Paylaş
Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler için aynı simgesel anlamı taşır: Akıl, zafer, barış, bereket, uzun ömür, olgunluk, saflık, sadelik... Zeytin binlerce yıllık bir kültür, gelenektir. Doğallık, sağlık, lezzettir. Alın teri, sevinç, mutluluk, sadakat, tutku, hayat, yaşama biçimidir. Sıkılan ilk dane, sürülen ilk damla, bandırılan ilk ekmektir. Ege’de de yüzlerce üretici, gölgesinde büyüdükleri ve iyileştirici gücünü keşfettikleri bu ölümsüz ağacın meyvesinin suyunu (iksirini) herkes tatsın ve şifalansın diye, sevgi, istek ve sabırla yoğuruyor. Ya iş ya da eğitim için doğdukları topraklardan büyük şehirlere giden ve sonrasında keşmekeşten bunalıp, “Haydi köyümüze geri dönelim” deyip özellikle zeytine sevdalananların sayısı her geçen gün artıyor. Amaç sadece kendi firması-markası değil, bulunduğu bölgenin yağ, et, çekirdek oranı yüksek eşsiz zeytinlerini de tanıtıp yüceltmek olunca ulusal ve uluslararası arenada ödüller de peşi sıra geliyor. Buna bir de kadın eli değdiğinde işin rengi yeni bir boyut kazanıyor. İşte, Ege’de zeytincilik adına iyi şeyler başarma amacındaki onlarca kadından sadece 20’sinin öyküsü...
64 senelik gelenek
Çerağ Bilgin Üzden endüstri mühendisliği eğitimi aldı, özel sektörde farklı görevlerde çalıştı, evlendikten sonra biraz heyecan ve cesaret, çokca da zeytine olan aşkı nedeniyle işini bırakarak aslında pek çok insanın emeklilik hayali olan toprağa döndü. Gelin olarak katıldığı Üzden ailesinin 64 yıllık aile geleneği zeytinciliğe el attı. Tıpkı kendisi gibi hayatı sıfırlayan eşi Özgür Üzden’le birlikte dördüncü jenerasyon olarak 1953’ten bu yana hizmet veren Çanakkale Erenköy’deki yağhanenin başına geçti.
Zeytini tanıdıkça da bu meyve ve nimetlerine sevdalandı, mirası sürdürmek gerektiğine kanaat getirdi. İtalya’da tadım uzmanlığı eğitimine katıldı. Dönüşte dökmeden perakendeye geçmeyi kararlaştırdı. Erenköy’ün antik çağdaki ismi ‘Orfion’u da marka olarak seçti. Logosundan etiket tasarımına, marka imajına kadar her aşamasında görev aldı. “(Bir mesleği öğrenmek için üç kuşak gerekir) derler. Doğru mu bilmiyorum ama zeytine ve zeytinyağına dair birçok hikaye biriktirdiğim gerçek” diyor.
Bankacılıktan gelme
Çiğdem Özkazanç’ın çocukluk yılları yaz aylarında Çanakkale Ayvacık’a bağlı Küçükkuyu’da zeytin bahçelerinin içinde geçmiş. Zeytin ağacının yaz-kış canlılığını koruyup yeşil kalması ve her koşulda çok uzun yıllar yaşaması o dönem ve sonrasında Çiğdem Hanım’ı kendine hayran bırakmış. İstanbul’daki bankacılık kariyerinden sonra 2011’de eşiyle birlikte çok sevdikleri Kuzey Ege’ye yerleşmeye karar vermişler. Ve, Geyikli Odunluk İskelesi’nde kendilerine bir çiftlik kurmuşlar.
Mecidiye köyünde de 170 dönüm 40 yaşlarında sıra dikim zeytinlik satın alıp hobi olarak zeytinciliğe başlamışlar. Mevcuda ilave olarak 2015’te 900 zeytin fidanı daha dikmişler. Bugün için 40 dönümü çok genç fidanlık olmak üzere 210 dönüm zeytinliğe sahipler. Şu an işin başında Çiğdem Özkazanç var. Firmalarının ve markalarının adı aynı: İlkdem Zeytinyağları... Zaten buradan bile kadın eli değdiği hemen anlaşılıyor. Çiğdem Hanım dur durak tanımıyor. Şu sıralar önümüzdeki yıl hayata geçirmek üzere 10 dönümlük arazide modern bir tesi daha inşa etmekle meşgul.
