Paylaş
O bir çılgın...
O bir deli...
O bir manyak...
O bir gazeteci...
O bir TV programcısı...
O bir radyocu...
O bir köşe yazarı...
O bir proje adamı...
O bir marka...
O bir Mikrop...
Nam-ı diğer, sahnelerin Mikrop Hikmet’i...
Hayatı Yeşilçam filmlerini aratmıyor.
9 çocuklu bir ailenin 6’ncısı.
İHL mezunu. Hem de dereceyle bitirmiş.
Ama... Sonra gidip servis&bar eğitimi almış.
Bir restoranda tuvalet temizleyip bulaşık yıkarken keşfedilmiş.
Sevenlerinin taktığı ‘Mikrop’ lakabı yüzünden annesi tam 6 ay kendisiyle konuşmamış.
Sahnelerde 19’uncu yılını kutluyor.
Onu sevmeyen yok gibi.
Sırrını, “Çünkü Mikrop dokunur. Halkın diliyle konuşur. O anda ortam neyse ona bürünür. Cebinde her kişiye göre program vardır. Anaokulundan huzurevine kadar herkese program yapar ve sevgisini gösterir” diye özetliyor.
Kıpır kıpır... Hem daim enerjik...
Eğlenmeyi de eğlendirmeyi de biliyor.
Bir köşede oturan, ortama ayak uydurmayanları sevmiyor.
Onları da coşturana kadar takılıyor.
Özellikle keller, bıyıklılar ve göbekliler elinden kurtulamıyor.
Ama asla belden aşağı espri yapmıyor, kimseyi rencide etmiyor.
Bir anlamda Huysuz Virjin’in huylusu...
Aynı zamanda ‘Biz Bize Yeteriz’ adlı bir grubun da öncüsü.
Sosyal sorumluluk projeleriyle bugüne kadar binlerce insanın gönlünde taht kurmayı başarmış.
Maksim Gazino ve Eğlence’li Meyhane’ye transfer olan Mikrop, dününü, bugününü ve yarınını anlattı...
HERKES sizi ‘Mikrop’ olarak biliyor, tanıyor, seviyor... Sahi, sizin gerçek isminiz ne?
- Hikmet Durmuş...
Nerelisiniz?
- Kütüğüm Elazığ Karakoçan, doğum yerim Bingöl.
Kaç yaşındasınız?
- (Gülüyor) Söylemem.
Nedenmiş o? Ben sadece kadınlar yaşını saklar sanırdım...
- Her şeyim dobradır ama yaşımı söylemem. Hep saklı kalmasını istedim. Medyada da pek bilen yoktur.
***
İHL’yi dereceyle bitirdim sonra servis & bar okudum
Eğitiminiz nedir? Ne okudunuz?
- İmam hatip mezunuyum.
Ciddi misiniz?
- Valla da, billa da... Tamamen kendi tercihim. Ailem bile çok şaşırdı ama saygı duydu. Yakın çevremin, ‘Bu çocuk bu okulda okumaz’ değerlendirmelerine karşın, müezzinlik ve imamlık sınavlarında aldığım notlarla okulumu dereceyle bitirdim.
Neden imam hatip okudunuz?
- Tek amacım vardı, dinimi kulaktan duyma değil de okulda öğrenmek istedim. İsteyerek okudum. İyi ki de okumuşum. Bir yandan okurken, bir yandan da tiyatro, folklor oynuyor ve skeçler yapıyordum. İzmir İmam Hatip Lisesi’nde bu tür kültürel etkinlikleri başlatan kişi olarak hala kendimle gurur duyarım.
Nasıl bir öğrenciydiniz?
- İnanabiliyor musunuz, küpem vardı. Girerken çıkarır, çıkarken tekrar takardım. Buna rağmen müdüründen öğretmenine herkes beni çok sevdi.
Sonra ilahiyat fakültesine gitmişsinizdir...
