Ayıp olan iktidar destekçiliği değildir

MEHMET Barlas yazısına şu başlığı atmış:

Haberin Devamı

“İktidarı desteklemek ayıp değildir.”

Doğrudur, iktidarı desteklemek ayıp değildir.

Ayıp olan şunlardır:

* * *

Fikrine, bildirisine, dünya görüşüne asla katılmadığınız partiye, sırf iktidar oldu diye yaltaklanmaktır.

İktidara gelen her partiye destekçilik yapmaktır.

İktidarı desteklemek ayıp değildir” diyerek iktidarın her yaptığına tam destek vermeyi meşru göstermeye çabalamaktır.

İcraatı yürüten iktidara tek bir kelime etmezken muhalefet aleyhinde ansiklopedi yazmaktır.

İktidara sırt dayamanın sağladığı güçle her türlü kusurlu hareketi çekmektir.

Medyada pozisyon elde etmek için iktidara ölçüsüzce övgüler düzmektir.

Desteklenen iktidarın kusurlarını görmemektir.

Karakterinde muhalefet olan karikatürlerde bile iktidara selam çakmaktır.

Ali Ağaoğlu’nun son reklam filmini izlerken

Haberin Devamı

“Yaptım, olacak” diyen reklamdan sonra Ali Ağaoğlu, yeni reklam filmiyle gündemde.

İzledim filmi...

İzlerken mırıldandıklarım şunlardır:

* * *

-Reklamı yapılan inşaat projesinin adı neden “Maslak 1453”? Yoksa Ali Ağaoğlu Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta mı?

-Aha! Ali Ağaoğlu, reklam filmi için Maslak ormanlarında ak bir ata binmiş... Şimdi anladım 1453’ün anlamını... Fatih’in atı ile Ağaoğlu’nun atı aynı renk...

-Ama hakkını teslim edelim: Ali Ağaoğlu “At üstünde kuşlar gibi dönüyor.” Hem de dublörsüz.

-“Maslak 1453” yerine “Maslak 2453” dense günümüz siyasal atmosferine daha şık ve daha el yükselten bir katkı sunulmaz mıydı acaba? Ali Bey! Bunu bir daha düşünün lütfen...

-Reklamda Ağaoğlu’nun en sevimli olduğu an, “Beni anlamıyorsunuz” dediği andır.
- “Maslak 1453” projesi de tıpkı diğer konut projeleri gibi “İstanbul’un göbeğinde” olacakmış... Şu İstanbul’un göbeği de ne azametli bir göbekmiş arkadaş... Bina dike dike bitiremediler.

-Projenin bitmiş halini gösteren animasyon filmlerini görünce “Ama bu bir ucube” dememek için insanın kendini zor tutması kaç puan?

-Ali Ağaoğlu ilk reklam filmindeki acemiliği atmış üzerinden. Sanırım metot oyunculuğu deniyor... Bir film çevirsin Hülya Avşar’ın jüri başkanı olduğu festivalde “Altın Portakal”ı kapar. Ne de olsa Hülya, Sinan, Ali... Hepsi aynı dünyanın insanları...

-Reklam filmi, “tarih yazmak” üzerine söylenmiş bir Ali Ağaoğlu aforizmasıyla bitiyor... Keşke aforizmanın altına “Ali Ağaoğlu–Tüccar filozof” falan yazsaymışlar...

-Tarih yazmak deyince... Ali Ağaoğlu’na şöyle seslenmek istiyorum: Tarih yazıyorum diye övünmeyin Ali Bey... “1 artı 1” daireleri 9 yüz bin liraya dedem satsaydı, o da tarih yazmış olurdu.

-Reklamı izleyince verdiğim hüküm şu oldu: Bunca mücahit müteahhit oldu ama hiçbiri AK Parti ideolojisini Ali Ağaoğlu’nun kavradığı kadar kavrayamadı.

-Tabii AK Parti ideolojisini kavrama konusunda Ali Ağaoğlu’na sunulan eşsiz Sinan Çetin desteğini unutmamak lazım... Filmi o çekmiş!

Haberin Devamı

50 yılın en kötü Altın Portakal’ı

“Umut veren en iyi erkek oyuncu” diye bir kategori elde dururken bacak kadar çocuğa “En iyi erkek oyuncu” ödülü verildi.

Yarışmacı filmlerden biri “Bakın bakalım, bunda bir sorun var mı?” diye psikologlara izlettirildi.

Amatör bir şov kadınına açılış partisinin prime time’ı teslim edildi.

Ödül heykelciklerinden biri, ödül alan yarışmanın biraz fazla abanması sonucu kırılıverdi.