‘İmparator’un izinde
Zeytinyağı kraliçesi... Evet, Dr. Dilşen Oktay’a verilen isim bu! Celal Bayar Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü mezunu. Yüksek lisansını Girit’teki MAICh’te yaptı. “Ege’de Zeytinyağı Tüketiminin Artırılmasında Tedarik Zinciri Yönetiminin Olası Katkıları Üzerine Bir Araştırma” konulu tez çalışmasıyla doktor unvanını aldı. Halen İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor.
Aynı zamanda Gömeç Karaağaç’ta ailesine ait zeytinliklerle ilgileniyor, zeytinyağı üreticiliği yapıyor. O aslında adını Türk zeytinciliğine ‘İmparator’ lakabıyla yazdırmış İbrahim Ethem Tolun’un torunu, ziraat profesörü Erdoğan Oktay’ın da kızı. Ortaokulda babasına, “Dedeminki gibi bir fabrikayı yönetmek için hangi bölümde okumam gerekir?” diye sorduktan sonra farkında olmadan tüm hayatı zeytinyağı üzerine gelişmiş. Şimdilerde ‘Ethem Bey Zeytinyağları’ markasıyla ‘İmparator’un adına yakışır şekilde yoluna devam ediyor.
Yeni nesil girişimci
Duygu Özerson Elakdar aileden değil, kendi tercihiyle zeytinci olanlardan... İşin büyüklüğü ve zorluğu dikkate alındığında tam bir yeni nesil çılgın çiftçi müteşebbislerden. Paris’te stajyer olarak adım attığı profesyonel iş hayatında pazarlama müdürlüğüne kadar yükseldi. “Moda fuar organizatörlüğü bana göre değil” dedi ve kendi işinin patronu oldu. Fransa ve Libya’da çalıştı. Savaşla birlikte Türkiye’ye geri döndü. Doğaya yakın olma isteği onu tesadüflerin de etkisiyle Urla’ya getirdi. Katıldığı zeytinyağı tadımıyla hayatı bir anda değişti.
Zeytinyağına dair bildiği her şeyin yanlış olduğunu gören Elakdar, bir anda kendisini sektörün içinde buldu. Devletten kiraladığı 60 bin zeytin ağacından elde ettiği zeytinyağıyla ‘Hiç’i yarattı. Özel el yapımı üçgen cam ve seramik şişelerle sektörde oluşan tekeli kıran Duygu Özerson Elakdar, “Zeytin doğanın mucizesini tek başına taşıyan bir bitki. Ondan bir şey çıkarmana ya da eklemene gerek yok. Sadece doğaya duyduğun saygıyla olması gerektiği gibi işlersen yeterli. Zeytin çok saf bir güç aslında. Bu tamlık, ‘Hiç’lik zaten bütün doğayı böylece temsil ediyor” diyor.
O tanrıyı marka yaptı
Ece Akbal aslında mimar. Doğma büyüme Gemlikli. Atadan miras zeytinlikleri var. Elektrik mühendisi babası Bedri Bey ve radyo-televizyon programcılığı mezunu ablası Müge Hanım, işleri nedeniyle ilgilenemedikleri için bahçelerini uzun yıllar kiraya vermişler. 2005’te ortakçı, “Benden buraya kadar” deyince, yeni birini aramak yerine zeytinlikleriyle yeniden kendileri ilgilenme kararı almışlar.
Dökmenin yanı sıra perakendeye de girme konusunda hemfikir kalmışlar. Gemlik’teki zeytinliğe Altınoluk’takileri eklemişler. Marka olarak da, mitolojide ‘zeytinden yağ çıkarmayı icat edip insanlığa keşfini aktaran tanrı’ diye rivayet olunan ‘Aristaios’ta karar kılmışlar. Gencecik yaşında aile şirketinin pazarlama müdürlüğünü üstlenen Ece Akbal, “Gölgesinde büyüdüğüm ve iyileştirici gücünü keşfettiğim bu ölümsüz ağacın meyvesinin suyunu (iksirini) herkes tatsın ve şifalansın istiyorum” diyor.