- Yok, öyle bir niyetim hiç olmadı. Dediğim gibi amacım imam olmak değildi. AÖF Muhasebe&Finansman okudum. Bir de o zamanlar Karataş’ta ‘İmbat’ isminde turizm otelcilik kursu vardı, gittim oraya yazıldım. Hem de hangi bölümü biliyor musunuz?
Belli oldu, bir şok daha yaşatacaksınız bana...
- (Gülüyor) Servis&bar bölümünü bitirdim.
Tuvaletleri temizleyip bulaşıkları yıkarken keşfedildim
Öykünüz nasıl başladı peki?
- Babam Almanya’da işçi, annem ev hanımı. 8 kardeşiz. 5 erkek, 3 kız. Bir de doğduktan kısa süre sonra kaybedilen bir erkek çocuk var. 70’lilerin sonu, 80’lerin başı. Koşullar zor ve ağır. Bir de terörün yol açtığı olumsuzluklar söz konusu. Babamın aklı bizde kalıyor. Batı’ya göç etmemizin uygun olduğuna karar veriyor. Birikimiyle İzmir Balçova’da 3 katlı bir ev ve 2 dükkan alıyor. Annem ve 7 kardeşim otobüsle, ben ise eşyaların başında kamyona atlayıp geldik. Geliş o geliş...
Sonra?
- Sonrası biraz hüzünlü. Biz babamızın da yanımızda olmasının hayalini kurarken, gurbetten bir gün acı haber geldi. Meğer mide kanseriymiş. Kendisi de bilmiyormuş. Bizi üzmemek için söylemeden ameliyat masasına yatmış, ne yazık ki kalkamamış! O yıllarda annem (Maide) bize hem annelik, hem babalık yaptı. Bizde emeği çoktur. Onu çok seviyorum, dünyaya değişmem. Tabii bir yandan da geçinmek zorundaydık bir şekilde. Bu yüzden herkes küçük yaşta bir yerlerde çalışmak zorunda kaldı.
Size ne yapmak düştü?
- İzmir’de bir restoranda (Anadolu Kulübü-Parlamenterler Kulübü) komi olarak çalışırken, bir yandan da tuvaletleri temizleyip bulaşıkları yıkıyordum. O esnada da şarkılar, türküler söylüyordum. En çok da Zeki Müren’den parçalar okuyup taklit ediyordum. Bir gün mekanın müdürü Ayhan Hanım, omzuma dokunarak, ‘Çok güzel sesin var. Yılbaşında birkaç şarkı söyler misin?’ dedi. Önce ikilemde kaldım. Sonra kabul ettim. İki şarkı (Şimdi Uzaklardasın ve Sorma Ne Haldeyim) hazırladım. Şarkı, tiyatral gösteri, şov, stand-up karışımı bir şey oldu. Çok beğenildi. Bir anda gönülleri fethettim. O yıllarda ‘Ogün Yıldırım Dans Grubu7 vardı. Onların organize ettiği bir oryantal dans yarışmasına katıldım. Bu organizasyon da benim için bir dönüm noktasıdır.
Nasıl yani?
- O yarışma televizyonlara çıktı. Annemle birlikte seyrediyorduk. Benim yüzümde peçe... Orada oynayanın ben olduğumdan haberi olmayan annem, ‘Tuu, Allah kahretsin. Hiç erkek oynar mı? Bir de peçe takmış suratına’ demez mi? Tabii yıllarca o kişinin ben olduğumu söyleyemedim. Böylece sahne maceram da başlamış oldu.
Anadolu Külübü’ndekiler, ‘Bırak tuvaletleri temizlemeyi, bulaşıkları yıkamayı, hep sahnede ol’ demediler mi?
- Oranın sürekli bir solisti vardı, başlangıçta böyle bir şey olmadı. Yılbaşı ertesi yine işime döndüm. Ama parlamenterlerin eşleriyle aram süper. Hem hizmet ediyorum, hem sohbetlerine katılıyorum, hem de fallarına bakıyorum. Bu arada bir teklif geldi, Bodrum’a gittim. Sonra, Anadolu Kulübü’nden, ‘Sadece sahne yapar mısın?’ diye aradılar. Atladım, yeniden İzmir’e geldim. Ama kısa sürdü.