Bu yılki ödül töreni, geçen senelere oranla daha fazla düğün salonu atmosferinde geçti.

Ödül töreni sunuşu, geçen yıllarda da kötüydü... Ama bu yılki en kötüsüydü.

* * *

Şu festivali seneye Acun’a teslim etseler de...

Yarışmanın adı “Altın Portakal-Yeteneksizsiniz” olsa...

Festival hiç değilse ismiyle müsemma hale gelmiş olur.

Haberin Devamı

Bugünkü programım

SAAT 08.00: Hafif bir jimnastik.

SAAT 09.00: Küçük bir kahvaltı...

SAAT 09.30: Gazetelere maruz kalmaca...

SAAT 11.00: Sitelerde takılmaca...

SAAT 12.00: Medyadan arkadaşlarla içinden Derya Sazak, Milliyet, Tayfun Devecioğlu falan geçen dedikodulu bir öğle yemeği...

SAAT 13.00: Salı yazısı için masaya oturuş.

SAAT 17.00: Meclis 28 Şubat Komisyonu’nda milletvekillerinin 28 Şubat’a dair sorularını yanıtlamaca...

SAAT 19.00: Tirilye’de küçük bir akşam yemeği...

SAAT 21.30: Her partiden bir ismin katılımıyla gündemi yorumlayan Tarafsız Bölge...

SAAT 23.30: Kapanış ve uyku.

Esas mesele

BİR filmin Türkiye’yi kötü göstermesi mesele değildir.

Esas mesele şudur:

Bizi iyi ya da kötü gösterip göstermeyeceği konusunda hiçbir fikrimiz olmayan film ekiplerine, sırf “Ülkemizin tanıtımına katkısı olur” diye elimizden gelen katkıyı sunmuşuz.

Topkapı Sarayı’nı, Kapalıçarşı’yı, Eminönü çatılarını falan “Buyurun, istediğiniz gibi kullanın” diye açmışız.

Ve sonunda film bitmiş ve perdelere yansımış. Bir de bakmışız ki...  Murat 131’lerden, kara çarşaftan, her köşesinde leblebi çekirdek gibi atılan bombalardan geçilmeyen ve hiç de tekin olmayan bir ülke görüntüsünden başka bir şey yok...

Bu durumda “Bizi kötü gösterdiler” diye ağlamak yerine “Kendim ettim kendim buldum” diye ağlamak daha doğru bir ağlayış olur herhalde.

Haberin Devamı

Mustafa Kutlu’yu tanımamak

Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, Osman Sınav’ın son filmi “Uzun Hikâye”yi yazmış.

Yazısında şöyle diyor:

“Filme kaynaklık eden kitabı okumadım, kitabın yazarı Mustafa Kutlu’yu bilmiyorum.”

* * *

Atilla Dorsay sadece sinema eleştirmeni değil, önemli bir aydınımız aynı zamanda.

Dikkati tek boyutlu ve tek taraflı değil.

Her kesimi anlamaya çalışıyor.

Fakat görüyorsunuz işte, o bile Mustafa Kutlu’yu tanımıyor.

Oysa Mustafa Kutlu, Türkiye’nin bir kesimi tarafından “Çağdaş Türk hikâyesinin en önemli ismi” diye selamlanır.

Bir kesimin böyle tanımladığı bir edebiyatçıya, ülkemizin önemli bir aydının bu denli bigâne kalmasının nedenleri üzerinde durmamız gerekmez mi?

Nedir Atilla Dorsay’ın Mustafa Kutlu ile tanışmasının önündeki engel?

Neden Mustafa Kutlu, dikkati hayli geniş çerçevede olan, herhangi bir ideolojik gerekçeyle bir sanat değerini elinin tersiyle itmeyen bir aydına ulaşamaz?

Haberin Devamı

Bunların üzerinde düşünmeye değmez mi?

Musul’a gitmeden önce Türkçe yazmayı öğren

ŞİŞLİ’de dolaşırken aniden bir pankart çıktı karşıma...

Şöyle yazıyordu pankartta:

Musul’ada gideriz/Erbil’ede gideriz.”

İmza?

Milliyetçi Hareket Partisi Şişli İlçe Teşkilatı...

* * *

MHP’li arkadaşlar!

Musul’a da gidin...

Erbil’e de gidin.

Sözüm yok.

Ancak gitmeden önce doğru Türkçe yazmayı öğrenin.

O de’ler, o da’lar bitişik yazılmaz, ayrı yazılır.

 

Yazarın Tüm Yazıları