Işığı şişeye kattı
Ayvalık’ta zeytin ağaçları arasında geçen saf ve yalın çocukluk üzerine kurulan bir marka Dino Ayvalık. Sahibi Ece Kamçılı. Aslen İzmirli. New York’ta tasarım yönetimi eğitimi almış. Birçok büyük firmada çalışmış. Sonra dede mirası zeytine ilgi duymuş. İsmini beyaz çakıl taşlarıyla harmanlanmış toprağından alan Ayvalık Aktepe’de denizden gelen rüzgarlarla beslenen zeytinliklere sahip çıkmış. “Dedem Nihad Efendi doğa gülsün diye zeytinleri elle toplatır üç saat içinde sıktırırdı.
Toprağı, havası, suyu farklı ağaçları ayrı ayrı şişelerdi. Bize de gönderirdi. Hızlı geçen şehir hayatlarımızda onun zeytinyağlarıyla çocukluğumuza geri giderdik. Yaşadığımız bu eşsiz deneyimi herkesle paylaşmak istedik. Dino’nun ışığını şişeye kattık. Herkesin Ayvalık’ta Nihad Efendi gibi bir dedesi olmayabilir, ama izin verin Dino Ayvalık hepimizin dedesi olsun. Ekmeğinizi bandıkça, tadına vardıkça Dino’nun ışığını hissetmeniz dileğiyle” diyor.
‘Ötesi’nin peşinde!
Ekin Yılmaz da hikayesi birçok küçük üreticiyle benzerlik gösteriyor. Ekin Hanım ve eşinin zeytine aşkı, bir yandan uzun yıllar finans sektöründe yöneticilik yapmanın yorgunluğu atmak, diğer yandan da oğullarına bir dikili ağaç bırakmak düşüncesiyle başlıyor. Yer aşamasında, “Toprağı, havası, denizi ve sakinliğiyle özellikle yaz aylarında hep kurtarıcımız oldu” denilerek, Ayvalık’ta karar kılınıyor.
Sonra, 2007’de ufak ufak araziler satın alınarak fidanlar dikiliyor. Tüm hesaplar, “Oğlumuz üniversiteye başladığında biz de emekliliğin keyfini zeytinlerimizle çıkarırız” üzerine yapılıyor. Zamanla zeytin daha fazla kanlarına giriyor. Yetişmiş ağaçları olan bahçeler de eklenince bu kez planlanandan önce mahsul elde etmeye başlanıyor. Ayvalık’ta bir zeytin ağacının altında, zeytin ve ötesinin hayalini kurarak başlayan, fidanlar dikildikten sonra arkası çorap söküğü gibi gelen hikayeden Türkçe karşılığı ‘Zeytin ve Ötesi’ olan ‘Olive and Beyond’ çıkıyor.
Memlekete döndü ve
İzmir’de turizm işletmeciliği eğitimi aldı. Sonra İstanbul’a gitti, bir süre turizm sektöründe çalıştı. Ailesine, arkadaşlarına, soyadlarına layık kaliteli ve lezzetli zeytinyağı üretmek hayaliyle büyük şehrin hızlı ve stresli hayatını arkasında bırakıp memleketi Burhaniye’ye döndü. Ezgi Su Kaplan, o gün bu gündür, hiçbir kimyasal kullanmadan, geleneksel tarım yöntemleri uygulayarak, önceleri sadece kendileri için ürettikleri yüksek kalitede zeytinyağını butik bir markaya dönüştürdü.
Ege’nin naif doğası, iklimi ve insanından yola çıkarak ismini de ‘Naif Ege’ koydu. Şimdilerde, Hisarköy’deki bahçeden elle toplanan zeytinlerden aynı günün akşamı kontinü sistemde soğuk sıkım yöntemiyle sıkılan yağlarını sipariş üzerine yurdun dört bir köşesine ulaştırıyor. “Yapraklarıyla barışı, altın renkli yağıyla mutluluğu simgeleyen zeytini seviyorum” diyor.
