Obama’nın ikinci döneminden itibaren Türk-Amerikan ilişkileri hiç iyi olmadı. Bir dönemler Obama’nın en çok konuştuğu liderler listesinin başında Erdoğan yer alıyordu. Ancak Obama’nın son iki yılı Türk-Amerikan ilişkileri açısından bir felaket oldu.
Erdoğan ile Trump ise iplerin en çok gerildiği anda devreye girip treni rayda tutmayı başardılar. Trump’ın ilk dönemiydi. Trump bütün kötülüklerin anası olarak gösteriliyordu. Erdoğan-Trump görüşmesinde heyette yer alan bakanlardan biri, “Aslında yanlış yapılıyor. Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanımıza bir ilgisi olduğu anlaşılıyor. Erdoğan’ı güçlü bir lider olarak görüyor ve beğeniyor. O nedenle Cumhurbaşkanımıza uluslararası toplantılarda da önem verdiğini göstermekten kaçınmıyor” demişti.
Barış Pınarı harekâtı ile Türk-Amerikan ilişkilerinin dibe vurduğu bir sırada yine bir Erdoğan-Trump görüşmesi ile ibre tam tersine döndü. Erdoğan-Pence görüşmesi ile terör koridorunu tarihe karıştıracak bir mutabakat sağlandı. 17 Ekim’in üzerinden bir asır geçmedi. Hatta ayını bile doldurmadı ama yeniden kriz bulutunun etkisi altına girdik.
DÜĞÜMÜ ÇÖZECEK TELEFON
Erdoğan’ın 13 Kasım’da ABD’ye gidip gitmeyeceği tartışmaları sürerken, görüştüğüm bir yetkili, “Bu işin bir hukukunun oluşması lazım. Sayın Cumhurbaşkanı birileri mutlu olsun diye gidecek değil” dedi. Sorun sadece Erdoğan-Trump görüşmesi ya da o densiz mektup değil. Bırakın müttefiklik ya da stratejik ortak ilişkisini, son 1 haftadır maruz kaldığımız durum ABD ile Rusya arasında yaşanmıyor.
Bir yandan bu sorunlar, diğer yanda ise yine de bu sorunların çözümünün Trump’la görüşmeden geçiyor olması... Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın terazinin bir kefesine sorunları, diğer kefesine ise çözümü koyduğu belli. Geçen haftaki grup toplantısında “ABD’ye giderken mektubu da yanımda götüreceğim” demişti. Ardı ardına alınan Türkiye karşıtı kararlar Erdoğan’ı “Trump ile bir telefon görüşmemiz olacak. Görüşme sonrasında karar vereceğim” noktasına getirdi.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde konuştuğum bir yetkili, “ABD gezisi hazırlıkları için Sayın Cumhurbaşkanına danıştım. Hiçbir işaret vermedi. Gidip gitmeme konusunda değerlendirmelerini sürdürüyor ve bu konuda çok ciddi” dedi. “Eğer ABD’den gitmesini gerektirecek bir adım gelmezse gitmeyebilir mi?” diye sordum. “Her iki ihtimal de geçerli” yanıtını aldım.
Erdoğan
Sırada ikinci ve üçüncü yargı reformları var. Reformlar Türkiye’nin kutup yıldızı olmadığı sürece biz içinde bulunduğumuz durumdan çıkamayız. O nedenle içinde reform geçen her paketi heyecanla karşılıyorum. Ama bu arada reform paketlerinden farklı olarak bir de cezaevlerindeki 319 bin 691 bin tutuklu ve hükümlüyü yakından ilgilendiren infaz yasasında önemli değişiklikler var. Bizde “İki şey konuşulunca gerçekleşir” derler. Biri erken seçim, diğeri ise af. Erken seçim oldu, sıra afta.
MHP’nin 5 yıl şartlı ceza indirimi kabul edilirse 129 bin kişi tahliye olacak. AK Parti’nin infaz sürelerini aşağıya çeken teklifi kabul edilirse ilk etapta 30 bin kişi tahliye olacak. Ama tahliyeler sürekli hale gelecek. AK Parti ve MHP milletvekillerinden oluşan ortak komisyon bir çalışma yaptı. 10 Ekim günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir sunum yapıldı. Erdoğan, uyuşturucu ve terörle ilgili suçlar konusunda çok hassas. “Adam öldürenleri mi çıkaracağız, uyuşturucu satanları mı salıvereceğiz” diye itiraz ettiği söyleniyor. Üzerinde yeniden çalışılan düzenleme, Erdoğan’ın onayından sonra Meclis’e sunulacak. MHP’nin değil, AK Parti’nin teklifi üzerinde duruluyor.
