Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Aşıkın hata ve nimeti

Aşıkın hatası aşıka aşık olmak gibi gözükür. Aynı zamanda aşık olmak, aşıka dünya nimetlerinin en büyüğü gibi gelir.

Birbiriyle çelişen bu her iki durumun hepsi doğru. Çünkü, ‘‘hata’’ itici gücü yaratırken, ‘‘nimet’’ çekim gücünü yaratır. Zaten ‘‘var oluş’’ bu itim ve çekim gücünün bir sonucu değil midir?

Maddenin yapısı, sistemin dengesi hep bu itici ve çekici gücün birliğinden oluşuyor. Dengesizlik ise, bu güçlerden birinin diğerine baskın olmasıyla ortaya çıkıyor.

Yahu bütün bu yazdıklarım tez hazırlar gibi oldu. Artık bu havadan çıkıp hayatın içine girsek iyi olacak. Maksadım aşk üzerine felsefi bir tez hazırlamak olmayıp dünyanın bu en seçkin duygusunun anlayışına varmaktan ibaret.

Ama nerede olduğumuzu ve bu yerin genel kanunlarını anlamadan da hiçbir şeyin anlayışına ulaşabilmemiz mümkün değil.

Şimdi bulunduğumuz yerin genel prensibini öğrendiğimize göre (İtici ve çekici gücün birliği) aşıkın hata ve nimet temasına geri dönebiliriz.

Adam kadına olan aşkından yerle temasını kesmiş bulunuyor. Her gün yürüdüğü yollar ona bir başka görünüyor. Öylesine genişlemiş bir halde dolaşıyor ki, bedenin içine sığmakta güçlük çekiyor. Metabolizmasından düşüncelerine kadar müthiş bir değişim geçiriyor.

Kan dolaşımı, algılaması, düşüncelerinin akışı, hayata bakış açısı hepsi hepsi değişime uğruyor. Tabii bu sırada şiddetli bir ızdırap duyuyor.

Değişimin sancısına katlanabilmek kolay değil. Üstelik bu bir doğum sancısı. Hem de kendi kendizin doğumunu gerçekleştiriyorsunuz ve bu sırada yepyeni gerçeklere gözünüzü açıyorsunuz.

Üstelik aşıkın doğumu da tıpkı bir annenin ilk bebeğini doğuruncaya kadar dalga dalga gelen ve uzun saatler süren sancılarıyla gerçekleşir. Doğumun ardından anne için sancılar biter ve mutluluğun heyecanı başlar. Bebek içinse, durum pek böyle değildir. Tabii aşık için de...

Çünkü o kendi kendisinin doğuranıdır. Hem annedir, hem bebektir. Anlayacağınız başka bir şeydir. Kelimelerin yetmediği tanımsız bir durumdur. Ve aşığın bu durumunu sadece aşık olanlar bilir.

Aslına bakacak olursanız, kendisi de pek bilmez. Çünkü, aşk hali içindeyken kendisinde değildir. O, aşık olduğu andan itibaren başka bir şeydir. Aşkın şiddetli sarsıntısı geçtikten sonra düşünmeye, kendisine neler olduğunu anlamaya çalışır. Ama o artık aşık olmadan önceki kişi değildir.

Artık, aşktan önceki düşünceleri, değerlendirmeleri ile ne kendisine ve de yaşadıklarına bakamaz. Bu nedenle de anlayamaz. Aşk deneyiminden sonra yaşadıklarıyla ilgili anlatacakları, sadece aşk halinin tecrübeleriyle aktarılacaktır. Yani bambaşka olacaktır. Bu durumda aşk halinin yarattığı dayanılmaz geçişin inceliklerini aktarabilmesi imkansızdır. Sadece kendisinde bıraktığı izlenim, dışardan da görülen bir başkalık olacaktır, o kadar.

Evet, o artık başka biridir.

Aşk halini yaşarken kendisini kaptırıp koyuvermesini hata olarak niteliyebilir. Ve o zaman ızdırabı iki katına çıkar. Çünkü, bir tarafı değişmek istememektedir. Alıştığı, bildiği kendisi olmak için çırpınmaktadır. Ama içine balıklama atladığı akıntının baş döndürücü hızıyla kendinden geçmiş, bundan aldığı haz öylesine mucizevi, öylesine alternatifsiz bir nimettir ki, aklını ele geçirmiştir.

Zaten ‘‘yaşamak’’ denilen şey de budur! ‘‘akıl’’ yaşamanıza izin vermez. Tabii haz duymanıza, hayatın kendisiyle bütünleşmenize de izin vermez. Ama akıl olmadan da olmaz. Akıl olmadan ‘‘yaşayacaklarınız’’ da olmaz. Yaşamadığınız zaman da buğday ambarında saman olursunuz. Halbuki buğday ambarından seçilmiş tohumluk! olmak da var. Seçim sizin.

Yaşamak için akla ihtiyacınız var. Yaşayabilmek için de aklı susturmanız gerekiyor. Yani sözün özü, biri olmadan diğeri olmuyor. Bu durumda ne yapmalı?

Akılla yaşamı, itici güçle çekici gücü dengelemeyi öğrenmeli... Bunun için de kabul göstermeyi bilmeli. Şimdi anladınız mı, aşıkın hata ve nimetini! diyorum,

Yasemin'ce...

Yazarın Tüm Yazıları