Küçük bir çiftlikten doğdu
Çeşme Ovacık’ın Bahçelaki Mevkisi’nde (yani Manastır’da) bir çiftlik var. Adı, Parva... Sadece 25 bin metrekare alana sahip. Zaten adını da kapladığı yerin büyüklüğünden almış! Latince’de Parva ‘küçük’ demekmiş. Burada tamamen doğal tarım yapılıyor. Envai çeşit sebze meyve yetiştiriliyor. Ama ana ürün zeytin. Binlerce yıldır yaşadığı alanlardan sökülüp yerine Gemlik ve türevleri ya da yeni moda olan İspanyol versiyonlu endüstriyellerin dikilmesine inat, yöresel farklılıkların yaşaması için korumaya çalışılan erkence zeytinler mevcut.
Sahibi Gözde Ayaz Yaşar. Kostüm tasarımcısı Gözde Hanım, hayatının 25 yılını yönetmenlik yaparak geçiren eşi Mustafa Yaşar’la birlikte hiçbir kimyasal kullanmadan yetiştirdikleri zeytinlerden taş baskı yöntemiyle elde ettikleri zeytinyağıyla Çeşme’nin adını deniz-kum-güneş üçlüsünün dışında da tüm Türkiye’ye duyurmaya devam ediyor.
‘Bayrak adam’ın torunu
Zarbalı Ayvalık’ın yönetiminde de bir kadın var: Gülden Sarıbaş... Zarbalı Zeytin Ürünleri’nin hikayesi rahmetli büyük dedesine dayanıyor. Balıkesir’de Kuvayi Milliye kurucularından, kent tarihine ‘41 bayrak adam’dan biri olarak geçen Zarbalı Hulusi Bey (Hulusi Zarplı) 1922’de Ayvalık’a yerleşerek zeytinyağı, un ve sabun üretip çevre illerde ve İstanbul’da kuzeni Zarbalızade Ferid Bahaeddin’le beraber satıyor.
Ve bu döngü kuşaktan kuşağa devam ediyor. Birkaç yıl öncesine kadar diplomat eşinin peşinde dünyayı dolaşan Gülden Sarıbaş, Naci Bey’in emekli olmasıyla ata topraklarına dönüyor. Dördüncü kuşağın temsilcisi olarak dede mirası zeytinliklerden büyük bir özenle üretilen ürünleri müşterilerle buluşturmaya devam ediyor.
‘Salıncak’ın öyküsü
Handan Temelli İstanbul’da yabancı bir şirkette borsalar data yönetmeni olarak çalışıyordu. İki yıl önce bankacılık sektöründe görev yapan eşi Emre Bey’le birlikte radikal bir karar verip profesyonel hayattan çekilme kararı aldı. Aileyi toplayıp, Emre Temelli’nin 10 sene önce Şirince Beylikiçi’nde satın aldığı, içinde sonradan Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” kitabında bahsettiği ev olduğunu anladıkları damın bulunduğu araziye yerleşti.
Önce alanı ıslah etti, sonra hiç durmadan her yaratılan boşluğa zeytin fidanı dikti, daha önce dikilmiş ağaçlara gözü gibi baktı. Zeytin konusunda kendi geliştirmek için durmadan okudu. AÖF’te tarım eğitimine başladı. Önceleri 150-200 litre zeytinyağ elde ediyordu. Ağaçlar geliştikçe ürün miktarı arttı. Reklam ajansı sahibi bir arkadaşı Şirince’de ziyarete geldiğinde küçük kızı Nehir’i salıncakta sallanırken seyrederken ürünün adını da saklandığı yerden çıkarıverdi: ‘Altalena’ (İtalyanca salıncak)... Handan Hanım, “Amaç butik kalıp, ekonomik kaygıdan uzak, özel bir ürün yaratma ve sürdürme yolunda iyi bir hayat yaşamaktı. Hala öyle” diyor.
