Paylaş
“Bunları Amerika getirdi”.
“AKP bir Amerikan projesidir” diyorlardı, “Büyük Ortadoğu Projesi” diyorlardı, “Yeşil kuşak” diyorlardı, “ABD’nin ılımlı İslam’ı” diyorlardı...
*
Hiçbir zaman anlamlı bulmadım bu tür komplo teorilerini...
AK Parti’yi Amerika falan getirmedi.
Toplumsal dinamikler getirdi... Ülkenin koşulları getirdi... Erdoğan ve arkadaşlarının mücadeleleri getirdi... Halk getirdi...
Amerika da “gelen” ile gayet iyi bir şekilde çalıştı.
Tabii “gelen” de Amerika ile gayet iyi bir şekilde çalıştı.
*
Peki ya şimdi?
Nasıl ulusalcılar “bunları Amerika getirdi” diyorsa...
Şimdi de iktidar çevreleri “Amerika bizi götürmek istiyor” diye dert yanıyor.
Amerikan Elçisi’ne atarlanmalar falan...
*
Benim görüşümüm ise aynı:
AK Parti’yi Amerika getirmedi, götüren de Amerika olmayacak.
AK Parti kalacaksa da, gidecekse de...
Bunu ancak toplumsal dinamikler belirleyecek, ülke koşulları belirleyecek, Erdoğan ve arkadaşlarının olup bitenler karşısında sergiledikleri tutum belirleyecek ve hepsinden önemlisi halk belirleyecek.
Erdoğan neden artık farklı davranamıyor?
GEZİ’de fırsatı kaçırmıştı.
İki geri adım, bir güçlü özür dileme, içtenlikli bir yaklaşım, ateşi söndürecek kuvvetli bir gönül alma atağı falan...
Bunları yapsa...
Aleyhine yürüyen bir “mesele”yi, belki de lehine döndürecekti.
Yapmadı... Yapamadı.
*
Şimdi de aynı tablo...
Hiçbir değişiklik yok.
*
- “Yolsuzluk yapan bakan oğlu da olsa hapse girer” diye gürlese...
- “Bakan falan dinlemem... Sonuna kadar üzerine giderim” diye haykırsa...
- Anında alsa adı geçenleri görevden...
- Hiç değilse Muammer Güler’e “Abi kusura bakma... Bir yandan polis tarafından oğlun gözaltına alınıyor, bir yandan da sen polisi görevden alıyorsun... Böyle şey olmaz... Sen en iyisi şöyle bir kenara çekil” dese...
- “Suç kişiseldir, birkaç kişi için koca parti töhmet altında bırakılamaz” şeklinde bir savunma stratejisi kursa...
- Soruşturmaların önünü açsa... Hatta soruşturucuların bile beklemediği oranda açsa...
- Soruşturmayı yürütenlere samimi bir şekilde teşekkür etse... Polise ses etmese, hatta “helal olsun” dese...
Belki de bu fırtınayı dindirecekti.
Aleyhine olanı tam olarak lehine döndüremese de alacağı hasarı minimuma indirip en azından tabanına moral aşılayacaktı.
Fakat işte görüyorsunuz:
Yapmadı, yapmıyor. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi...
*
Peki ama neden?
Neden Erdoğan önüne gelen fırsatları kaçırıyor?
*
Soruya en az 7 maddelik cevap verilebilir ama en önemli madde şudur:
Son birkaç yıldır etrafındakilerin de gayretleriyle oluşturulan bir Tayyip Erdoğan imajı var.
“Tayyip Erdoğan geri adım atmaz / Tayyip Erdoğan adam yedirmez / Tayyip Erdoğan otoritesinin milim sarsılmasına bile tahammül edemez / Tayyip Erdoğan kimsenin aklıyla hareket etmez / Tayyip Erdoğan her şeyin en iyisini ve en doğrusunu bilir” diye özetlenebilecek bir imaj...
Erdoğan işte bu imajın esiri olduğu için fırsatları kaçırıyor.
‘Bağzı’ şeyler
- Daha maklubenin tadına varamadan lahmacuna geçiş yapıldı... Ben her ikisinden de uzak duruyor ve “sushi” diyorum...