Hayırdır, yine ne oldu?
- Kulübün solisti, Serdar Ortaç’ın o dönemde dillerden düşmeyen ‘Karabiberim’ şarkısını söylediğim için fırçaladı beni. Yönetime de, ‘İstemiyorum. Ya o, ya ben’ dedi. 3 ay olmuştu ki ayrıldım. Dekim Otel’de çalışmaya başladım. Basmane’de bir yer. İnsanlar gelmeye korkuyor. En çok 2-3 masa var. Arkamda saz bile yok. 1 yıl para almadım. Alaturalarla geçindim. Hem söylüyor, hem sohbet ediyorum. Espri yapıyorum, fıkra anlatıyorum, dans ediyorum. Sabahtan akşama kadar da kendi seyirci kitlemi oluşturmak için okullara, şirketlere, huzurevlerine gidiyorum. Benim asıl amacım kadınlar matinesini oturtmak. Biliyorum ki, kadınları getirirsek erkekler haydi haydi gelecektir. Nitekim öyle de oldu. Kimsenin uğramadığı o sokak ve otel bir anda dolmaya başladı.
Bu lakap yüzünden annem 6 ay konuşmadı benimle
‘Mikrop’ lakabı nereden çıktı?
- Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı herkesi coşturuyorum ya, ‘Mikrop gibisin, kanımıza girmeye başladın, seni bırakamıyoruz, bağımlılık yaptın bizde. Seni mikrop seni’ demeye başladılar. Bu sırada rahmetli gazeteci Tarık Sarı, ‘Dekim Otel’de Mikrop var’ diye ilk haberimi yaptı. Sağolsun, beni çok destekledi, kendisini bu vesileyle rahmetle anıyorum. Afişlere, ‘Mikrop Hikmet’ diye yazmaya başladılar. Buna rağmen, ‘Adınız ne?’ diye soruyorlardı. Biz de Hikmet’i kaldırdık, adım ‘Mikrop’ kaldı.
Sevdiniz mi bu lakabı?
- İlk başlarda sevmedim. Yadırgadım, alındım, üzüldüm, ağladım. Bu lakap yüzünden annemle aram açıldı. 6 ay bana küs kaldı. Tek kelime konuşmadı. Zaman içinde insanların bana sevimlilik ifadesi olarak, ‘Seni gidi mikrop’ dediğine ikna olunca, bu lakap bilinçaltıma yerleşti. Daha sonra araştırdım ve iki türlü mikrop olduğunu öğrendim: Yararlı ve zararlı mikrop... Ben kendimi ‘yararlı mikrop’ olarak değerlendirdim. Annem, görenlerin, ‘Ne iyi bir evlat yetiştirmişsiniz’ diye elini öptüğü anları çok yaşadı ve artık o da kabul etti. Eminim ki, yaşasaydı babam da benimle gurur duyardı.
Kaç yıl çalıştınız orada?
- Gündüz matine, akşam program yapıyorum. Matineye kadar da otelin mobilya firmasında satış müdürlüğünü yürütüyorum. Eve gitmeye zamanım yok. Kral dairesini tahsis ettiler bana. Ama ben Şark usulü döşedim. Hayatım otelde geçiyor. Dışarıyla neredeyse bağlantım yok. Ünlenmişim ama farkında değilim. Meğer gözüm açılmasın diyeymiş. Öyle bir kapatmışlar ki beni ne olup bittiğinden habersizim. Tam 15 yıl çalıştım. Bu bir Türkiye rekoru. Ardından ipler gerildi, koptuk. Bu sırada kendime söz verdim. Uzun soluklu bir yerde çalışmayacaksın diye. 1 yıl her gün başka bir mekanda sahne aldım. 2009’da da Turkuaz’a geçtim.
O nasıl oldu?