İspanyolları solladı
Mühendislik eğitimi alan Helen Buket Adlı, üniversitedeki bir hocasının tavsiyesi üzerine zeytin ve zeytin ağacını incelemeye başladı. Çok etkilendi. Yaşadığı Fethiye Çamköy’ün endemik açıdan çok uygun olduğunu ve bu zenginliğin zeytin meyvesine farklı bir nefaset kattığını keşfetti. Bu konuda çalışmalara başladı, okudu, araştırdı ve sonunda zeytin ağacının ölümsüzlüğünü ulaşabildiği herkesle paylaşmaya karar verdi. 2015 sonu itibariyle iki arkadaşıyla birlikte ilk zeytinleri topladı.
Butik zeytin ve zeytinyağlarına marka olarak da bölgedeki antik kent ‘Tlos’ ile tanındığı şekliyle ‘Zeytin Hanım’ adlarını verdi. Hedefi İspanya’dan getirdiği, kanser tedavilerinde ve kozmetikte kullanılan 400 polifenol değerli zeytinyağı kalitesini tutturmak, hatta geçebilmekti. Daha ilk yılında 750 polifenole ulaştı. Bu yıl Zeytindostu Derneği’nin yarışmasında bir altın, bir de gümüş madalya kazandı. “200 polifenol ve üzeri içimlik zeytinyağı olarak kabul edilirken bizim en düşük polifenol değerimiz 218. Umarım şifası ihtiyacı olanlara ulaşır” diyor.
Abla-kardeş el ele
Henüz tam zamanlı gerçekleştiremese de, Medine Öğe, eğitim için doğdukları topraklardan büyük şehirlere giden ve sonrasında keşmekeşten bunalıp, “Haydi köyümüze geri dönelim” diyen gençlerimizden sadece biri. Klasik filoloji ile İtalyan dili ve edebiyatı okumuş. Halen dış ticaret eğitimi alıyor. Bir yandan da kurumsal bir firmanın satış pazarlama ve marka-müşteri ilişkileri biriminde çalışıyor.
Bu uğurda ODTÜ’deki işini bırakan kardeşi Zihni’yle birlikte, ata toprağı Ayvacık’ın Babakale köyünde tutkuyla baktığı, mucize diye inandığı ‘zeytin’in yanına doğduğu topraklar ve özünden de bir parça olsun diye eklediği ‘kale’den türettiği ‘Zeytinkale’ markasıyla bir anlamda bu coğrafyaya gönül borcunu ödüyor. Sert rüzgarların altında yaşama tutunan, Ege güneşi ile beslenen bölgenin nadide zeytinlerinden geçmişin bilgi birikimi ve günümüz teknolojisiyle soğuk sıkım tekniği kullanarak katkısız ve doğal zeytinyağı üretiyor.
4 kahramandan biri
Bu hikayenin aslında dört kahramanı var: Merve Purde, Derya Hammaş, Alp Zerenoğlu ve Muhlis Soysal... Onlar, büyük makinenin küçük dişlisi olmak yerine kendi öykülerini yazma yoluna giden ve doğaya dokunarak başarıyı yakalayan dört genç girişimci. Ama bu yazı ‘zeytinin amazonları’ üzerine olduğundan başrolde Purde var. Ekonomi mezunu Merve Purde, okul süresince birçok kurumsal şirkette çalışmış.
Bale üzerine konservatuvar geçmişi olduğu için sanat işleriyle de haşır neşir olmuş. Üniversitenin ardından bir reklam ajansının pazarlama bölümünde profesyonel iş hayatına adım atmış. Daha sonra İtalya’ya gidip strateji ve tasarım üzerine master yapmış. Türkiye’ye dönüşünde hem büyükşehir, hem de plaza hayatından sıkılınca da yeni yol haritasını çizerken zeytinde karar kılmış. Şimdi Ayvalık’ta kiralıp zeytinlikten elde edilen ürünü üç arkadaşıyla birlikte, pazarlama ve iletişimini üstlendiği ‘Pina’ markasıyla yurt içinin yanı sıra beş ülkeye ihraç ediyor.
