgürlüğünün sınırları operasyonlarla, tutuklamalarla, kaba ya da incelikli çeşitli yöntemlerle sınırlandırıldığı müddetçe...
- Kürt sorununun çözümünde güvenlik politikalarına abanıldığı müddetçe...
- İtiraz edenin, muhalefet yapanın, farklı görüşte olanın içine “acaba başıma bir iş gelir mi?” kuşkusu düştüğü müddetçe...
Genelkurmay başkanlarının tutuklanması, “dokunulmaz olana da dokunuluyor” duygusu yaymaz.
“Ona bile dokundum. Düşün! İstesem kimlere dokunabilirim” duygusu yayar.
Özgürlük ve demokrasinin alıp başını gittiği bir ortamda...
Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabiliyor olmasından müthiş bir huzur, muazzam bir eşitlik duygusu ve acayip rahatlama çıkar.
Özgürlük ve demokrasinin sınırlandığı bir ortamda ise...
Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabiliyor olmasından gözdağı çıkar, “ayağınızı denk alın” uyarısı çıkar, “en iyisi hepiniz bize teslim olun” mesajı çıkar.
STV HABER’e bir öğüdüm var
ÖNCEKİ gün akşam saatleri...
Odatv davasında tutukluların tahliye edilip edilmeyeceği kararını bekliyoruz.
Mahkeme heyeti “tutukluluğun devamı” kararını saat tam 21.48’de sanık avukatlarına bildiriyor.
Ve bu önemli gelişme, saat 21.50 itibariyle haber kanallarından duyuruluyor.
Fakat o da ne?
Samanyolu Haber televizyonu haberi tam 21 dakika önce vermiş.
Hepimiz soruyoruz: Ne iş?
Samanyolu televizyonu bu konuyla ilgili olarak “spiker hatası” açıklaması yapmış.
Şöyle deniliyor açıklamada:
“Olay şu: Spiker canlı yayında ajanstan gelen metni, ‘tahliye talebinin reddi istemi’ni ‘talebin reddi’ diye okumuş”.
Olabilir...
Canlı yayınlarda bu tür hatalar olur.
Fakat Samanyolu televizyonu yetkililerinin, böylesi bir hatanın kamuoyunda nasıl algılandığıyla ilgili bir parça düşünmelerinde fayda var.
Siz her daim “tutukluğun devamına...” kararlarının çıkmasına baş koymuş bir imaj verirseniz...
Millet de “mahkemeler aldıkları kararları ilk önce bunlara fısıldıyor” diye geyik çevirir.
Bari bunu yapma
ÇOĞU yeniyetme 35 insan...
Kendilerinin neden olmadığı koşullar gereği ekmek parası için kaçakçılık yapıyorlardı.
Üzerlerine F-16’lardan bomba yağdı.
Parçalandılar.
Ölüp gittiler.
“Operasyon kazası”na sayıldılar.
Tamam, üzülme...
Tamam, empati falan yapma.
Tamam, parçalanmış cesetler karşısında alabildiğine soğukkanlı ol.
Tamam, ceketini ilikleyip saygı duruşuna geçme.
Hepsine tamam...
Ama hiç değilse üzerlerine devlet bombası düşmüş 35 insanın ardından...
İçinde bolca katır, eşek, viski, anırma, kişneme geçen bir yazı yazma.
“İki haftada 15 bin kâğıdı cebe indiriyorlardı” falan deme.
En azından bunu yapma...
Ben bilmem büyüklerim bilir
HAKAN Şükür’e soruyorlar:
“Tutuklu milletvekilleri için ne diyorsun?”
Cevap veriyor: “Ben bilmem büyüklerim bilir”.
Yine soruyorlar: “Hem milletvekili olup hem de futbol yorumcusu olmanız eleştiriliyor. Ne diyorsunuz?”
Cevap veriyor: “Büyüklerim yapma derlerse yapmam”.
Madem sen bilmezsin büyüklerin bilir... Madem büyüklerin ne derse o olur... O zaman ne diye memleketin kaderini tayin edecek 550 kişiden biri olmaya soyundun?
Soğuyorum
- Boşanma davalarının eşlerin çirkinleşme potansiyelini ortaya çıkardığını gördükçe evlilikten soğuyorum.
- Dönemin güç sahibine “haksızlık yapıyorsun” denildiğinde “iyi ama geçmişte de bize haksızlık yapılmıştı” cevabının verildiğini gördükçe hak savunuculuğundan soğuyorum.
- Bülent Ersoy’un kendisiyle yapılan röportajda “ben adamın donunun içiyle ilgileniyorum” türü cevaplarını görünce magazin dünyasından soğuyorum.
- Kitap yazma işi ile kaset çıkarma işi arasında artık pek bir fark kalmadığını gördükçe kitaplardan soğuyorum.
- Sırrı Süreyya kardeşimizin bile öfkesini kontrol edemeyip anında Hasip Kaplan’a dönüştüğünü gördükçe parlamentodan soğuyorum.
Paylaş