Paylaş
Bu aramada ortaya yeni “şok” belgeler çıktı. Cami bombalamalar, fişlemeler, ölüm fermanları falan...
Yeni belgelere bakarak “Balyoz Darbe Planı”na kesin ikna olmam, “Tatmin oldum” demem gerekiyor.
Ama olmuyor, olamıyor.
Çünkü kahrolası sorular var beynimi kemiren.
İşte onlardan birkaçı...
* * *
- BİR: Cumhuriyet tarihinin en sert, en kanlı ve en vurucu askeri darbesini planlayan adamların, sağa sola bu denli çok belge ve kanıt bırakmalarını anlayamıyorum.
- İKİ: Hadi diyelim ki darbeciler, biraz saf oldukları için her türlü belge ve kanıtı sağa sola sıkıştırdılar. Peki bunca fırtınanın ardından o darbe planlarının en azından yakılarak yok edilmesi gerekmez miydi? Ne iş?
- ÜÇ: Plan çökmüş, işin içindeki bütün subaylar zor duruma girmiş, “bir numara” bile paniğin doruklarında... Ama buna rağmen darbe planları, Donanma Komutanlığı’ndaki bir istihbarat subayının odasının zemin karolarının altında tutuluyor/tutulabiliyor. Ne iş?
- DÖRT: Özel Yetkili Savcı, Donanma’ya baskın yapıyor ve bu baskında yeni kanıtları eliyle koymuş gibi buluyor/bulabiliyor? Yine soruyorum: Ne iş?
- BEŞ: Cami bombalamak gibi deli saçması planlarını bile kamuoyundan saklamaktan aciz adamlar, nasıl olacak da Cumhuriyet tarihinin en kanlı, en sert ve en vurucu askeri darbesini yapacak? Aklım kesmiyor.
* * *
Ama benim aklımın yattığı bir şey var:
Eğer bu “Balyoz Darbe Planı” ile ilgili ortaya atılan iddiaların tümü doğru ise...
Yapılması gereken şey şudur:
Başta General Çetin Doğan olmak üzere bu planın içinde olan herkesi, hem “Bu çağda bu denli fantastik bir darbe planına akıllarını yatırdıkları”, hem de yeryüzünün en sersem darbecisi oldukları gerekçesiyle...
Acilen tımarhaneye sevk etmemiz gerekir.
Atatürkçüye hitabe
EY Atatürkçü kardeşim!
Eğer adamın biri...
“Kardeşim bu memlekette ne çok Atatürk heykeli var, üstelik çoğu yasak savma kabilinden yapılmış” diyorsa...
Ya da...
“19 Mayıs törenlerinde öğrencilere askeri törenler yaptırmaktan vazgeçelim” diyorsa...
Hemen “Hoş geldin Atatürk düşmanı” demek yerine...
İki dakika şu birkaç şey hakkında düşünmeye ne dersin:
- Bir dönem değer verilen insanların heykelleri dikilirdi. Heykel dikmek, eski dönemlerin ruhuna uygun bir saygı ifadesiydi. Ama artık saygı duyma, önemseme ve büyük değer verme kriteri değişti. Bu yüzden her “Heykel sayısı fazla” diyene itiraz etmemek gerekir.
- Yasak savma kabilinden yapılan heykellerin ortadan kaldırılması, ancak Atatürk’ü sevme ve saymanın bir nişanesi olabilir.
- Bir dönem, toplumun dinamikliği, enerjisi ve gençliği 19 Mayıs törenlerindekine benzer ritüellerle ifade edilir, altı çizilirdi. Bu devir geçti artık. Toplumlar, kimlikler ve değerler, kendilerini farklı şekilde ifade ediyor, önemsetiyor. Tutuculuk yapmak yerine o yeni ifade biçimlerini aramalısın.
Fotoğraf meselesi
DÜNKÜ yazımda yer alan “Biri bana bu fotoğrafı izah edebilir mi lütfen” başlıklı yazım üzerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal aradı.
Dedi ki:
“Fotoğraftaki kişi Katar Başbakanı’dır. Aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı görevini de yürütmektedir. Dolayısıyla protokolde öncelikli olmasında yadırganacak bir husus yoktur”.