YENİ DÜZENLEME NE GETİRİYOR?
İnfaz sürelerini kısaltan düzenleme; uyuşturucu, örgütlü suçlar, terör suçları, cinsel suçlar ve mükerrer, yani ikinci kez işlenmiş suçları kapsıyor. Aldığı cezanın dörtte üçü infaza girenler yeni düzenleme ile üçte ikisini çekecekler. Cezanın üçte ikisinde ise bu oran bir bölü ikiye iniyor. Bunların beşte biri oranında denetimli serbestlik ya da şartlı tahliye getiriliyor. Ticaret yapanların zarar görmemesi veya serbest meslek sahiplerinin işlerini kaybetmemesi için imkân sunuluyor. Hafta sonu ya da evde infaz gibi düzenlemeler getiriliyor. “Doğum yaptı, lohusa haliyle cezaevine döndü” gibi haberler hepimizin vicdanını kanatıyor. Yeni düzenlemede doğum yapan kadınların 1 yıl dolmadan cezaevine girmemesi; 75 yaşın üstündekilerin, 5 yıl ve altındaki cezalarını konutlarında çekebilmeleri imkânı getiriliyor. 70 yaşın üstündekiler için bu oran 3 yıl. Tabii vicdanları kanatan bir de şu durum var. Adam cezası 18 ayın altında olan bir suç işliyor, masum birini darp ediyor, işyerini basıp camını çerçevesini indiriyor. Polis yakalıyor, mahkeme tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakıyor. Kimisi polisten önce mahalleye gidiyor. Bu adalete olan inancı sarsıyor. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün de bundan rahatsız olduğunu duymuştum. Yeni düzenlemede 18 ayın altında ceza öngörülse bile en azından 1 ay hapse girmesi öngörülüyor. Suç işleyen hapse girme duygusunu yaşayacak, hem de mağdurların adalete olan güveni korunmuş olacak.
CUMHURİYET DAVASINDA OLDUĞU GİBİ
Bir de dosya bütünlüğü getiriliyor. Cumhuriyet gazetesi davasında bunun ne anlama geldiğini gördük. Yargıtay’a gidenler tahliye oldu, istinafta olan cezaevine girdi. Dosya bütünlüğü devreye girdiğinde Yargıtay’daki dosya sonuçlanana kadar, istinaftaki davaların infazı da bekletilecek. Böylece biri tahliye olurken diğeri hapis yatmayacak.
Böyle gidilirse her ay bir cezaevi yapılsa yeterli olmayacak bir hızla ilerliyoruz. Her olayla karşılaştığımızda ceza oranlarını yükselterek bu işi çözeceğimizi zannettik. Yüzde 300, yüzde 400 oranında arttırılan ceza oranları var. Bazı suçlarda kantarın topunu kaçırdığımız anlaşılıyor. Ayrıca cezaevlerimizin ıslah edici özelliği üzerinde hiç durmadık. Hapis yatarak topluma yararlı bireylere dönüşselerdi ortalık ahlak polisinden geçilmezdi.
KÜÇÜK YAŞTA EVLENENLER
İkinci tur görüşmelerde ortak devriyelerin planlaması üzerinde çalışıldığı söyleniyor. Ortak devriye sırasında terörist unsur tespit edildiği takdirde müdahale edilip edilmemesi konusunda bir pürüz yaşanıyordu. Türkiye, terörist unsurların etkisiz hale getirilmesi için müdahale edilmesi gerektiği görüşündeydi. Ancak Rusların bazı itirazları vardı. Bu konu çözüme kavuşturulmuş. Tespit edilen terörist unsurlar etkisiz hale getirilecek. Ama şekli nasıl olacak, onu öğrenme imkânım olmadı.
Türkiye ile Rusya arasında kurulması gereken iki mekanizma var.
1- Müşterek denetim ve doğrulama merkezinin kurulması.
2- Gözlem noktaları.
