Paylaş
“Hatalar yaptım” diyor. “Gaza geldim” diyor. “Ayıp ettim” diyor. “Havaya girdim” diyor. “Askere selam çaktım” diyor. “Yeterince demokrat olamadım” diyor. Tayyip Erdoğan’ı övüyor. Ergenekon’u dövüyor. Taraf Gazetesi’ni göklere çıkarıyor.
Ne diyeyim?
Her türden “günah çıkarma” gibi...
Bu da iyi... Bu da güzel... Bu da ala...
* * *
Fakat bir kusurcuğu var Dinç Bey’imizin...
“Geçmişin günahları”nı bir bir sayarken, “Bugünün günahları” konusunun kıyısından bile geçmiyor / geçemiyor.
Mesela...
Taraf Gazetesi’ndeki röportajda Neşe Düzel, Dinç Bilgin’e “bugünün günahları” kabilinden bir meseleyi hafiften çıtlatıyor.
Diyor ki:
“Bugünkü Başbakan’ın da çok yakın olduğu bazı gazetelerden söz ediliyor. Sizce Başbakan, onlarla mesafeli ilişki yürütüyor mu?”
El cevap:
“Onu bilemiyorum.”
* * *
Bakar mısınız Dinç Bey’e?
Onu bilemiyormuş.
Yani kurucusu olduğu gazetenin nasıl el değiştirdiğini bilemiyormuş... Kendi kurduğu ATV’nin durumunu bilemiyormuş... Topyekûn iktidar taarruzuna geçen gazetelerin nasıl bu hale geldiklerini bilemiyormuş... Sayıları artan muhafazakar kanalların sayılarının nasıl arttığını bilemiyormuş... “Yandaş medya” diye bir olguyu bilemiyormuş...
İlahi Dinç Bey...
Sanırım bu devir geçince, yepyeni bir “günah çıkarma ayini” daha başlatmak zorunda kalacaksınız.
Tayyip Bey’in sevdiği CHP
CHP’li kadınların çarşaf yırtma eylemine CHP sahip çıkmadı. En üst düzeyden anında sert ve net tepki kondu.
Ama Başbakan Erdoğan, sanki öyle bir tepki konmamış ki, CHP’ye çatmayı tercih etti.
Demek ki neymiş:
Tayyip Bey, “çarşaf yırtma eylemi yapan CHP”yi, “çarşaf yırtma eylemine tepki koyan CHP”den daha çok severmiş.
Ali Kırca müdafaası
ÖNCE şunu vurgulayalım:
Ali Kırca’nın 28 Şubat’taki rolü, dönemin merkez medyasının ünlü aktörlerinin ifa ettikleri rolden ne bir eksik, ne bir fazlaydı...
Yani Ali Kırca’ya özgü “özel bir cevvaliyet” söz konusu değildi.
Bu nedenle Ali Kırca, “28 Şubat’ın günah keçisi” ilan edilemez.
* * *
Şimdi bazıları diyecek ki:
“Ama birader, Fethullah Gülen’in meşhur kasetlerini yayınlayan Ali Kırca değil miydi?”
Evet, öyleydi...
Peki ne var bunda?
Kamu önünde ılımlı mesajlar veren, toleranstan söz eden bir “Hocaefendi”nin, özel alanda hiç de ılımlı mesajlar vermediğini ortaya koyan kasetlerinin bir haber değeri yok mudur?
Bir Sandra arıyorum
SANDRA Bullock’a “Yılın en kötüsü” ödülü verildi.
O da aslanlar gibi gidip aldı ödülünü. Bin kahkaha, bin şaka, bin mavra ile...
Hadi gelin, tarihi soruyu soralım: “Bizimkiler” olsa ne yaparlardı?
Ne yapacaklar?
Görmezden gelirlerdi... Meyve veren ağaçtan söz ederlerdi... Burunlarından kıl aldırmazlardı... Kibirden bir anıt kesilirlerdi... Çirkinleşerek çemkirirlerdi...
O halde hüküm vermenin tam sırası:
“Bizdeki en büyük eksiklik altyapı eksikliği değil, özgüven eksikliğidir.”
İtiraflarım
Herkes “Oscar Törenleri”ne kilitlenmişken ben B sınıfı Steven Seagal filmine bakarak uyuduğumu itiraf ediyorum.
Düğün törenlerinde bir köşeye kurulup “erkek tarafı” ile “kız tarafı” arasındaki farkları belirginleştirmeye çalışmaktan haz aldığımı itiraf ediyorum.
Canlı yayında ağlayarak itirafta bulunan ünlüleri seyretmekten keyif aldığımı itiraf ediyorum.
Kahtalı Mıçı’nın yabani bir arsızlıkla söylediği şarkılara meftun olduğumu itiraf ediyorum.
Sosyal ortamlarda fena halde düz ve sıkıcı bir adam görüntüsü vermemek için performans sergilemeye çalıştığımı itiraf ediyorum.
Şahane bir yazı okuduğumda gıpta etmek yerine hafiften kıskançlığa savrulduğumu itiraf ediyorum.
Zaaflarla dolu olduğum halde zaaflarımı göstermekten delicesine nefret ettiğimi itiraf ediyorum.
“Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş / Tanrı istemezse insan ölmezmiş” şarkısını Ajda Pekkan’dan dinlemeye bayıldığımı itiraf ediyorum.
Paylaş