* * *
Katar Dışişleri Bakanı’nın aynı zamanda Başbakan olduğunu ben de biliyorum.
Eğer Hizbullah, normal bir siyasi parti olsaydı...
Eğer buluşma yeraltında bir sığınakta değil de parti merkezinde olsaydı.
Eğer Hizbullah Lideri Nasrallah’ın titri “Başbakan”, hatta “Bakan” olsaydı...
Katar gibi nüfusu Şişli’den bile küçük bir ülkenin Başbakanı’nın, Ahmet Davutoğlu’ndan öncelikli bir konumda takdim edilmesini ben de yadırgamazdım.
Ama o fotoğrafta hiçbir şey protokol kurallarının herhangi bir inceliğine sahip değil ki, durumu “protokol meselesi” olarak izah edelim.
Açık konuş ciğerimi ye
BAŞÖRTÜLÜ olmak, tanınmaya engel oluyormuş. Bu yüzden başörtülü olarak sınavlara girilmesine izin verilemezmiş.
Böyle buyuruyor Danıştay.
Keşke “Atatürk ilkelerine aykırı, o yüzden” deselerdi.
Keşke “Başörtüsünden hiç hoşlanmıyoruz” deselerdi.
Keşke “Gericiliğe geçit yok” deselerdi.
Keşke “Siyasi simge” deselerdi.
Yine çok tartışmalı bir şey söylemiş olurlardı ama hiç olmazsa niyetlerini ve amaçlarını delikanlı gibi açıkça ortaya koymuş olurlardı.
“Başörtüsü tanınmayı engelliyor” diyerek başörtüsüne savaş açmak ile “Biz aslında halkımızın sağlığını korumak istiyoruz” diyerek içkiye savaş açmak arasında pek bir fark yok.
İkisi de arkadan dolanıyor, ikisi de asıl niyeti gizleme maksatlı.
Çok incelikli bir susturma yöntemi
SON zamanlarda hükümet eleştirileri birazcık arttı ya...
Hükümet yanlısı güçler, hemen teşhisi koydular:
“Biricik hükümetimizi alaşağı etmek için derin güçler harekete geçtiler ve düğmeye bastılar. Kampanya yapılıyor kampanya”.
Dikkat!
Bu yaklaşım şunlara yol açıyor:
Hükümeti olumsuz yönde eleştirdin mi, “derin güçlerin payandası” oluyorsun.
Hükümete laf ettin mi, kampanyanın bir parçası oluyorsun.
Hükümete gözünün üstünde kaşın var dedin mi, senin de düğmene basılmış oluyor.
Hükümete itiraz ettin mi, sen de komploya hizmet etmiş oluyorsun.
12 Eylül darbe günlerinde...
Kafayı kaldırıp hoşnutsuzluğunu dile getirme cesareti gösterene...
“Yoksa 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun?” denilerek sonuç alınırdı.
Şimdi daha sofistike, daha incelikli bir yöntem bulundu.
Kafayı çıkarana...
Not defterimden
- Bir sinema filmi için “fantastik” deniliyorsa, ben o filmden hızla kaçıyorum.
- Keşke “Romantik komedi” denilen türü bu kadar küçümsemeseymişim... Bu denli mahcup olmazdım.
- Bir tavsiye: Eskinin sıkı ve baba filmlerini yeni görüntü teknolojileriyle izleyin... Birçok ayrıntıyı yeniden yakalamanıza vesile oluyor.
- Bir tavsiye daha: Eğer siz de benim gibi İtalyan mutfağına yatkınsanız, Nişantaşı’nda yeni açılan “Cento Per Cento”ya (İtalyanca “yüzde yüz” demekmiş) bir uğrayın... Hayır duanızı esirgemeyeceğinizden eminim.
- Yiğit Karaahmet, “Yiğit Karaahmet’in Şahane Hayatı” adlı bir kitap çıkardı. Sakınmasız, fırlama, terbiyesiz ve nezaketsiz bir kitap bu... Ama belki de bu yüzden çekici... Mimesis Kitap’tan çıktı.
- Artemis Yayınları’nın “her aya bir defter” şeklinde çıkan ajandaları harika! Benim gibi “çabuk sıkılanlar” kategorisine giriyorsanız bayılacaksınız.
Paylaş