Türk-Rus askeri heyetleri iki kez bir araya geldi. Ancak henüz bu iki nokta üzerinde bir mutabakat sağlanmış değil. Askeri sorunların çözümü için Rusların Hmeymim üssündeki bir tümgenerali yetkilendirdiği, bizim de Akçakale’ye bir tümgeneral atadığımız söyleniyor. Ama bu müşterek denetim ve doğrulama merkezinin kurulması anlamına gelmiyor. O sürece kadar geçici bir çözüm.
TÜRKİYE NE İSTİYOR?
Gözlem noktaları konusunda ise müzakere aşamasına yeni gelindiği anlaşılıyor. Türkiye, 12-13 gözlem noktasının kurulmasını istiyor. Rusya’nın bu konuda ne düşündüğü henüz belli değil. Gözlem noktalarının niteliği de ayrıca önem arz ediyor. Türkiye, İdlib’den farklı olarak kurulacak olan gözlem noktalarının askeri operasyon yeteneğine sahip olmasını istiyor. Soçi Mutakabatı’na giren bölgelerde Türkiye’nin gözlem noktaları oluşturması konusunda bir mutabakat var. Ancak bunların yeri ve niteliği konusu henüz karara bağlanmış değil. Bundan sonraki müzakerelerin önemli gündem maddelerini bu başlıklar oluşturacak.
Edindiğim bilgi, Ruslarla müzakerelerin olumlu ilerlediği yönünde. Ancak bu her şeyin tıkır tıkır işlediği anlamına gelmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da askerlerin arasından geçerek salona girdi. Yanında Barış Pınarı harekâtında görev alan askerler vardı. Kabul töreni, aynı zamanda kütüphanenin açılışına denk getirildi. Kütüphane ile Cumhuriyet’in yıldönümü kabul töreninin bir araya gelmesi çok şık bir davranış oldu. Barış Pınarı harekâtı başta olmak üzere şehitlerimizin ruhuna Kuran-ı Kerim okundu. Bir an Ahmet Necdet Sezer dönemini düşündüm. Böyle bir şey mümkün müydü? Resulayn ve Tel Abyad başta olmak üzere sınırlarımızın dışında görev yapan askerlerimizle canlı bağlantılar kuruldu. Erdoğan adeta bir başkomutan havasındaydı.
5 bin davetli vardı ama salonda bir izdiham yaşanmadı. Barış Pınarı harekâtının etkisiyle midir bilmem, daha sade bir hava vardı. Öyle ki ejder meyvasını soranlar olumsuz yanıt aldı. Yiyecek ve içeceklerde sadelik tercih edilmişti.
HULUSİ AKAR’DAN İKİ NOKTA
Kabul töreni salonuna adım attığımız an, aynı zamanda Türkiye ile Rusya arasındaki 150 saatlik sürenin dolduğu zamana denk geliyordu. Rusların çekilmenin tamamlandığı yönündeki açıklamasından haberimiz vardı ama Türkiye’nin ne diyeceği önemliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan birinci ağızdan Rusların verdiği cevabı doğruladı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ı bulmam zor olmadı. Çünkü davetlilerin önemli bir kısmı Hulusi Akar’la konuşmaya çalışıyor ya da fotoğraf çektiriyorlardı.
Hulusi Akar, Ruslarla ortak devriyenin 1-2 Kasım tarihinde başlayacağını söyledi. Ortak devriyenin koordinasyonu tamamlanmış. Akar diğer iki başlıkta ise müzakerelerin sürdüğünü söyledi. Yazımı göndermeden önce son bir kez daha yokladım. Diğer iki başlıkta müzakerelerin sürmesine rağmen, ortak devriyenin başlamasında sakınca görülmemiş. İki başlık üzerindeki müzakereler ise sürüyor. Onlar ne?
1) Müşterek denetim ve doğrulama merkezi.
2) Kontrol noktaları. Türkiye, operasyonel yetkilere sahip, 12-13 kontrol noktasının kurulmasını istiyor.
Hulusi Akar
Barış Pınarı harekâtıyla Türkiye’nin hamlesi, İskender’in kılıcı gibi oldu. Bir kılıç darbesiyle birçok düğüm çözüldü. Ancak burası Ortadoğu, bu coğrafyada bir düğüm çözülmeden yeni bir düğüm atılır.
Rusya ile 150 saat dolmadan bir gün önce Rus askeri heyeti, Ankara’ya gelmişti. İkinci tur görüşmeler yapıldı. Rus heyetiyle müzakereler üç nokta üzerinde yoğunlaştı.