Önceliği sağlık olunca
Nermin Gelbal Gökduman metalurji mühendisliği mezunu. Önce çelik, sonra telekom sektöründe çalıştı, üst düzey yöneticilik yaptı. Bu arada iki kızı oldu. Çalışma hayatı boyunca kendine gerçekte nasıl bir iş ve aile hayatı olursa daha mutlu olacağını, ne istediğini sordu. Hayatta kendisi için en önemli değerlerin başında sağlığın geldiğini fark etti. Dolaylı olarak kendisine ve çevresindekilere bu alanda nasıl katkı sağlayabileceğini düşünüp çıkış yolu aradı.
Kazdağları’ndaki kendi bahçelerindeki zeytin ağaçlarından zeytinyağı üreterek bu amacına ulaşabileceğini düşündü. Zeytin ağacının sağlığa katkısını, kutsallığını öğrendikçe daha da sevdi ve daha fazla araştırma yapmaya başladı. Çiftçi kayıt sistemine üye oldu. Zeytinyağı üretimi ve tadımıyla ilgili eğitimlere katıldı. 2012’de Altınoluk Avcılar’da 800 ağaçla başladı. Bugün 8 bin asırlık zeytinle üretim yapıyor. Soğuk sıkım zeytinyağları markası ‘Ovilo’ ile ulusal ve uluslararası ödüller kazandı.
‘Kara kuş’tan esinlendi
Dede Ali Efendi, hafif eğimli, yazın sürekli rüzgâr alan, denize yamaç bol oksijen üreten Kazdağları’nın eteklerindeki ağaçlardan zeytinleri elle toplatıp en kısa sürede sıkımını yaptırarak yerli ve yabancı firmalara dökme olarak sattı. İki ve üçüncü nesil de böyle devam etti. Uluslararası ilişkiler, işletme ve dış ticaret eğitimi alan dördüncü kuşaktan Nil Saygın Yalın ise 2015’te bu lezzeti ‘Nish Gurme’ markasıyla kurumsallaştırdı.
Logo olarak da Kazdağları’nda sonsuzluğa uzanıyormuş gibi sıralanan zeytinliklerin filizlenmesinde katkıları olduğu rivayet edilen efsanevi tahtalı kuşların ve günümüzdeki akrabası karatavukların kendileri için küçük ama insanlık için büyük bu katkılarından esinlenip ‘kara kuş’u seçti. Şimdilerde eşi Serkan Yalın’la birlikte eskilerden öğrendiği bilgi birikimi, yenileriyle harmanlayıp kendi yolunu çiziyor. Hiçbir katkı maddesi, tohum yağı, hile karıştırmadan en üst nefasette, saf ve yalın sızma zeytinyağı üretip iyileştirici ve lezzet verici gücünü doğrudan sofralara taşıyor.
Urla’yı dünyaya duyurdu
Pelin Omuroğlu Balcıoğlu’nu kısaca “Kendini aşkla zeytine adayan kadın” diye tanımlamak mümkün. Bu o kadar büyük bir sevgi ki, hasat sezonu gelip de eli zeytine değmeye başladığında kendisini neredeyse ‘zeytin’ hissediyor. Pelin Hanım, İzmir Urla’nın Yağcılar köyünde organik üretim yapan Ayerya Rüzgarlı Vadi Çiftliği’nin sahibesi. Seracılık mezunu. ABD’de de organik tarım eğitimi aldı.
Türkiye’ye dönüp bu işe soyunduğunda ilk yıllar köylü ona topraktan anlamayan şehirli gözüyle baktı, zaman zaman karşısına aldı, yanıltmaya çalıştı. ‘Makyajlı çiftçi’ ve ‘Dağlar kızı Reyhan’ denildi. Ama yılmadı. Hedefi olan 10 bin zeytin ağacına ulaşıp ürünler de işlenebilecek miktarlara gelmeye başlayınca ortaya ‘Olivurla’ markası çıktı. Türkiye’nin güneş enerjisiyle zeytinyağı sıkan ilk fabrikasını kurdu. “Urla’dan çıksa çıksa makine yağı çıkar” diyenlere inat o andan itibaren de İtalya Bari’de düzenlenen BIOL dahil uluslararası platformlarda ödül almaya başladı.