- Hakkı Bulut, daha öncesinde bir vesileyle Maksim’e götürmüş ve Atalay Noyaner’le tanıştırmıştı beni. Doğrusu ya, Atalay Bey’den korkmuştum. Arkama bakmadan kaçtım. Bana ulaşamasın diye de yanlış telefon verdim. Yıllar sonra, Dekim’den ayrılınca bir düğüne davet edildim. Şarkımı söyledim, şovumu yaptım. Atalay Bey, gecenin sonunda çağırdı, ‘Seninle çalışırız’ dedi. ‘Nasıl olur, hiç izlemediniz ki beni’ diye karşılık verdim. Şu sözünü hiç unutmam: ‘Ben seni değil, seyirciyi izledim. Onlar senden gözünü ayırmadıysa mutlaka güzel şeyler yapıyorsundur.’ Tüylerim diken diken oldu. Kadınlar matinesini, akşam programını Turkuaz’a taşıdım. Bildiğim, üniversite mezunu tek gazinocuydu. Ne yazık ki sadece 9 ay beraber çalışabildik. Vefat etmeden bir gece evvel iş çıkışı beni arabasıyla eve o bırakmıştı. Nur içinde yatsın.
Seviliyorum çünkü cebimde herkese göre program var
İnsanlar sizi neden bu kadar çok seviyor?
- Çünkü Mikrop insanlara dokunur. Halkın diliyle konuşur. O anda ortam neyse ona bürünür. Cebimde herkese göre bir program vardır. Anaokulundan huzurevine kadar herkese program yapar ve sevgimi gösteririm. Sahne ayrımı yapmam, kim istiyorsa çıkarım. İnsanlar bana eşiyle, çocuğuyla gelmeli. Öyle baba tipli, bin şampanya patlatıp, ‘Şu şarkıyı söyle’ diyene gelemem. Sonra... Her şeyden önce canlıları seviyorum. Cinsi, ırkı, dili, rengi... Bunların hiçbir önemi yok. Kendimi sürekli yenilerim. Kimseyi taklit etmem. Kendi tarzımı yaratırım.
Ben Huysuz Virjin’in huylusuyum
Yaptığınız işi, kendinizi nasıl tanımlarsınız?
- Ben sanatçı değilim. Sahnede şarkılara kattığım şovlarla şovmen şarkıcıyım, sanatçı adayıyım. Sahnede hiç üstümü değişmeden, ara vermeden 3-4 saat şarkı söylerim.
Haftada kaç gün programınız var?
- Çarşamba, cuma, cumartesi ve pazar. Çarşambaları 15.00-17.00 arası kadınlar matinesi yapıyorum.
Sahneye çıkarken sizi nasıl anons ediyorlar?
- Vokalistim anonslar beni. ‘Evet, beklediğiniz an geldi. Ama önce alkışları alayım. O bir çılgın, o bir deli, o bir manyak, o bir gazeteci, o bir TV programcısı, o bir radyocu, o bir köşe yazarı, o bir Mikrop’ der.
Çıktınız sahneye, sizin ağzınızdan çıkan ilk sözcükler ne olur?
- ‘Şımartın, delirtin, kudurtun, yerlere yatırıp gıdıklayın, ısırın, tekmeleyin, ezin, parçalayın, öpün beni’ derim. ‘Kop kop’ diye bağırırım. Onlar da, ‘Mikrop’ diye karşılık verir. ‘Kop Kop Mikrop Şov’ seyirciyle aramızda gerçekleşen bu parolayla çıktı zaten. Patenti bana ait.
İlk hangi şarkıyı söylersiniz?
- ‘Mavi Mavi’, ama özel bir nedeni yok!
Ardından...
- Hemen ikinci şarkıya geçmem. Konuklarıma döner sohbet etmeye başlarım. Adrenalin hep yukarıda olsun isterim. Alkışlamayan, oynamayan, dans etmeyen birini görürsem hemen ona saldırıya gecerim.
Asla belden aşağı espri yapmadım, yapmayacağım
Ne yapıyorsunuz, nasıl saldırıyorsunuz?