1) Müşterek denetim ve doğrulama merkezinin kurulması.
2) 10 kilometrelik sınır hattındaki ortak devriye.
3) Kamışlı hariç Türkiye’nin kuracağı kontrol noktaları ve bunların işlevi. Türkiye, bu kontrol noktalarının İdlib’den farklı olarak askeri hareket kapasitesine sahip olmasını istiyor. 12 ya da 13 gözlem noktası üzerinde duruluyor.
Soçi Mutabakatı’ndaki “Kamışlı hariç” maddesi ilk başta anlaşılamamıştı. Hatta Kamışlı’nın YPG’ye bırakıldığı şeklinde yorumlara yol açmıştı. İletişim Başkanlığı, terör unsurlarının 30 kilometre aşağıya çekilme şartının Kamışlı’da da geçerli olduğu bilgisini paylaşarak yanlış anlaşılmayı gidermiş oldu.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, pazartesi günü yapılan AK Parti MKYK toplantısında Barış Pınarı harekâtı ve ABD ve Rusya ile varılan mutabakatlar hakkında bir sunum yaptı. Akar, orada Kamışlı’nın kontrolünün Rusya destekli rejim güçlerinin eline geçtiğini söylüyor. Türkiye ile rejim güçlerinin karşı karşıya gelmemesi için Kamışlı’nın ortak devriyenin dışında tutulduğunu ifade ediyor. “Kamışlı’da terör örgütünün iktidar mekanizmaları devredışı kaldı. Rus askerî polisi ve rejim güçleri kontrolü sağladı” diyor.
KARARLILIK VURGUSU
Rusya’dan YPG’nin çekilmeye devam ettiği yönünde haberler geliyor. Türkiye’de ise ihtiyatlı bir bekleyiş söz konusu. “Saat 18.00 olduğunda sahadaki duruma bakacağız” deniliyor. Hafta başına kadar ciddi bir çekilme söz konusu değildi. Son 48 saatte sahada hareketlilik artmaya başladı. Bugün Ankara’da olacak Rus askeri heyetiyle hem çekilmedeki son durum, hem de sınır boyunca 10 kilometrelik alandaki ortak devriye koordine edilecek.
ABD ile vardığımız mutabakata göre 120 saat bittiğinde, ABD Dışişleri Bakanlığı yazılı olarak çekilmenin tamamlandığını bildirmişti. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, verilen sözlerin tam olarak tutulmadığı eleştirisini dile getirdi. Resulayn’dan gelen şehit haberleri de Erdoğan’ı doğruluyor.
O nedenle Rusya ile girilen geri çekilme süreci dikkatli bir şekilde takip ediyor. Ama genel perspektif hem ABD ile hem de Rusya ile anlaşarak terör koridorunun ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan kazanımları koruma yönünde. Çünkü Suriye’de yeni bir süreç başlıyor. Yeni Suriye’yi şekillendirecek olan anayasa komisyonu bugün Cenevre’de başlıyor. Suriye yeniden şekillendirilirken Türkiye’nin, ABD ve Rusya ile diyalog halinde olması isteniyor. Çünkü iki ülke ile yürüttüğümüz kritik süreçler var. Ayrıca Türkiye, Suriye’yi şekillendiren güçlerden biri olmayı hedefliyor. Yoksa başımıza hangi çorabı öreceklerini bilemeyiz. Çağlayangil’in dediği gibi, “Ortadoğu’da bir yemek davetinde davetli listesinde değilseniz, menüdesinizdir.”
ERDOĞAN-TRUMP GÖRÜŞMESİ
Bu süreçte en önemli kilometre taşlarından birini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım’da Trump’la yapacağı görüşme oluşturacak.
Bağdadi’nin etkisiz hale getirilmesinden sonra Trump’ın Türkiye’ye teşekkür etmesi, 13 Kasım’da yapılacak olan görüşmenin zeminini daha da güçlendirdi. Türkiye, yakaladığı bu konjonktürü değerlendirmek istiyor. Bu süreçte her kim ki “Erdoğan Trump’la görüşmesin” diyorsa bilin ki yanlış yapıyor.
Trump’la görüşmeden yeni Suriye’nin inşa sürecinde nasıl etkili olacağız?