Yeşil hayat sihirbazı
Tanıyanlar ona ‘Yeşil Hayat Sihirbazı’ diyor. Selin Ertür, Edremitli zeytinci bir ailenin dördüncü kuşağını temsil ediyor. Türkiye’nin ilk profeyonel zeytinyağı eksperi. İtalya’da bu konuda eğitim almış. Yaklaşık 10 yılını Toscana’daki laboratuvarlarda zeytinyağını inceleye inceleye geçirmiş. Halen dünyanın kabul görmüş 12 tadım uzmanından biri ve prestijli zeytinyağı yarışmalarının en aranan isimlerinden.
Kah İtalya’da, kah Amerika’da, kah Japonya’da... Zeytinyağı üreticileri adeta onun ağzının içine bakıyor. Zira, kokladığında erken hasat veya olgun olup olmadığını, nasıl toplandığını, fabrikaya nasıl taşındığını anlayabiliyor. Tadım yaparken kullandığı cam bardağı ise mücevher titizliğiyle saklıyor. Oleolog Selin Ertür bir yandan da ailesinin 1899 yılında başlayan üretim geleneğini ‘Selatin’ markasıyla büyük bir titizlikle devam ettiriyor. Selatin’in, dünyada üretilen 500’e yakın seçkin zeytinyağı markası arasında 17 uluslararası ödülü bulunuyor.
6. kuşağın temsilcisi
Yasemin Zengin, Midilli’de başlayıp günümüzde Edremit Körfezi’nde zeytinciliğe devam eden bir ailenin altıncı kuşağının temsilcisi. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü Almanca Öğretmenliği’nde okumuş. İş geçmişi aslında tekstil üzerine. Uzun süre büyük bir kumaş firmasının ihracat müdürlüğünü yapmış. Şimdilerde bir yandan eşi Serkan Bey’le iplik işi yapıyor.
Bir yandan da babası Erol Önemlioğlu’nun, oğlu Efe’nin, “Dede zeytinyağının en hasını hep biz ürettik, biz tükettik. Var mısın herkes faydalansın bu emeğinden?” sözü üzerine dökmeden ambalaja geçip ‘Adalı Efe’ adıyla markalaştırdığı zeytin-zeytinyağı işinin başında. Üretimin hemen öncesinde neredeyse tüm dünyayı dolaşmış. İtalya ve İspanya’nın bu konudaki başarılarının sırlarını fabrika fabrika, zeytinlik zeytinlik dolaşarak öğrenmiş, dersler çıkarmış. İtalyan Tadımcılar Birliği’nden sertifika almış. İstiyor ki; üretici kuralına uygun üretsin, tüketici de bilinçle tüketsin.
Çocuklarından ayırmıyor
Zeynep Bilge Kozanoğlu’nun hikayesi yaklaşık 10 yıl once eşinin Ayvalık’tan yatırım amaçlı zeytinlikler almasıyla başlıyor. İstanbul’da kurumsal bir iş hayatından geldiği için doğa, toprak, tarım, zeytine dair hiçbir tecrübesi olmadığından bulduğunu okuyor, kendisine kapılarını açan sektördeki tecrübeli kişileri ziyaret ediyor. İtalya ve İspanya’da zeytinlik ve fuar gezilerine, tadım kurslarına katılıyor.
Zaman içinde zeytin ağaçlarının hiçbirinin diğerine benzemediğini, aynı insanlar gibi tek olduğunu fark ediyor ve en sevdiklerine isim vermeye başlıyor. Bu bağı kurduktan sonra fark ediyor ki, kutsal bir amacı var zeytin bakmanın. Tıpkı misyonerlik gibi. Amaç para kazanmaktan çıkıyor, gönül işine dönüşüyor. Hayat tarzı bile değişiyor. “Üçüncü çocuğum” dediği ‘Seletepe’ markasını yaratıyor. Zamanla ona Madra ailesinden miras ‘Z’ ve ‘Maestro’yu ekliyor. “Bir şekilde ‘şifa verici’ diyorum bizlere, umarım kuşaktan kuşağa aktarabiliriz” diye de ekliyor.
Paylaş