Paylaş
Duyguları yakalayan konuşmalar yapar, kitleleri etkiler, sert çıkışlar yapar, ahlaki bir çizgi tutturmaya çalışırdı.
Partide de yükselmişti.
Genel başkan yardımcısı olmuştu.
*
Fakat bir süredir düşüşe geçmişti.
Ne oldu da böyle oldu?
İnanın bilmiyorum.
*
En son düğün fotoğraflarına rastlamıştım Erdoğdu’nun.
Tuba Torun isimli partili bir arkadaşıyla evlenmişti.
Damat Bey, Gelin Hanım’la Kafkas dansı yapıyordu.
“Allah mutlu mesut etsin” dedim ve geçtim.
*
Fakat duam kabul olmamış olacak ki...
“Eski eş” odaklı bir skandalın kahramanı haline geldi Aykut Erdoğdu.
*
Ayrıldığı eşiyle yaptığı bir telefon görüşmesinin kaydı çıktı piyasaya...
Üç ay önce ayrıldığı eşiyle, yeni eşi hakkında konuşuyor Aykut Bey.
Tatsız, epey tatsız şeyler.
Dinlemek istemedim bu kaydı.
Dikkate almak da istemedim.
*
İki kişi arasında gerçekleşen mahrem bir konuşmanın ortalığa dökülmesinden hiç hoşlanmıyorum.
FETÖ denilen çakallar çetesinin yöntemlerini çağrıştıran bu yönteme fena halde kapalıyım.
*
Sadece iki kişiyi ya da üç kişiyi ilgilendiren bir konu...
Bana ne? Bize ne?
*
Tam olaya böyle yaklaşacakken...
Aykut Erdoğdu’nun nüfuzunu kullanarak yeni eşini CHP’de önemli bir makama seçtirmesi meselesiyle karşı karşıya kaldım.
Telefon görüşmesinde böyle bir bölüm vardı.
İşin bu kısmı maalesef özele girmiyordu.
*
“Bunu ne yapacağız, bunu ne yapacağız?” deyip durdum.
Özele girmeme kaygısı ile siyasi nüfuz kullanmaya tepki gösterme gerekliliği arasında gidip geldim.
*
Tekrar başa dönüyorum:
- Tamam, özel hayatlar üzerinden bel altı vuruşlara karşıyız.
- Tamam, mahrem telefon görüşmelerinin ifşa edilmesinden hoşlanmıyoruz.
- Tamam, bu tür skandalları siyasetin malzemesi yapmamak gerekir.
Hepsine tamam.
Ama yine de siyasetçilerimizin de kendilerine bir çekidüzen vermeleri gerektiğinin altını çizmek durumundayız.
*
Aykut Erdoğdu’nun şahsında bütün siyasetçilerimize sesleniyorum:
*
Göz önündesiniz, dikkat merkezindesiniz, toplumsal sorumluluklarınız var, partinizin saygınlığını temsil eden bir noktadasınız.
Özel hayatınıza da genel hayatınıza da biraz dikkat edin be kardeşim.
*
Yok, dikkat edemeyeceksiniz...
“Benim zaaflarım çok, ben bu siyaset işinde olmamalıyım” diyerek...
Siyaset dünyasını hemen terk ediniz.
NE ZAMAN KÜRTAJ GÜNDEME GELSE
“KÜRTAJ yasağı” denilince benim aklıma hemen Polonya yapımı “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” adlı film gelir.
*
İzlediği filmlerden etkilenen tipler vardır.
Ben de onlardanım.
En C sınıfı filmlerden bile etkilenirim.
Sonra?
Unutma bahçesine atıveririm.
*
Ama 2007 yapımı “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” adlı film, etkilendiğim ve unutma bahçesine atamadığım filmler listesinin en tepelerinde yer alır.
Havası, tarzı, gerçekçiliği falan... Büyülemişti beni.
*
Film, kürtaj yasağının olduğu Polonya’da merdiven altı bir kürtaj olayının öyküsünü anlatıyordu.
Bunu öyle doğal, öyle samimi, öyle propagandadan uzak kalarak, öyle kaygısız, öyle mesafeli anlatıyor ki...
Darmadağın oluyordunuz.
*
ABD’de kürtaj yasağını savunanlara bu filmin toplu gösterimi yapılsa...
Yasağı savunmaktan vazgeçerler.
O derece yani.
GAZİ KOŞUSU’NUN MEFTUNUYUM
GELENEKSEL hale getirebildiğimiz az şeylerden biri de Gazi Koşusu.
*
Atlardan, jokeylerden hiç anlamam.
Hayatımda hiç ganyan oynamadım.
Yolum hiç hipodromdan geçmedi.
Ama buna rağmen...
Gazi Koşusu’na katılanların cicili bicili kıyafetler giyerek arzı endam etmesini çok severim, seviyorum, seveceğim.
*
Bu gelenek hep sürsün istiyorum.
Paylaş