Trump
2 Mayıs 2011 tarihinde Obama, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in öldürüldüğünü ilan etmişti. Ladin, İslamabad yakınlarındaki Abhottabad’da öldürüldükten sonra ayağına taş bağlanıp okyanusun dibine yollanmıştı. Ladin’i öldürüp El Kaide’yi gerileten ABD, sahaya IŞİD’i sürdü. Trump, 11.08.2016’da Florida’daki seçim kampanyası sırasında, “IŞİD’i Obama kurdu, yardımcılığını da ezik Hillary Clinton yaptı” demişti. Bağdadi’nin öldürülmesiyle birlikte DEAŞ, misyonunu tamamlamış oldu. Şimdi sırada kim var? Sahneye ABD yapımı hangi örgüt sürülecek? Usame Bin Ladin’in üstü çizildiğinde yerine Bağdadi hazırlanmıştı. Bağdadi, 2004-2006 yılları arasında Basra’da ABD’nin kontrolündeki Bucca kampında “imtiyazlı mahkûm” muamelesini görüyordu. Bağdadi, DEAŞ’ın, temelini ABD’nin Bucca kampında atmıştı.
Bağdadi’nin öldürüldüğü daha önce de açıklanmış ancak doğru çıkmamıştı. Bu kez operasyon pazar gecesi yapılmasına rağmen Trump, açıklamayı 16.20’de yaptı. Çünkü o sürede Bağdadi’nin DNA testi yapıldı. Zaten Trump da “DNA testine göre öldürüldüğü tespit edildi” dedi.
Trump, Bağdadi’ye yönelik operasyonun detaylarını da verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği gibi Bağdadi’nin öldürülmesi terörle mücadelede bir dönüm noktası. Liderini kaybeden DEAŞ’ın yaşaması zor. Trump da ifade etti. Bağdadi’nin yerine kimin geçeceğini ABD de biliyormuş. Belli ki birileri yedekte tutuluyor.
OPERASYONUN DETAYLARI
Trump, operasyona 2 hafta önce karar verildiğini söyledi. Ancak Bağdadi sık sık yer değiştirdiği için bu mümkün olmamış. Son olarak bulunduğu yer tespit edilince operasyonun düğmesine basılmış. Trump, “Operasyonu bir film izler gibi seyrettik” dedi. Suriye’nin İdlib kentindeki operasyon Washington’dan canlı yayınla izlenmiş. Operasyona 8 helikopter katılmış. ABD özel kuvvetlerini taşıyan helikopterler 1 saat 10 dakikalık uçuştan sonra Bağdadi’nin saklandığı yere ulaşmış. Trump, “Köpeklerimiz yerini bulduğunda tünelin ucuna ulaşmıştı. Üzerindeki yeleği patlatarak kendini ve üç çocuğunu öldürdü” dedi. Bağdadi’nin bir kahraman gibi ölmediğini özellikle vurguladı. “Ağlıyordu, korkmuş ve aklını kaçırmış gibi hareket ediyordu. Ağlayarak, çırpınarak bir korkak gibi öldü” diyerek Bağdadi’nin ölümü üzerinden DEAŞ’ın yeni bir kahramanlık hikâyesi oluşturmasına izin vermedi. Amerikan halkının hoşuna gidecek cümleleri özenle seçti. “O bir kahraman gibi ölmedi, korkakça öldü” diye konuştu. Trump, Amerikan halkının kahramanlık duygularına hitap etti. Öyle ki, “Tünele girdiğimizde köpeğimiz yaralandı, can kaybı vermedik” dedi. Köpekle Bağdadi ismini özellikle yan yana getirdi. “Amerika bir operasyon yaparsa böyle yapar, tek bir can kaybı vermeden DEAŞ liderini etkisiz hale getirir ama sadece bir köpeği yaralanır” izlenimi vermeye çalıştı.
BAĞDADİ OPERASYONUNDA TÜRKİYE ETKİSİ
Trump, operasyona verdikleri destekten dolayı Rusya, Suriye ve Türkiye’ye teşekkür etti. ABD başkanının özellikle Türkiye’ye defalarca teşekkür etmesi dikkat çekiciydi. DEAŞ liderinin ortadan kaldırıldığı operasyonda ABD’den sonra Türkiye’nin önemli bir rol oynaması kamu diplomasisi açısından bize büyük bir fırsat sunuyor. Trump, “Türkiye hava sahasını kullanmamıza izin verdi” dedi. Bağdadi’nin yerinin belirlenmesinde Türkiye’nin bir desteği oldu mu? Onu henüz netleştiremedim. İstihbarat desteğinin gitmediği söyleniyor. ABD operasyon öncesinde Türkiye’yi bilgilendirmiş ve hava sahasını kullanmak için izin istemiş, hava sahası kullandırılmış ve operasyon sürecinde irtibat halinde kalınmış. Trump’ın, “Türkiye bizim oraya gideceğimizi biliyordu. Onların bölgesinden uçtuk” sözlerinden Türkiye’nin desteğinin sadece hava sahasıyla sınırlı olduğu sonucunu çıkarmadım. Ama şimdilik bu kadarla yetineyim.