Daha çok kellere, pala bıyıklılara, hafif toplu hanımlara takılırım. ‘Oy keltoşum, oy palam, oy bebişim’ derim. Gelen herkes eğlensin, keyiflensin, gülsün, coşsun isterim. Ama kimseyi rencide etmem. Asla belden aşağı espri yapmadım, yapmayacağım da... Önemli olan, buna tevessül etmeden güldürüp eğlendirebilmek. Ben Huysuz Virjin’in huylusuyum!
İzmir ve Ege sanatçısıyım, hep de öyle kalacağım
Kaç yıldır sahnelerdesiniz?
- 19 yıl oldu sanırım.
Para kazanabildiniz mi peki?
- Biri alaturalardan olmak üzere 2 evim var, o kadar. Böyle şeyleri söylemek ne kadar doğru bilemiyorum ama sosyal sorumluluk projelerinde eksiği çoğu kez kendi cebimden karşılıyorum. Bu yüzden kenarda birikimim yok. Ama yanlış anlaşılmasın, seve seve veriyorum bu desteği. Gücüm yettiğince de katkım sürecek. Ben sadece hatırlanmak istiyorum. Arkamdan bir yerlerde toplanmasınlar, ama dua etsinler. Vefasızlık ve nankörlükten iğreniyorum.
Kostümleriniz de sizin kadar renkli...
- Hepsini ben tasarlıyorum, terzilerim var onlara diktiriyorum. Ama hiçbirini atmam. Küçük dokunuşlarla yeniden dizayn ederim. Şapkam ve şalım meşhurdur. Bu ikili olmadan çıkmam. Gardırobumda her ikisinden de en az 500’er tane vardır.
Albümünüz var mı?
- Yok.
Çıkarmayı düşünüyor musunuz?
- Ben albümü olmadan sahneyi dolduran ender insanlardanım. Ama son dönemde çok istek geldi, bir remix yaptık. ‘Kop Kop Sende’ diye... Mustafa Devran imzalı. Geliri tamamen ilik kanseri çocuklar için. ‘Çok mikrobik, hem dinamik, hem eğlenceli, hem de komik / İzmir senden vazgeçmiyor / Çok sevimli hep aşkolik / Hadi hadi hadi durma sende çık meydana / Salla sende / Eğlenmekse tam zamanı / Kop kop kop sende.’ Çok da tıklanıyor. İnşallah devamı da gelecek.
Hedefleriniz arasında İzmir dışına açılmak da var mı?
- Hayır, yok! Çok sayıda teklif geliyor ama ben İzmir ve Ege sanatçısıyım, hep de öyle kalacağım.
Evli misiniz?
- Hiç evlenmedim. Birkaç kez o aşamaya geldim ama vazgeçtim. ‘Niye?’ derseniz, işim gereği geceleri çalışmak zorundayım. Eşimin her gece evde yalnız beni beklemesine gönlüm razı değil. Bir de işin kıskançlık boyutu var. ‘Kısa sürede boşanırım’ gibi bir hissiyat oluştu. Vazgeçtim. Yine de, ‘Evli, 2 çocuğu var, boşandı’ gibi şeyler söylüyorlar. Böyle bir şey yok. Bekarım. Bazen kendi evimde, bazen annemin evinde yaşıyorum. Ailemi hiçbir şeye değişmem.
Sigara, alkolle aranız nasıl?
- Hayatımda hiç alkol almadım. Sigara içmedim. Madde kullanmadım. Programlarımda şampanyalar patlatılıyor. Onları çiçek gibi algılıyorum, teşekkür edip yerine bırakıyorum. İçki, sigara içmememin nedeni dini bir şey değil. Ben bu işi uzun süre yapmak istiyorum. Çünkü başka iş bilmiyorum.
Kırmızı sakal bana Noyaner’den miras
Neden kırmızı sakal?
- O bana rahmetli Atalay Noyaner’in mirası. Sakalım hep vardı ama siyahtı. Atalay Bey’le çalışmaya başladığımızda o istedi, ‘Ne o öyle şeytan gibi’ dedim. Israr etti, kıramadım. Anısına saygım sonsuz!
Yarın: Bürokrasiye kırgınım
Paylaş