- Fethullah Hoca’nın son vaazındaki “beddua” bölümü... Son dönem hiçbir sesli görsel, sosyal medyada bu denli paylaşılmamıştı... Ulusalcılar ve Ergenekoncu diye suçlananlar Gülen’in sözlerini, hükümetçiler ise vaktiyle Ergenekon suçlusu diye gözaltına alınanların sözlerini yayıyorlar... Çarşı hiç bu kadar karışmamıştı sizin anlayacağınız. Tam bir kaos.
- Halk Bankası Genel Müdürü “o paralar imam hatip içindi” demiş... Eğer doğruysa bu iddia... Bir imam hatipli olarak sesleniyorum: Müdür, bu işe bizim mektebi bulaştırmasan.
- Bütün bunlar biraz da “yedirmeyiz” sloganı nedeniyle oluyor... O sloganla öyle bağladılar ki kendilerini... “Biz koca hükümetiz, koca partiyiz, aha bu da içimizden çürük çıktı, yolları ayıyoruz” diyemiyorlar... Kim bulmuştu o sloganı?
- Gezi’ye karşı dini motifli, başörtülü, camili, darbeli tezler az da olsa tutuyordu... Peki ya Cemaat’e karşı? Allah desen, onlar da Allah diyor... Cami desen, onlar da camiye gidiyor... Başörtüsü desen, onlar da başörtülü... Ayet desen onlar da ayet okuyor. Hadis desen onlar da hadis okuyor... Darbe desen, darbeye karşı mücadelenin kralını beraber yapmışlar... Kısacası bir “sıkıntı” var ki sormayın gitsin.
- Herkes gibi ben de soruyorum: Yiğit Bulut yine sahnede yerini aldı, cansiperane savunuyor... İyi de “öbürü” nerede? “Öbürü”, yani Melih Gökçek? Neden bırakın bir gecede beş kanal gezmeyi bir “tivitçik” olsun atmıyor?
İçişleri Bakanı’nın oğul acısını nasıl dindirdiler?
YÖNETMELİĞİ değiştirerek...
*
Yapılan değişikliğe göre...
Bundan böyle...
Polis, yolsuzluk yaptığı öne sürülen İçişleri Bakanı’nın oğluna operasyon yapmadan önce...
Müdürüne, müdürü genel müdüre, genel müdür de İçişleri Bakanı’na bilgi verecek.
Böylece hiçbir içişleri bakanı baba, oğlunun gözaltına alındığı haberini televizyondan öğrenerek acı çekmeyecek.
*
İyi de acıları hiç dinmeyen babalar ne olacak?
Berkin’in babası, Ali İsmail’in babası, Medeni’nin babası, Ethem’in babası falan...
Onlar için de değişecek mi bir gecede yönetmelikler?
Bu işlere İslam’ı alet etmeyin
YOLSUZLUK iddialarını önemsizleştirmek, hırsızlık soruşturmasını gölgelemek, iddiaları değersizleştirmek gibi amaçlarla...
İslam’dan, ayetlerden, hadislerden, siyerden yararlanmaya çalışmak...
Millet nezdinde İslam karşıtı propaganda yapmak gibidir.
*
Şu üç günlük dünyada “aman iktidarımıza zeval gelmesin” amacıyla kutsala bu kötülüğü yapmaya başta ilahiyat profesörleri ve cami imamları olmak üzere hiç kimsenin hakkı yoktur.
Birisi Başbakan’a şu dört şeyi anlatsın
- BİR: Yargı ve yürütme birbirinden ayrı iki erktir... Polis, savcının verdiği bir görevi yerine getirirken yargının emrindendir, yürütmenin değil... Dolayısıyla savcının verdiği görevi yerine getiren polise “yürütmenin mensubu” denmez, denemez.
- İKİ: Polis, hırsızlık yapıldığı şüphesiyle bastığı bir evde kimsenin haklarını ihlal etmeden istediği gibi oturur. Bacak bacak üstüne atma buna dahildir. Polisin asıl yapmaması gereken şey, şüphelinin karşısında hazır ola geçmektir.
- ÜÇ: Polis, hırsızlık yapıldığı şüphesiyle bastığı bir evde arama yaparken yemek de yiyebilir... Tabii dışarıdan söylemek, o evin yemeğini yememek kaydıyla...
- DÖRT: Polisin bacak bacak üstüne atması ya da lahmacun yemesi dile dolanacak şeyler değildir. Dile dolanacak mesele polisin, aramayı yaparken oraya sahte suç delili yerleştirip yerleştirmemesidir. Böyle bir durum varsa bu durum mesele edilir.
Paylaş