Bağdadi
İki ülkeyle sadece anlaşmaya varmadık, aynı zamanda yeni Suriye’yi de bu iki güçle birlikte şekillendireceğiz.
O nedenle ABD ve Rusya ile varılan mutabakat anlamlı. PKK’nın devlet olma hayalinin çöp tenekesine fırlatılması açısından tarihi öneme haiz. Bu başarının sağlanmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hakkını teslim etmek gerekiyor. Ama her şey bitmiş değil. Tam aksine, yeni başlıyor. Önümüzde yeni Suriye’nin temellerinin atılacağı anayasa toplantıları var.
ABD Başkan Yardımcısı Pence ile yapılan müzakerelerde 13 maddelik bir anlaşmaya varılmıştı. Bir gün önce Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien, yaptırım kartını masaya sürüp “Ateşkes sağlanamazsa yaptırımlar arttırılarak uygulanacak” demişti. Çavuşoğlu’nun “Yaptırımlar umurumda değil. Bu harekâta Türkiye’de tam destek var. Bu yaptırımlarla bir yere varamazsınız” diye karşılık vermesi üzerine yelkenleri indirmek zorunda kalmıştı.
Peki Soçi’deki görüşmelerde neler yaşandı? Rusya masaya nasıl bir metinle geldi? 10 kilometrelik alanda ortak devriye ve müşterek denetim mekanizmasının oluşturulması önerileri hangi taraftan geldi, bu kararlar nasıl alındı? Daha doğrusu, 6 saat 15 dakika süren görüşme sırasında neler yaşandı?
Rusya toplantıya bir metinle gelmemiş. Rus hariciyesinin köklü geleneğine bakınca bu şaşırtıcı bir durum. Ancak Rus tarafı önyargılı olmadıklarını ve Türkiye’ye olan güveni yansıtmak için bu yöntemi tercih etmiş olabilir. Türk heyetinin “Bir metin oluşturalım, onun üstünden gidelim” önerisi kabul edilmiş. Ancak sıfırdan bir metin oluşturmak yerine, müzakereler Türkiye’ye ait olan taslak metin üzerinden gerçekleştirilmiş. Bir anlamda Türkiye’nin hazırladığı taslak metin olgunlaştırılmış.
ÖNERİ KİMDEN GELDİ?
Resulayn ve Tel Abyad hariç Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar olan hatta 10 kilometrelik alanda Türkiye ile Rusya’nın ortak devriye yapması önerisi iki ülkenin ortak teklifi olarak metne girmiş. Hakeza alınan kararların uygulanmasını denetlemek için müşterek denetim mekanizmasının kurulması da yine ülke tarafından ortak öneri olarak getirilmiş. Erdoğan ile Putin şimdiye kadar birçok krizi birlikte yönettiler. Rus uçağının düşürülmesiyle iki ülkeye kurulan tuzağı çözüp Türk-Rus ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasını sağladılar. Bunda her şeyin açık açık müzakere edilmesinin ve Putin ile Erdoğan’ın sözlerinin arkasında durmasının payı büyük. İki lider birbirlerine güveniyorlar. Ayrıca iki lider devletlerine hâkimler. Bu nokta çok önemli. Trump tam 1 yıl önce çekilme kararı aldı ama bir türlü başarılı olamadı. Erdoğan ya da Putin ne diyorsa o... S-400 krizinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dik duruşu Putin tarafından ifade edilmişti. Görüşmeler sırasında Erdoğan ile Putin’in birbirine nasıl hitap ettiğini merak ettim. “Değerli dostum” demeyi tercih ediyorlarmış. Zaman zaman da “başkan” ifadesini kullanıyorlarmış. Henüz ‘Vladimir’ ve ‘Tayyip’ aşamasına gelmemişler.
PUTİN’DEN GÜVENCE